Ülkesini seven, milletine karşı sorumluluk duygusuyla hareket eden her insan iktidardaki partinin başarılı olmasını ister. İstemelidir. Aksi durum bir başkasının başarısızlığı üzerinden beklenti içine girmek ve mutluluk inşa etmek olur ki, bu durumu içine sindirmek karakter bozukluğundan başka bir şey olmaz. Asıl hedef sorunların çözülmesidir. Problemlerin kim tarafından çözüldüğünün bir önemi yoktur.
Referandum sonucunun bıçak sırtı olduğu gerçeğini maçı ha 1-0, ha 5-0 kazanmakla açıklanamayacağını aslında çok iyi biliyoruz. Sosyolojik olayları anlamaya çalışırken matematik ilmi bize her zaman yardımcı olabilir ancak sosyolojide iki çarpı ikinin her zaman dört etmeyeceğini de biliriz. Bundan önce bazen beş, bazen de üç ettiğini tecrübe etmişliğimiz var. Tam da bu noktada iktidar kanadının referandum sonuçlarını okumakta hâlâ 16 Nisan öncesi yanlışlarında ısrarcı olduğunu görüyoruz. Hâlâ tam anlamıyla kucaklayıcı bir üslup göremedik. Toplumsal fay hatlarının ikiye ayrıldığı bir sonuçla birlikte bu hatların daha da ayrışmasına katkı vermek en basit ifadesiyle sorumsuzluk örneğidir. İçten içe 2019 ile ilgili kafalarda soru işaretleri oluşmaya başlamış olsa da yanlışta ısrar devam ediyor.
Diğer taraftan kampanya süresince salt ve sert bir şekilde Hilal- Haç savaşı olarak takdim edilen dış politikada, ABD güdümünde yeni bir evreye geçilmek üzere olunduğuna dair veriler gelmeye başladı. ABD Savunma Bakanı Mattis’in Riyad’da “Bölgede nerede bir sorun varsa bakın İran’ı göreceksiniz” açıklamasının masum bir tespit olmadığını gayet iyi biliyoruz. Aynı zamanda Trump’ın referandum sonrası Cumhurbaşkanımızı arayıp “Beraber yapacağımız çok iş var” demesi de Türkiye’nin bir noktaya doğru çekildiğinin işareti değil midir? Bütün bunlar İran’la karşı karşıya getirilme projesinin bir yerlerde ciddi olarak planlandığını göstermez mi?
Ayrıca işsizlik oranlarındaki artış da iç barışı tehdit eden önemli bir tehlike olarak kendisini hissettirmeye devam ediyor. Yüzde 13 gibi bir oran tarihi bir noktadır. Bir an önce gerçekçi ve sorunun kökenine inen adımlar atılmak zorunda. İstihdam kampanyalarının da istenilen sonucu vermediği görülüyor. Borç almadan üç ay ayakta kalma şansımız yok. Bu durumu ilelebet sürdüremeyiz. “Borç alan emir alır” sözünü bilmeyenimiz yoktur. Bu durum siyasi olarak bizi bazı şeylere mecbur hale getirirse her açıdan sıkıntıya gireceğiz demektir.
Sonuç olarak, toplumun ortadan ikiye bölündüğü bir oylama sonrasında, ekonomide sıcak paraya bağımlı, insanlarına iş bulamayan, dış politikada çözümü ABD’ye yanaşmakta bulan, terör vesair oyunlarla iç barışı tehdit altında olan, sınırları ateş çemberine dönmüş bir yerde her şeyi ilelebet güllük gülistanlık ilan ederek süreçleri yönetemeyiz. Bütün bunlarla birlikte yolun sonunun endişe verici bir noktaya çıktığını görüyoruz. Bir an önce en başta iç barışı her açıdan temin edecek bir yol haritası ortaya konulmalıdır. Obama döneminde Suriye’de yanlış yapıldı. Trump döneminde de İran üzerinden aynı tuzaklara düşülmemelidir. Ekonomide üretim merkezli ve ithalatı olabildiğince sınırlayan bir modele geçilmelidir. Herkesin adalete olan güveni mutlaka tesis edilmelidir. Bu şekilde ancak yolun sonunda bizi bekleyen riskleri bertaraf edebiliriz. Yoksa hiç kimse olabileceklerin vebalinden kurtulamaz.