05-01-2018 tarihinde eklendi
ABD ve İsrail’in İran’da şansı var mı?
ABD ve İsrail; Kudüs bozgunundan sonra altında kalacakları yeni bir hamleye girişmiş bulunuyorlar. İran’ı, karışıklıklar çıkartarak içten çökertme hamlesi kesinlikle başarısızlıkla sonuçlanacaktır.

Şu gerçeğin artık genel bir doğru haline geldiğini de söyleyebiliriz. İslam dünyasında nefretin bir nolu hedefi haline gelen ve çöküş sürecindeki ABD’nin, bu coğrafya’da el attığı her sorunda yenilgiye uğraması kaçınılmazdır.
 
ABD, İran karşısında bir kez daha yenilecektir.
 
Aslında ABD ve İsrail’in, bu karışıklıklarla İran’ı çökertebileceklerini düşündükleri de tartışma götürür. Esas amacın İran’ı iç karışıklıklarla uğraştırıp, Suriye başta olmak üzere, Yemen, Katar ve Irak gibi mücadele alanlarından çekilmesini sağlamak olduğu, akla daha yakın görünüyor.
 
Nitekim sokağa dökülenlerin de tam da bu konularda talepler dile getirmeleri, “Bize ne Suriye’den, Lübnan’dan, Yemen’den, Irak’tan?” benzeri sloganlar haykırmaları dikkat çekicidir.
 
ABD mamulü “Pers yayılmacılığı” iddiası
 
Benzer bir görüş, daha değişik bir gerekçeyle Yeni Şafak’taki köşe yazısında İbrahim Karagül tarafından dile getirildi.
 
“Öyle görünüyor ki İran; Kızıldeniz’e kadar yayılma haritası izlerken, Yemen’den Suudi Arabistan’ı çevrelerken, Lübnan’da İsrail’e duvar örerken, Suriye’de bütün Sünni Arap dünyasını mutsuz ederken, Halep’te kitlesel bir yıkıma ve acıya neden olurken, “Bu yayılmanın İran’ı kendi bölgesinde tecrit edeceği” uyarılarına istihza ile gülerken kendi evinde avlanmıştır.”
 
“Daha o zamanlar, “gün gelir… sen başkalarının evine müdahale edersen senin evini de karıştırırlar, seni oradan vururlar” şeklindeki cümlelerimizi hatırlıyorum.” (3 Ocak 2018, Yeni Şafak)
 
Yazar bu değerlendirmede, daha bir yıl önce “Pers yayılmacılığı” üzerine yazdığı makalelerine gönderme yapıyor. Ama Sayın Karagül, yaklaşık olarak altı aydır bu görüşlerini bir yana bıraktı; Bölgemize ve Türkiye’ye yönelik esas tehdidi gördü. Bu tehdide karşı Türkiye ve İran’ın birlikte hareket etmesinin önemine değinen yazılar yazdı.
 
Ama geçmişte yapılan hatalara ilişkin samimi bir özeleştiri yapılmadığı zaman, o hataların gelip gelip ayağa dolanması kaçınılmaz oluyor.
 
Öncelikle şunu belirtelim: Dünyanın en büyük emperyalistinin ekonomik ablukası altında olan, gene ABD ve İsrail’in desteklediği terör örgütlerinin hedefinde bulunan, bu abluka ve saldırıya karşı biricik direnme şansı, aynı tehdidin hedefi olan diğer devletlerle dayanışmadan geçen bir ülkenin; nesnel olarak “yayılmacı” bir politika izleme olanağı olabilir mi?
 
Sayın Karagül, ele aldığımız makalesinin sonunu, “İran’ı hedef alan ABD, İsrail, Suudi ve BAE cephesi başarıya ulaşırsa sonraki hedef Türkiye’dir” doğru tespitiyle bağlamış.
 
Çok doğru. Ama unutulan nokta, İran’ın bugüne kadar anılan alanlarda verdiği mücadele ile hem kendisini, hem de Türkiye başta olmak üzere bütün Bölgeyi hedef alan gerici bölücü tehdidi önlemede çok önemli bir rol oynadığıdır.
 
Ve Sayın Karagül’ün gene unuttuğu çok önemli bir nokta daha var: İran’ın Pers yayılmacılığı peşinde olduğu iddiasının asıl sahipleri de ABD – İsrail cephesidir.
 
İran direnmeseydi…
 
Gelelim İran’ın adı geçen bölge ülkelerinde ne aradığına!
 
Türkiye, El Bab’da, Irak’ın kuzeyinde, İdlib’de ne arıyorsa; İran da, adı geçen ülkelerde onu arıyor. İran; ABD-İsrail ekseninin adı geçen ülkelerde yürüttüğü saldırının başarıya ulaşması durumunda sıranın kendisine geleceğini gördü ve vatanını savunmak için saldırıyı kendi sınırları dışında karşılamak politikasını benimsedi.
 
Tıpkı Türkiye’nin hemen güneyinde oluşturulmaya çalışılan “ABD – İsrail Koridoru”nu, Fırat Kalkanı Operasyonu ile kendi sınırları dışında bozması gibi…
 
Bir de şöyle düşünmek gerekir. İran eğer söz konusu ülkelerde ABD-İsrail cephesinin hamlelerine karşı koymasaydı ne olacaktı? Sıralayalım:
Suriye parçalanacaktı ve kuzeyinde bir PKK devletçiği kurulmuş olacaktı.
Lübnan’da Hizbullah’ın İsrail saldırılarına direnebilmesi kolay olmayacaktı.
Bağdat yönetiminin Barzani’nin bağımsızlık hamlesine karşı koyabilme gücü olmayacaktı ve Irak parçalanacaktı. Kuzey’de 2. İsrail hayata geçirilecekti. Elbette Türkiye’ye sınır olan Bölgede ise PKK hakimiyeti iyice sağlamlaşmış olacaktı.
Yemen’de direniş hareketinin başarı şansı olmayacaktı. Suudiler bölgeye hakim olacak, böylece Hint Okyanusuna açılan yolun kontrolü ABD – İsrail ortaklığına geçecekti.
Elbette Katar’ın da ABD – Suudi saldırısına direnme şansı olmayacaktı. Böylece Basra Körfezi’nde de kontrol, ABD-İsrail’e geçmiş olacaktı.
Vb.
 
İran kazanacak, Batı Asya kazanacak
 
Elbette bütün bu alanlardaki olumlu gelişmeler yalnız başına İran’ın izlediği politikanın sonucu olmadı. En başta Suriye halkı ve Hükümeti’nin kahramanca direnişini hatırlamak gerekiyor.
 
Rusya’nın, bölge ülkeleri ve İran’la ortak tutum almasının ve bölgedeki gelişmelere müdahil olmasının da önemli bir payı oldu.
 
Fırat Kalkanı Operasyonu ile birlikte, Türkiye’nin bölgedeki bütün gelişmelerde İran ile ortak tavır almasının da altını çizmek gerekir.
 
Ama Türkiye ve Rusya gibi devletlerin ABD – İsrail hamlelerine karşı izledikleri olumlu politika, İran’ın bütün bu alanlarda verdiği mücadelenin önemini azaltmaz hatta tam tersine İran’ın Bölge politikasının ne kadar doğru ve isabetli olduğunu gösterir.
 
Sonuçta, İran ve bütün Batı Asya ülkeleri, ABD-İsrail ortaklığının bu son hamlesini de püskürtecek ve mücadeleden çok daha güçlenerek çıkacaklardı.
 
Mehmet Bedri Gültekin
http://caferider.com.tr/abd-ve-israilin-iranda-sansi-var-mi-_h20633.html