26-08-2016 tarihinde eklendi
Kurtulmuş: Türkiye Dahil Tüm Taraflar Suriye’de Hata Yaptı
Harekâtın, ‘sonuç alıcı, etkin ve kısa bir operasyon’ olacağını vurgulayan Kurtulmuş, Suriye konusunda Türkiye dahil tüm ülkelerin hata yaptığını söyledi. ‘Yanlış hesaplar’ yapıldığını belirten Kurtulmuş, “Meselenin bu kadar uzun süreceği ve küresel krizler yumağı haline döneceği baştan hesap edilemedi” dedi.

Fırat Kalkanı Harekâtı’nın nedeni ve amacı nedir? Ne kadar sürmesi planlanan bir operasyondan bahsediyoruz?
 
Türkiye geçen sene 22 Temmuz’dan bu yana terör örgütleri ile çok yoğun bir mücadele içerisinde. Hatta diyebiliriz ki Türkiye terör örgütleriyle savaşıyor. Terör örgütleri Türkiye’nin büyük şehirlerinde İstanbul’da, Ankara’da, tekrar İstanbul’da ve en son da Gaziantep’te canlı bomba saldırılarıyla ya da bombalı araç saldırılarıyla canımızı yakıyor. Türkiye’nin bu anlamda çok büyük bir ulusal tehdidi haline dönmüş vaziyette. Ayrıca hemen sınırın öte tarafında, Karkamış’ın burnu dibinde olan Carablus’dan ya da diğer sınıra yakın bölgelerden Türkiye’ye çok sayıda füze atılıyor. Bir müddet evvel Kilis’in neredeyse merkezi bu terör örgütlerinin füze saldırıları tehdidi altında kaldı.
 
Dolayısıyla Türkiye hemen sınırının ötesinde, çok yakın, birkaç kilometre ötesinde ortaya çıkan bu gelişmelerden son derece rahatsız olduğunu çeşitli vesilelerle dile getirdi. Kendisine karşı yapılan tacizlere karşılık olarak da şimdiye kadar kendi sınırlarımız içerisinden misliyle cevap verdik. Ama gelinen bu noktada özellikle Carablus’ta IŞİD’in bu varlığı ve diğer terör örgütlerinin Türkiye’ye çok açık bir tehdit olması öncelikli olarak Türkiye’nin ulusal güvenliğini, sınır güvenliğini garanti altına almasını zorunlu kılmıştır. Bu anlamda da Türkiye bu mücadeleye başlamıştır.
 
Ayrıca Türkiye Carablus operasyonunu başlatırken uluslararası camia ile uluslararası koalisyon ile tam bir mutabakat halinde bu operasyonu başlatmıştır. Yani uluslararası hukuka uygun bir operasyon sürdürülmektedir. Bizim amacımız Türkiye’nin ulusal güvenliğini sağlamaktır, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına destek olmaktır ve Türkiye’nin bu terör örgütlerinden özellikle de IŞİD’in saldırılarından emin bir hale gelmesinin temin etmektir.
 
Bunun için çok uzun süreli bir operasyon değil, sonuç alıcı, etkin, kısa süreli bir operasyon ile sahadaki hareketliliği gerçekleştirmek istiyoruz.
 
Kısadan kastınız birkaç gün ya da birkaç hafta mı?
 
Bunu bu andan itibaren söylemek mümkün değil. Hedefler bellidir. Bu hedeflere ilk andan itibaren çok etkin taarruzda bulunulduğu TSK tarafından açıklanmıştır. Bu hedeflerin hepsi yok edilinceye ve Türkiye’ye tehdit oluşturmayıncaya kadar bu mücadele sürecektir.
 
Operasyonun adının Fırat Kalkanı olması sadece IŞİD’de değil, aynı zamanda PYD’ye yönelik olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca bunun Türkiye operasyonu olduğunu söylemek mümkün mü?
 
Başından itibaren Fırat’ın batısına PYD güçlerinin geçmemesi konusunda Türkiye ile uluslararası koalisyon arasında bir mutabakat vardır. Ama bu mutabakata rağmen bu bölgede ciddi bir hareketlenmenin olduğu ve PYD güçlerinin zaman zaman Membiç bölgesindeki IŞİD varlığını da bir bahane olarak kullanarak Fırat’ın batısına geçtiğini biliyoruz.
 
‘Türkiye bunu kabullenemez’
 
Bizim Suriye ile ilgili söylediğimiz şu; biz Suriye’nin kuzeyinde bütün halkların özgür bir şekilde yaşamasından yanayız. Suriye’nin kuzeyinde Kürtler var, Araplar var, Türkmenler var diğer unsurlar var. Bir gücün ‘bu bölgede sadece ben olacağım, diğerleri olmayacak’ deme hakkı yoktur.
 
Dolayısıyla Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde 911 km. sınırı olan bir ülke olarak bu sınırın hemen altındaki bölgenin bütünüyle bir örgütün elinde olmasına rıza gösteremez. Bunu kabullenemez. Bunu sadece kendi ulusal güvenliği açısından değil, Suriye’nin bundan sonraki toprak bütünlüğü için de önemli olduğunu görür ve bu hassasiyetle hareket eder.
 
Uluslararası hukuk çerçevesinde yapılan bir harekât olduğunu belirttiniz. ABD, Rusya ve İran ile temaslar vardı. Dışişleri Bakanı hafta sonu İran’a gitmişti. Bu ülkeler haberdar edildi herhalde?
 
Tabii bütün uluslararası camianın bu operasyondan haberi var. Bu tamamıyla Türkiye’ye karşı açık saldırıda bulunan, en son Gaziantep’te yüzünü gösteren terör örgütüne ve terör örgütlerine karşı yapılmış bir mücadeledir  ve uluslararası hukuk çerçevesinde diğer ülkelerin de bu operasyondan haberi vardır.
 
Bilgi verilenler arasında Şam yönetimi de var mı? MİT Müsteşar Yardımcısı’nın Şam’a gittiği yönünde bazı haberler vardı.
 
Operasyonda tabii ki uluslararası camiada ilgili bütün taraflar bilgilendirilmiştir. Biliyorsunuz son zamanlarda Suriye’nin kuzeyinde olan gelişmelerden, Membiç bölgesinde olan gelişmelerden Şam yönetiminin de rahatsızlık duyduğu görülüyor. Şam yönetimi orada bazı PYD mevzilerini de biliyorsunuz bombaladı. Dolayısıyla Suriye’nin kuzeyindeki hareketlilik bir oranda Şam yönetimini de kendi kontrolü dışına çıkmış bir hareketlilik olarak gördüğünü tahmin ediyoruz. Onları da rahatsız ettiğini tahmin ediyoruz.
 
Sayın Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında yapılan son güvenlik zirvesinde ana hatları çatılmış bir operasyon ….
 
Tabii.
 
Koalisyon güçlerinin desteği konusunda… Türkiye uçakları ile koalisyon uçakları birlikte mi hareket ediyor? Hangi koalisyon güçleri operasyon içerisinde?
 
Koalisyon uçakları zaman zaman farklı bölgelerdeki operasyonlarda farklı ülkelerin uçakları kalkıyor ve ağırlıklı olarak da İncirlik hava üssü bu operasyonlarda kullanılıyor. Burada ortak hedefler belli. Koalisyon ülkelerinin katkılarıyla Türkiye’nin müştereken bir hareketi söz konusudur…
 
Türk uçakları operasyonda kullanılıyor….
 
Türkiye bütün unsurlarıyla bu operasyonun içerisindedir.
 
“Temizlenmiş bölge haline gelecek”
 
Harekât sadece Carablus’un temizlenmesi ile mi sınırlı olacak? Yoksa Afrin’e kadar bir hedef var mı?
 
Carablus ile Azez arasındaki bölge zaten ılımlı Suriye muhalefetinin kontrolünde. Burada önemli olan, hemen Karkamış’ın karşısının Türkiye’ye bir tehdit olmasının ortadan kaldırılması.  Carablus’un bütün terör örgütlerinden temizlenmesi Türkiye’nin ilk ve öncelikli hedefidir. O bölge, büyük oranda Türkiye’ye düşman unsurların uzaklaştırıldığı, temizlenmiş bir bölge haline gelecektir.
 
İran, Rusya ve Türkiye’nin Suriye konusunda işbirliğine dair açıklamalar yapıldı. Bu üç ülke arasındaki yakınlaşma bu operasyon üzerinden nasıl okunabilir?
 
Bu ülkeler de siyasi olarak sürekli Suriye’nin toprak bütünlüğünü dile getirmiş ülkelerdir.  Bu üç ülkenin, şu anda bile çok farklı yaklaşımları var. Ama hem bu ülkeler, hem koalisyon ülkeleri, Avrupa ülkeleri, ABD, gelinen noktayı çok iyi tespit etmek durumunda. O da şudur; iç savaş yaklaşık iki sene evvel bir vekâlet savaşına dönüştü. İkinci safhasına geldi.
 
Vekâlet savaşı da öyle bir noktaya geldi ki, artık neredeyse dünyanın bütün orduları Suriye’de. Suriye üzerinde bir takım hesapları var. Bundan sonra vekâlet savaşlarının sürdürülebilmesi mümkün değil.
 
“Ülkelerin doğrudan kendilerinin savaşmaları söz konusu olabilir”
 
Artık Amerika’nın da, Rusya’nın da, İran’ın da, diğer ülkelerin de, koalisyon güçlerinin de şunu gördüğünü açıkça hissediyoruz: Bu vekâlet savaşları daha fazla sürdürülemez. Eğer vekâlet savaşları sürdürülürse söz konusu karşıt tutumlar içinde olan ülkelerin doğrudan kendilerinin savaşmaları söz konusu olabilir. Bunu, kimsenin Suriye üzerinden göze alacağını zannetmiyorum.
 
“Daha ileri adım atmayı kimse göze alamaz”
 
Suriye halkı bakımında maalesef kötü bir noktadır. 450 bin masum sivilin öldüğü bir vekâlet savaşından bahsediyoruz. Ama sonuçta aynı zamanda da, barışa en yakın olduğumuz noktalardan birisidir diye düşünüyorum. Çünkü daha ileri adım atmayı kimse göze alamaz.
 
Dolayısıyla burada, Rusya, İran ve Türkiye’nin Suriye’de bir barış perspektifi oluşturmak konusunda eskiye göre çok daha yakın durduğunu ifade etmek mümkündür. Aynı şekilde koalisyon güçlerinin de eskiye göre barış perspektifi oluşturmak bakımından artık daha ciddi, farklı bir noktada durduğunu söylemek mümkündür. Açıkçası vekâlet savaşlarının sonu gelmiştir.
 
“Barış masası kurulacaktır”
 
Bundan sonra bir türlü barış masası kurulacaktır. O barış masasında da ümit ederiz ki Suriye halkının istediği, gerçekten demokratik, bütün toplumsal kesimlerin katıldığı yeni bir Suriye’nin kurulması mümkün olur.
 
Türkiye bugüne kadar hep güvenli bölge oluşturulmasını gündemde tuttu. Bu önerisine ikna edemedi. Şu anda ABD’nin operasyona verdiği destek Türkiye’nin güvenli bölge önerisinin kabul edilmesi anlamına gelebilir mi?
 
Pratik olarak kısmen kabul ettikleri anlamına gelir.
 
Maalesef Türkiye birkaç şey söylemişti ki, ne kadar haklı olduğumuzu zaman ortaya koydu. Bunlardan birisi uçuşa yasak bölge ilan edilmesi. Bununla paralel olarak güvenli bölge oluşturulması.
 
Eğer uçuşa yasak bölge ilan edilmiş olsaydı, rejim güçleri çok sayıda sivil hedefi vurmayacak ve belki yüzbinlerce, on binlerce insanın ölümünün önüne geçilmiş olacaktı.
 
Eğer güvenli bölge oluşturulmuş olsaydı ve bu uluslararası camia tarafından garanti edilseydi, IŞİD ve benzeri örgütler sahada bu kadar kuvvetlenmeyecek ve belki de bu vekâlet savaşlarının ortaya çıkardığı yaklaşık 6,5 – 7 milyon insanın göçüne  neden olan bir göç dalgası ortaya çıkmayacaktı.
 
“Tek başımıza barış perspektifi oluşturamadık”
 
Ayrıca maalesef uluslararası camia, başta ABD’nin liderliğini yapmış olduğu koalisyon güçleri, bu alanlarda hep bir adım ileri bir adım geri gittiler, bir barış perspektifi ortaya koyamadılar. Maalesef biz de tek başımıza bir barış perspektifi oluşturamadık. Bunun sonucu olarak ortaya artık kimsenin karşılayamayacağı, maliyeti son derece yüksek bir Suriye tablosu çıktı. Suriye’den neşet eden bir uluslararası terör networkü ortaya çıktı. Bu sadece Türkiye’yi, Ürdün’ü, bölge ülkelerini etkilemekle kalmıyor. Bütün dünyayı etkiliyor. Brüksel’i de, Paris’i de, Amerika’yı da etkiliyor. Asya’dan Afrika’ya kadar çok geniş bir İslam coğrafyasını etkiliyor.
 
Dolayısıyla keşke bu uçuşa yasak bölge ve güvenli bölge meselesi vakti zamanında bundan üç, dört sene evvel uygulansaydı, IŞİD belası ile dünya karşılaşmasaydı. Bir göçmen krizi ile başta Avrupa olmak üzere bütün dünya karşılaşmasaydı.
 
Ayrıca, meselâ, eğit – donat gibi bir takım programlar da son derece başarısız oldu. Çünkü, bir realite üzerine oturmadı. Keşke buralarda da Türkiye’nin gösterdiği istikâmette adımlar atabilseydi koalisyon ülkeleri.
 
Artık keşke demenin bir anlamı yok. Geçti. Bundan sonra Türkiye halkına, dolayısıyla dünya halklarına daha fazla bedel ödetmeyelim. Suriye’de net, kesin, kalıcı, Suriye halkının istediği kalıcı barışa doğru inşallah adımlar atalım.
 
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun kullandığı bir ifade var, “süpürme operasyonu” dedi. Süpürmeden sonra güvenli bölge oluşturulabilir ve Türkiye’deki mültecilerin buraya taşınması söz konusu olabilir mi?
 
Bunlar oluşabilir. Biliyorsunuz Türkiye’nin başından itibaren Türkiye sınırları dışında bir takım mülteciler ile ilgili kamplar oluşturulması konusunda hazırlıkları tamdır. Oralar, uluslararası camia tarafından güvenliği garanti altına alındığı anda biz Türkiye’nin karşı tarafında çok sayıda insanı barındıracak kampları çok kısa sürede kurabilecek hem altyapıya, hem de hazırlığa sahibiz. Dolayısıyla önce buranın tehlikesiz bir bölge haline getirilmesi gerekir ondan sonra …
 
“Süpürme operasyonu tamamlandığında….”
 
Bu aynı zamanda şu demektir; artık bir barış süreci başlıyor demektir. Eskiye göre, siyaseten Türkiye – Rusya, Türkiye – İran geriliminin azalmaya başladığı bir ortamda, bölge ülkeleri arasında – koalisyon ülkelerini de işin içerisine katarak –birbirine daha yakınlaşmış fikirlerin olduğunu düşünürsek, bu süpürme operasyonu başarı ile tamamlandığında ortaya çok daha güvenli bir Kuzey Suriye çıkacaktır. Çok daha rahat orada adım atmak mümkün olacaktır.
 
Barış masası kurulmasından bahsettiniz. Bu sözünüz Sayın Başbakan’ın Suriye’de sürpriz gelişmeler olabilir sözünü hatırlatıyor. Ama herhalde bahsedilen sürpriz bu operasyon değil….Türk kamuoyunun kendisini nasıl bir sürprize hazırlaması gerekiyor? Meselâ, o barış masasında Türkiye ve Esed’in karşılıklı oturması söz konusu olabilir mi?
 
Öncelikle herkesin, bütün uluslararası camianın şunu görmesi ve hissetmesi lazım. Bir ülkenin bir başka ülke üzerinde söz söyleme ve oradaki geleceği tayin etme hakkı olmamalıdır. Biz başından beri diyoruz ki, ‘Suriye’yi kimin idare edeceğine biz karar vermeyelim.’ Ama Amerikalılar da, Ruslar da , İranlılar da karar vermesin.
 
Meselenin tarafı Suriye halkıdır. Eğer bu barış masasının tarafları olacaksa, bunlar farklı ülkeler değil, Suriye’nin halkı ve Suriye’de şu anda mücadele eden taraflar olmalıdır.
 
Bizim de uluslararası camia olarak katkımız, kim kime yakınsa, kime sözü geçiyorsa, onlara barış istikametinde, ama dikte ettirilmiş bir barış değil, Suriye halkının bütün kesimlerinin içinde temsil edildiği demokratik bir barış ortamı olmalı.
 
Sizin geçtiğimiz günlerde bir sözünüz basında yer aldı. Türkiye’nin başına gelen bir çok şeyin Suriye politikasının sonucu olduğunu ve başka ülkeler gibi Türkiye’nin de geçerli bir politika ortaya koyamadığını söylediniz. Bu sözünüzden, Türkiye’nin de geçen 5 – 6 yıllık dönemde yanlışlık yaptığını fark ettiğini mi anlamalıyız?
 
Sözüm çok açık. Uluslararası camia bugün koalisyon güçlerini oluşturanlar da, karşı taraf da Esad rejimine destek verenler de, hep şöyle düşündüler: kısa süre içerisinde bu iş biter ve Suriye’de bir sonuç ortaya çıkar. Maalesef ilgili bütün tarafların Suriye politikasında yanlış hesap yaptığı açıktır.
 
Türkiye dahil…
 
Türkiye de dahil. Meselenin bu kadar uzun süreceği ve bu kadar küresel krizler yumağı haline dönebileceği belki baştan hesap edilemedi. Birkaç ay içerisinde iç savaş başladı ve aşağı yukarı iki yıl süren iç savaştan sonra, iki sene de vekâlet savaşları sürdü. Öyle bir hal aldı ki, Suriye şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy bölündü. Şu anda Suriye silahlı grupların, terör örgütlerinin cenneti hâline döndü. Bu uluslararası camia tarafından artık taşınamaz ağır bir yüktür. Söylediğim budur.
 
Şu haritalara bakın. Her taraf renkli renkli. Bir köyde PYD var, bir köyde El Nusra, öteki köyde IŞİD, onun yanı başında ÖSO var, aşağısında rejim güçleri var. Bu sürdürülemez bir durumdur. Bu sadece Suriye’yi etkilemekle kalmaz. Bütün bölge ülkelerini etkiler.
 
Etkilemedi mi? Eğer Suriye’deki bu bataklık olmasaydı Türkiye bu kadar çok terör saldırısı ile karşı karşıya kalmayacaktı. Ürdün bu kadar ağır bir göçmen baskısı altında kalmayacaktı. Avrupa Birliği göçmen politikasını çözmek için kara kara düşünmeyecek ve belki göçmenler dolayısıyla Avrupa’da bu kadar açık bir aşırı sağ siyaset tehlikesi ortaya çıkmayacaktı.
 
Suriye dediğiniz şey, Avusturya’yı da etkilemiştir, Fransa’yı da etkilemiştir, İtalya’yı da etkilemiştir, Yemen’i de, Ürdün’ü de, Türkiye’yi de. Eğer Suriye krizi olmasaydı Türkiye ile Rusya arasında yaklaşık bir yıldır yaşadığımız bu gerilim olmayacaktı. Eğer bu kriz olmasaydı Türkiye ile İran arasında çok ciddi gerilimler ortaya çıkmayacaktı. Sayabilirsiniz. Söylediğim şey budur.
 
“Suriye sorununda yeni bir safhaya gelinmiştir”
 
Siyaset değişen şartlara göre dış politikada da yeni bir takım perspektifler üretebilme sanatıdır. Suriye sorununda yeni bir safhaya gelinmiştir.  Bundan üç, dört, hatta bir sene öncesine göre şartlar fevkalade ciddi şekilde değişmiştir. Biz bu değişen şartlar çerçevesinde kendi milli menfaatlerimizi korumak bakımından yeni perspektifler geliştirmekle yükümlüyüz. Bu siyasetin de bir gereğidir. Diğer ülkeler de bunu yapıyorlar, bunu yapmaya çalışırlar. Ümit ederiz ki, sonuçta Suriye halkı için hayırlı sonuca ulaşabiliriz.
 
ABD Başkan Yardımcısı Biden’in ziyaretinden sadece birkaç saat önce operasyonun başlamış olmasının özel bir anlamı var mı?
 
Hayır özel bir anlamı yok. Tesadüf.
 
15 Temmuz’un ardından aslında ABD Dışişleri Bakanı Kerry’i beklerken, Biden’ın ziyaretine evrildi süreç. Burada Türkiye’nin hassasiyetlerinin artık daha iyi algılandığını düşünmek mümkün mü?
 
15 Temmuz ruhu ve 7 Ağustos duruşu [Yenikapı mitingi] Türkiye’nin bütün dünyadaki algısını çok olumlu şekilde değiştirmiştir.
 
Bu Türkiye’nin dış ilişkileri bakımından elini çok güçlendiren milli bir duruştur.
 
Bundan sonra bütün muhataplarımız Türkiye Cumhuriyeti devletini, meşru hükümeti, Türk halkını başka bir gözle değerlendiriyorlar.
 
15 Temmuz – 7 Ağustos arasında biraz da mırın kırın ederek darbe teşebbüsünü eleştirsek mi eleştirmesek mi diye tereddüt geçiren batı dünyasındaki bazı dostlarımızın bundan sonra çok rahat bir şekilde Türkiye demokrasisinin yanında yer alacaklarını, Türkiye demokrasisiyle ilişki kurmak için daha istekli olacağını görüyorum.
 
Fethullah Gülen’in iadesi konusu Biden ziyaretinin en önemli başlıklarından bir tanesi. Türkiye ısrarlı olduğunu her mecrada, her ağızdan dile getiriyor. ABD Gülen’i vermezse, neden vermez?
 
Siyaset biraz da empati yapma işidir. Kendimizi oradaki siyasetçilerin yerine koyarsak, akıl şunu gerektirir: 79 milyon Türk halkıyla işbirliği yapmak mı, yoksa dini bir kültün, ama askeri dikta heveslisi dini bir kültün lideri olan çete başı teröristin yanında durmak mı? Bu tercihi Amerika yapmak durumundadır. Yıllardır çok yakın ilişkisi olan, NATO çerçevesinde stratejik işbirliği olan ve gerçekten stratejik ortaklık prensibi içerisinde yıllardır teröre karşı da ortak mücadele vermiş olan bir Türkiye’den bahsediyoruz.
 
Ben hiçbir Amerikalı yöneticinin Türkiye’yi Fethullah Gülen’e feda edeceğini zannetmiyorum. Çünkü Amerikalıların da en azından ortalama bir aklının olduğunu, siyasi bir yeteneğinin olduğunu görüyoruz. Bu, Amerikan menfaatlerine aykırı bir şeydir. Hele hele 15 Temmuz darbe teşebbüsünün başında bu çete başının olduğu açık olduktan sonra Türk halkını bütünüyle kaybetmeyi göze alarak Fethullah Gülen’in yanında durmayı göze alacağını hiç zannetmiyorum.
 
İsrail ve Rusya ile yeniden normalleşme süreci, Suriye’de politika değişikliği… “Mısır’dan yapılan açıklamalar güzel” diye Sayın Başbakan’ın bir ifadesi var… AK Parti dış politikada toplu bir yüzleşme süreci mi yaşıyor?
 
Hiçbir ülkenin dış politikayı tek başına laboratuvar ortamında belirleme şansı yok. Ne kadar güçlü olursanız olun. Dış politikada herhangi bir konuda onlarca farklı aktörün zaman zaman gücü artan, eksilen müdahalesini görmemiz lazım. Dolayısıyla bu söylediğiniz konuların hepsiyle ilgili Türkiye ilkeli,  şahsiyetli bir duruş sergilemeye çalıştı. Bu anlamda ilkelerini önceledi.
 
Ama sonuç itibariyle, siyasetin değişen şartları var. Bu sadece Türkiye ile ilgili değil. Bölgenin, dünya siyasetinin değişen şartları var. Açık söyleyeyim daha keskin mücadelelerin başladığı bir dönemdeyiz. Ekonomik olarak üçüncü dünya savaşının ayak izlerinin başladığı bir dönemdeyiz. Türkiye bütün bu farklı ekonomik bölgelerin her birisiyle de irtibatı olan bir ülke.  Türkiye bunların hiçbirisini bir diğeri için feda edemez. Dolayısıyla buralarda mümkün olduğu kadar sorunları çözerek yolumuza devam edeceğiz.
 
Yeni şartlar ortada. Bu yeni şartlar çerçevesinde de, her bir alan ile ilgili ne bölge, ne küresel gerçeklerden soyutlanmayan, olabilir, uygulanabilir dış politika perspektifleri ortaya koymaya gayret ediyoruz.
 
“Bizim kadar çok elinde dış politika kartı olan ülke yoktur”
 
AK Parti döneminde ‘komşularla sıfır sorun’ bir tanımdı. Bir başkası ‘Değerli yalnızlıktı’. Siz şimdi yeni bir kavram üretseniz ne söylersiniz?
 
Türkiye herhalde kendi eksenini tahkim etmek durumundadır. Zaman zaman Türkiye ile ilgili eksen tartışmaları yapılıyor. Türkiye’nin ekseni kendi eksenidir. Bu eksene baktığınız zaman doğuyla da batıyla da, İslam dünyasıyla da, Hristiyan dünyasıyla da, zengin ülkelerle de yoksul ülkelerle de eş zamanlı ilişkiler geliştirebilme imkân ve kabiliyeti vardır. Bizim kadar çok elinde dış politika kartı olan bir başka ülke yoktur.
 
Şunu yaparsak yanlışlık yaparız. Sadece bölge ülkelerine bakışımızı teksif eder, başkalarını görmezsek bir başka yanlış olur. Sadece batıya dönersek bir başka yanlış olur. Sadece doğuya dönersek bir başka yanlış olur. Türkiye bunların hepsiyle eş zamanlı olarak ilişkilerini sürdürmeli. Biz ilişkileri hep iyi bir çizgide tutabilecek bir gayreti ortaya koyacağız. Dış politikada elimizdeki kartların zenginliğini kullanacağız.
 
Al Jazeera
http://caferider.com.tr/kurtulmus--turkiye-dahil-tum-taraflar-suriyede-hata-yapti_h17641.html