Yezîd Kimdir?
Türkiye Caferileri Lideri Selahattin Özgündüz'ün Kerbela ve İmam Hüseyin adlı eserinden bir bölüm..
Hüseyin'in tam anlamda tam karşıtı ise Yezîd'dir.
Yezîd; kötülüğü, yalanı, düzenbazlığı, kirlenmişliği, kokuşmuşluğu, zulmü, despotizmi, nekesliği ve namertliği temsil ediyor.
Yezîd; kanun-kural bilmez, hak-hukuk tanımaz, ayyaş ve sarhoş birisiydi.
Yezîd; hainlik, hilekârlık, iki yüzlülük, serserilik ve hayâsızlık gibi özellikleri geçmişlerinden miras almıştı. Hatta tarihçiler şöyle derler:
“Yezîd, babası gibi taş yürekli ve gaddar birisiydi; ama onun gibi kurnaz değildi. Bu yüzden, acımasız ve hain uygulamalarına yumuşak diplomatik kılıflar uydurmakta pek mahir değildi. Düşük karakteri ve seviyesiz ahlâkı, onda şefkat, adalet, sadakat ve diğer insani-İslami erdemlerden eser bırakmamıştı.”
O dönemin tarihini irdeleyip İmam Hüseyin (a.s) ve Yezîd'i tanıyanlar; Hüseyin'in, onun için zikrettiklerimizden daha yüce olduğunda ve Yezîd için söylediklerimiz de (hissiyatımızın ifadesi olmayıp) Yezîd'in bu anlatılanlardan çok daha rezil birisi olduğunda hemfikirdirler.
Yezîd, sadece peygamber ailesine zulmetmekle kalmamış, Peygamber'in mescid ve mezarını, ashabının kanıyla kızıla boyamış, ırzları da dâhil, Peygamber ashabının her şeyini askerlerine mubah kılmıştı. Bununla da kalmayıp Allah'ın beyti, Müslümanların kıblesi Kâbe'yi mancınıkla taş yağmuruna tutup ateşe vermişti.
Ve Yezîd; kalbi Resulullah'a (s.a.a) yönelik kin ve buğz ile dolu olan birisiydi. Bedir'de öldürülen müşrik dedelerinden dolayı bu kini besliyordu. Peygamber'in tertemiz Ehl-i Beyt'ini kılıçtan geçirdikten sonra Peygamber'den intikam aldığı için mutlu ve sevinçliydi. Tahtına kurulmuş, müşrik atalarının hazır olup intikamlarının nasıl alındığını görmelerini arzuluyordu ve pervasızca şarabını yudumlarken Abdullah b. ez-Zeb'arî’den iktibas ettiği şiir küstahça ağzından dökülüyordu:
Keşke Bedir'deki büyüklerim olsalardı da görselerdi
Hazrec'in, ok ve mızrakların isabetinden nasıl inlediğini
Haykırırlardı ve sevinçten gözyaşı dökerlerdi
Sonra derlerdi ki: Yezîd! Elin dert görmesin.
Onların ileri gelenlerinden ulularını öldürdük
Bedr'in karşılığı olarak, böylece denge sağlandı
Haşimoğulları mülk ile oynadılar.
(Yoksa Haşimi Muhammed’e Allah’tan) Ne bir haber gelmiş, ne de vahiy inmiştir
Handef'ten olmayayım (soysuz olayım), eğer intikam almazsam
Yaptıklarından dolayı Ahmed'in (Muhammed’in) soyundan.
Şimdi acaba, bu sözleri söyleyen biri Müslüman olabilir mi?
Yezîd Nasıl Hükümdar Oldu?
Kötülük timsali böyle bir zalim -hem de Peygamber (s.a.a) ashabının yaşadığı bir çağda- nasıl oldu da Müslümanların başına hükümdar olarak musallat oldu? Bu sorunun cevabını şöyle özetleyebiliriz:
Yezîd'in babası Muaviye, ikinci halife tarafından Şam valiliğine atandı. Gün geçtikçe güçlenen Muaviye, kendi kabilesinden üçüncü halife Osman döneminde, gücüne güç katarak başına buyruk bir devlet haline gelmişti.
Bu tür valilerin zalimce icraatları ve yolsuzlukları yüzünden üçüncü halife öldürüldü. Hz. Ali (a.s) zorla hilafete getirildi.
Hz. Ali (a.s) , hükümet programının bir paragrafında haksız kazanç, yolsuzluk ve kamuya ait menkul ve gayri-menkul malları kanunsuz yollardan ele geçirenlerden, bu malları hazineye / beyt'ül mala geri döndürmekte titiz ve kararlı olduğunu şu cümlelerle ifade ediyordu:
“Allah'a yemin ederim ki bu mallarla evlenme veya hizmetçi almada harcananları bile tesbit ettiğim an Beyt'ül Mal hazinesine geri döndüreceğim. (Bu adil paylaşımdan kimse sıkılmasın) Şüphesiz adalette herkes için genişlik, rahatlık vardır. Adaletten sıkıntı duyan kimse, kendisine yapılacak cevrin (haksızlığın) daha sıkıcı olduğunu unutmamalıdır. (Adalet bir gün ona da lazım olur.)”
Hz. Ali, adaletin ancak adil kadrolarla ikame edileceğine inanıyordu. Bunun için, kirlenmiş kadroları tasfiye edip yerine pırıl-pırıl kadrolarla ülkeyi yönetmeyi önemsiyordu.
Zamanın siyasetçileri, bir müddet bu kadrolarla devam etmesini, özellikle Muaviye'ye dokunmamasını, tasfiye işlemini zamana yaymasını İmam Ali'ye tavsiye ediyorlardı.
Oysa İmam Ali, siyasi oyunlarla iktidarını uzatmaktansa, iktidarı tehlikeye atma pahasına ilkeli ve hayatı pahasına bile adil kalmayı tercih ediyordu ve bunlardan asla ödün vermemeğe kararlıydı.
Hükümet programı öyle, yönetim anlayışı da böyle olunca, devlet imkânlarından servet toplamaya alışmış güç odakları adalet ve eşitliği esas alan bu anlayıştan huzursuz oldular. İmam Ali’ye kendilerine önceki hükümetler döneminde tanınan ayrıcalıkların devam etmesi konusunda baskı yapmaya başladılar. Ali adalet, eşitlik ve hürriyeti esas alan İslami yönetim biçiminden taviz vermeyince; biatlerini bozup İmam Ali'ye karşı savaş başlattılar. Savaşlar birbirini izledi. En sonunda Ramazan ayının 19. gününün sabah namazında kendisini öldürmeğe gelen Abdurrahman b. Mülcem adındaki teröristi fark etmesine rağmen, daha suç işlememiş birinin özgürlüğünü, namazı bitirinceye kadar olsun sınırlamayı İslami hukuk anlayışına sığdıramadı ve ne yazık ki Ali hukuk ve adalet anlayışının kurbanı oldu. Başına aldığı kılıç yarası neticesinde ancak üç gün yaşayabildi.
Kendisine ne yedirseler katiline de onu yedirmelerini, ona işkence etmemelerini, bu cinayetten dolayı taşkınlık yapmamalarını ve adaletten şaşmamalarını vasiyet etti ve öyle de oldu.
Hz. Ali'den sonra halk Hz. Hasan'a biat etti. Bu arada çıkarcı güç odakları Muaviye etrafında kenetlenmiş, merkezi hükümete karşı savaşa devam ediyorlardı.
Bir yandan kendi askerlerinde gördüğü savaşa karşı isteksizlik, bir yandan iç kargaşayı fırsat bilip hücuma geçerek İslam devletini kökten yok etmeyi amaçlayan dış tehdit ve diğer yandan gözünü iktidar hırsı bürümüş Muaviye’nin pervasızlığı; en büyük kaygısı İslam devletinin bekası olan İmam Hasan’ı sulha mecbur bırakmıştı.
İktidar uğruna İslam'ın kökten yok olmasına gönlü razı olmazdı. İmamet sorumluluğu da buna izin vermezdi. Bunun için bir kısmını aşağıda zikredeceğimiz şartlarla iktidarı Muaviye'ye bırakarak iç savaşa son verdi. Sulh özetle şu şartlara bağlanmıştı:
Muaviye, bütün İslam dünyasına hükümet ederken Allah'ın Kitabı ve Peygamber'in sünnetine uygun amel edecek, geçmişin düşmanlığı geleceğe taşınmayacak, Peygamber hanedanına karşı gizlide ve açıkta hileye başvurmayacak, Ali'ye sövmek ve sövdürmekten vazgeçecek, kimseye kötülük etmeyecek ve yerine veliaht tayin etmeyecekti.
Muaviye bu şartlara uyacağını Allah'a ahdediyordu. Ama ne yazık ki, kendisinin de imzaladığı bu şartların hiçbirine Muaviye sadık kalmadı. İcraatında ne kitaba ve sünnete uydu, ne düşmanlığa son verdi, ne Ali'ye sövüp sövdürmekten, ne de Ehl-i Beyt'e karşı hile ve entrikadan vazgeçti. Bilakis ırkçı, despot, bir zulüm ve entrika düzeni kurup, İmam Hasan'ı zehirleterek şehit etti. Kendisinden daha rezil, ayyaş ve sarhoş olan oğlu Yezîd'i veliaht tayin etti. Daha kendisi hayatta iken, Yezîd için kiminden çıkar karşılığı, kiminden tehditle bîat aldı. Böylece kendi sağlığında oğlu Yezîd'i İslam ve Müslümanların başına musallat etti.
Yezîd'in Yaptıkları
Yezîd, üç senelik meş’um hükümetindeki üç korkunç cinayet işledi:
Yezid, iktidarının ilk meş’um icraatı olarak başta İmam Hüseyin olmak üzere Peygamber hanedanının erkeklerini sadık yarenleri ile birlikte günlerce muhasara altında aç susuz bırakıp sonra da ok, mızrak ve kılıçla katletmiş, Peygamber kız ve gelinlerini kesik başlar ile birlikte şehir şehir gezdirip halka teşhir etmiştir.
İkinci meş’um icraatı Peygamber’in Medine’sini istila edip Peygamber’in mescid ve mezarını ashabının kanıyla boyamış ve onların namusları da dahil her şeylerini askerlerine mubah kılmıştır. Tarihe Harre faciası olarak geçen bu hadisede on bini aşkın sahabi ve tabiin kılıçtan geçirilmiş, binlerce kız ve kadının ırzı kirletilmiştir.
Üçüncü ve son meş’um icraatı ise Mekke ve Kâbe’yi mancınıklarla yakıp yıkmak olmuştur ve daha ordusu Mescid-i Haram’da Müslüman kanı akıtmakla meşgulken Yezid'in yatağında kömürleşerek öldüğü haberi gelmişti.