ABD eski başkanı John Fitzgerald Kennedy’nin yeğeni, avukat Robert F. Kennedy Jr.’ın izah ettiği gibi, Batı’nın Esad hükümetini devirmek istemesinin başlıca sebebi, Katar’dan başlayacak ve Suriye’den geçecek, ülkenin yeni keşfedilen kıyı rezervlerini kullanacak ve Türkiye üzerinden AB’ye kadar devam edecek, Rusya’nın Gazprom firmasına büyük bir rakip olacak bir doğalgaz boru hattı inşa etmek istemesiydi.
Rusya'nın önceden büyük bir uyarı yapmaksızın aldığı, Suriye'deki askeri varlığını büyük ölçüde azaltma kararı, dünyayı buna bir izahat getirmek için birbiriyle mücadele eder halde bıraktı. Ancak Rusya Tartus deniz üssündeki ve Hmeymim hava üssündeki askeri varlığını koruyacak. Aslında Rusya, “çekilmeksizin çekiliyor”.
Kısmi geri çekilme pek çok kişi tarafından Esad hükümetine verilmiş, Rusya'nın askeri yardımını çantada keklik görmeme ve yaklaşan barış müzakerelerinde daha esnek olma mesajı olarak görüldü.
ABD eski başkanı John Fitzgerald Kennedy'nin yeğeni, avukat Robert F. Kennedy Jr.'ın izah ettiği gibi, Batı'nın Esad hükümetini devirmek istemesinin başlıca sebebi, Katar'dan başlayacak ve Suriye'den geçecek, ülkenin yeni keşfedilen kıyı rezervlerini kullanacak ve Türkiye üzerinden AB'ye kadar devam edecek, Rusya'nın Gazprom firmasına büyük bir rakip olacak bir doğalgaz boru hattı inşa etmek istemesiydi.
Ruslar, Suriye'de Esad hükümetini yerinde tutarak ve kuvvetlerini Suriye'deki üslere kalıcı olarak yerleştirerek, Katar doğalgaz boru hattının geliştirilmesinin önüne aşılmaz bir set çekti. Rusya aynı zamanda kendisini, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan da dahil olmak üzere Doğu Akdeniz'deki öteki yeni keşfedilen kıyı doğalgazı kaynaklarının kesişim noktasına yerleştirdi.
Avrupa'ya giden ve bu yeni partnerlere hizmet eden yeni bir Rus boru hattını hayal etmek zor değil. Yaptırımların kalkması aynı zamanda Gazprom'un Baltık Denizi'nin altından Almanya'ya ulaşan, Rusya ve partnerleri olan Royal Dutch Shell, Alman E.ON firması ve Avusturyalı OMV firması lehine ikinci bir boru hattı inşa etme yönündeki, uzun zamandır askıda olan planlarını hayata geçirmesine yol açabilir mi?
Her ne kadar Suriye'ye müdahil olmuş güçler, son çare olarak ve denge getirecek istikrarlı bir siyasi çözüm olarak Suriye'nin parçalanmasını getirmeye çalışıyor olsa da, bu, bütün diğer seçenekler tüketildikten sonra varılmış bir sonuç değildir ve bu pek çok uzmanı şu soruyu sormaya yöneltmiştir: en başından beri hedef Suriye'nin parçalanması mıydı?
Aşağıda, çeşitli jeopolitik uzmanları tarafından en başından beri savunulmuş bu türden seçeneklerden biri sunulmaktadır. Metin 2013 yılında Dış Politika Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayınlanmıştır:
“Suriye'de Sünni Arap hegemonyasını zor yoluyla tesis etmenin en sürdürülebilir alternatifi bölünmedir: ya iki veya daha fazla bağımsız devletle sonuçlanacak (2011 Sudan gibi) “sert” bölünme ya da O'Hanlon'un savunduğu gibi, zayıf bir federal hükümet altında özerk merkezi kantonlarla sonuçlanacak (1995 Bosna gibi) “yumuşak” bölünme.
1975-1990 iç savaşında Lübnan'da olduğu gibi, de facto parçalanma her gün gerçekleşiyor. Karşı karşıya olduğumuz soru şu: uluslararası toplum, bir tarafı veya diğerini zafere taşımak üzere güçlendirmek yerine, bu parçalanmayı somutlaştıran ve kurumsallaştıran bir çözümü teşvik etmeli mi?
[Suriye'de parçalanma sonrası etki alanları]
Ürdün ve belki de İsrail bir Dürzi devletçiğinde bir dost bulurken, sahil şeridindeki Alevi hakimiyetindeki bir devletçik kesinlikle Tahran ve Moskova çizgisinde olacaktır (nitekim parçalanma, Rusya'nın Tartus'taki deniz tesisini uzun vadede koruması için en iyi umuttur). Kürt bölgesi muhtemelen Irak'taki dengiyle yakın bir ilişki geliştirecektir. Arap Körfezi devletleri merkeze (kelimenin gerçek anlamıyla, pek çok yerde) sahip olacaktır.”
Günümüz dünyasındaki çatışmaların çoğu, Britanya'nın İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki yıllarda terk ettiği, tükettiği ve yoksullaştırdığı eski sömürge topraklarında gerçekleşiyor. Felaket yaratan emperyal miras halen oldukça gözle görülür nitelikte ve Britanya İmparatorluğu'nun bu türden sert tartışmaları provoke etmeye devam etmesinin sebeplerinden biri bu. Eğer Britanya sömürgelerinde bu denli başarı elde ettiyse, neden bu kadar çok ülke yarım asır sonra hâlâ uğursuz bir karmaşa içinde ve şiddetin ve karışıklığın ana nedenleri arasında?
Britanya'nın alt-kıtaya yönelik jeostratejisi
Britanya'nın Güney Asya'ya ve Ortadoğu'ya yönelik politikası aynı şekilde sömürgecidir ve Amerika Birleşik Devletleri'nin politikasından önemli ölçüde farklıdır. Bugün Washington'da en iyi ihtimalle dar görüşlü insanlar iktidardayken bile, ABD'nin politikası ülkeleri bölme yönünde değil, rejimleri kontrol etme, yahut son yıllarda baskın olduğu üzere, kibirli neo-con'ların etkisi altında, rejim değişikliğini zorlama yönündedir. Bu sıklıkla – Irak'ta, Libya'da, Suriye'de olduğu gibi – karmakarışık bir durum meydana getirse de, ABD bu türden sonuçlardan imtina etmeyi tercih edecektir.
Britanya ise post-kolonyal dönemde jeostratejik vizyonunu bir karmaşa yaratma, sonra karmaşayı derinleştirme ve ülkeyi parçalama üzerine inşa etmiştir – 1947 yılında Hindistan'ın bölünmesi de tam olarak bu çizgiler üzerinde gerçekleşmiştir. Bu politika, uzun süreye yayılan, şiddet yoluyla parçalanmayla sonuçlanmaktadır. İngiliz sömürgeci güçlerinin geçmişte ağına düşürdüğü ve hâlâ önemli ölçüde ipleri elinde tuttuğu ülkelerde bugün sergilenen süreç de budur.
İngilizler 1947 yılında Hint alt-kıtasını terk ettiği zaman burası Hindistan ve Pakistan şeklinde ikiye bölünmüştü. İkinci Dünya Savaşı'ndan çıkan İngiliz sömürgeci jeostratejistleri, petrol ve doğalgaz sahalarını kontrol etmenin önemini anlamışlardı. Stratejistlere göre eğer mülkler korunabilirse Britanya ve müttefikleri, bu hammadde rezervlerini kontrol altına almak ve başkalarını bundan yoksun bırakmak için göze çarpan bir mesafede kalmalıydı.
İşte o zamanın Britanya Hindistanı'nın (Hindistan & Pakistan) stratejik öneminin devreye girdiği ve tarihçilerle siyasal analistlerin unuttuğu nokta burasıdır.
Hindistan/Pakistan'ın & Ortadoğu'nun stratejik önemi
Almanya 5 Mayıs 1945 günü teslim oldu. Aynı gün Başbakan Winston Churchill, savaş kabinesinin çatışma sonrasını planlama personeline, “Britanya İmparatorluğu'nun Hindistan'daki ve Hint Okyanusu'ndaki stratejik çıkarlarını korumak için gerekli uzun vadeli politika” hakkında bir değerlendirme yapmasını istedi. 19 Mayıs günü bu çok gizli değerlendirme raporu önüne konuldu. Raporun temel noktası, Britanya'nın alt-kıtayla bağlantısını, bölgeye yönelik Sovyetler Birliği tehdidini defedecek şekilde koruması gerektiği idi.
Rapor, Hindistan'ın Britanya için stratejik önem taşımasının dört sebebini aktarıyordu:
1. Orada bulunan kuvvetlerin kolaylıkla hem Hint Okyanusu bölgesi içinde, hem de Ortadoğu ve Uzakdoğu'da konuşlanmasına izin veren bir üs olarak değeri.
2. Hava ve deniz iletişimi için bir geçiş noktası olması.
3. İyi savaşma nitelikleri taşıyan insan gücü için geniş bir rezerv olması.
4. Kuzeybatısından İngiliz hava kuvvetlerinin Sovyet askeri tesislerini tehdit edebilmesi.
O tarihten Hindistan'ın bağımsızlığına kadar İngiliz genelkurmay başkanları tarafından yapılan ve inceleme için erişilebilir durumda olan bütün değerlendirmelerde vurgu, oradaki siyasal ve anayasal değişikliklerden bağımsız olarak İngiliz ordusunun alt-kıtayla olan bağını koruması gerektiği yönündeydi. Aynı şekilde, Hindistan'ın kuzeybatısının bu bağlamdaki özel önemini de vurguluyorlardı. (Çok gizli belge, PHP (45) 15 (0) final, 19 Mayıs 1945, L/W/S/1/983988 (Doğu ve Hindistan Koleksiyonu, British Library, Londra).
Bu hedeflerin ulaşılmasına toplu olarak Büyük Oyun adı veriliyordu. Onsekizinci yüzyılın başlangıcıyla birlikte Fransızlar da Hindistan'ın önemini idrak edebildi ve Avrupa'daki siyasi hedefleri için Hindistan'ın kaynaklarını paylaşma sürecine aktif bir şekilde dahil olmaya çalıştı. Bu, Napolyon döneminde tepe noktasına ulaştı: Napolyon, Hindistan Britanya İmparatorluğu'nun elinde olduğu müddetçe Kıta Avrupası'ndaki savaşlarda İngilizleri mat etmenin imkansız olduğunu anlayabildi. Bu yüzden Büyük Ordu, Afganistan üzerinden kara yoluyla Hindistan'ı alma üzerine kurulu zımni bir anlaşmayla Rusya'ya yöneldi. İngilizler bu planı anladığı zaman Fransızlara karşı birbiri ardınca koalisyonlar kuruldu ve bu koalisyonların vardığı sonuç Fransa ve Rusya arasında bir savaş yaşanması ve bu şekilde Napolyon'un en sonunda zayıflatılması oldu.
Daha sonra Ruslar bu kara yolunu ve onun faydalarını kavrayabildi ve hızlı bir şekilde güneydeki hanlıklara yönelip onları birbiri ardınca işgal etti. Rusya'nın Hindistan'ı istila etmesi veya açıkça işgal etmesi tehlikesini hisseden İngilizler üç şey yaptı:
§ 1857 sonrasında Keşmir, Afganistan ve Sih federe devletleri şeklinde tampon krallıklar kurdu.
§ Britanya Hindistanı ordusunu, Von Moltke gibi Alman stratejistlerin öngördüğü şekilde kurmay teknikleriyle eğitti.
§ Hindistan'ın kültürel mirasına burnunu soktu.
Öyle bir toplum mühendisliği yapıldı ki, 100 yıl içinde Hindistanlılar şanlı geleneklerinden her şeyi – kültürü, adetlerini, bilimleri – kaybetti ve bunların kendileriyle hiçbir ilgisinin olmadığını düşünüp uysalca İngilizlere ve onların eğitim sistemine teslim oldu.
İngilizler, Hindistan'ı tam kontrol altına almak için din, aşiret, kast, bölge ve dil bakımlarından Böl ve Yönet politikasını kullandı; bunların etkilerini Hindistanlıların hiçbir zaman içinden çıkamadığı bir zihinsel, duygusal ve psikolojik köleliğe devamlı surette düşüş şeklinde hâlâ görüyoruz. Bugün Levant savaş bölgesinde sahnelenen de tamı tamına budur. Aynı strateji bugüne kadar çeşitli isimler ve terimlerin – Yeni Büyük Oyun, Soğuk Savaş, Yeni Soğuk Savaş, vs. – kisvesi altında devam etmiştir.
İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesinden sonra “güç dengesi” adına çeşitli “etki alanlarına” bölünmüş kaç ülke var? Sınırlar çizildiği zaman onlarla birlikte çatışmalar da çizilir ve buna “barış planı” adı verilir. Hindistan, Britanyalılar tarafından şimdi Suriye'nin parçalandığı gibi 1947 yılında parçalanmıştı, peki bu iki ülkeye ne kadar barış geldi? Neden Hindistan ve Pakistan birbirini suçluyor ve Britanya tarafından bölünmelerinin stratejik nedenlerinin farkında değil, yahut bu nedenleri asla kabul etmiyor? En önemlisi, bağımsızlığın ardından gelen 60 yılı aşkın süre sonra eski sömürgeler, İngilizlerin çizdiği ve kendilerine yıkımdan başka bir şey getirmeyen sınırları neden kabul etsinler?
Shelley Kasli
Global Research
|
|