Avrupa bir kimlik krizinin, "öteki" korkusunun, yani Müslüman göçmenler ve Suriyeli mülteci seli sebebiyle doruk noktasına ulaşmış bir kimlik krizin tam ortasında.
Avrupa'daki çoğu ülke için, bu "öteki" eğilimi İslam tarafından demografik ve kültürel olarak kuşatılma korkusundan kaynaklanıyor. Nüfusu azalma eğiliminde olan bu ülkeler Müslümanların kendi vatandaşlarını yutacağı ve Batılı değerleri tahrif edeceği korkusu içindeler.
Ani mülteci seli, ekonomik büyümedeki altın yılların mazide kaldığı, küreselleşmenin Avrupa'daki zenginliğin ve refah devleti anlayışının altını oyduğu bir zamanda ortaya çıktı. Din ve Kilise bir zamanlar olduğu gibi artık bir dayanak noktası değil. Avrupa Birliği ve onun Brüksel'deki teknokrat bürokrasisi ulusal bir tahakkümün ötesinde görünse de tüm üye devletlere bir mülteci kotası dayatma
uğraşında.
Walter Laqueur veya Alman Thilo Sarrazin gibi yazarlar halkçı sağ partilerle hemfikir oldukları kültürel korku üzerine vurgu yapıyorlar. Yani Müslüman göçmenler gelecek ve yaşlanan Avrupa toplumlarını yutacak korkusu.
Hem Batılılarca sahnelenmekte olan kültürel kibir hem de bunun sonucunda ortaya çıkan radikal Müslümanların misillemeleri, Müslümanlar ve şimdi içinde yaşadıkları Batılı toplumlar arasındaki kültürel çatlakları daha da derinleştirdi.
Bugün Müslüman mülteciler Avrupa'ya akın etmeye devam ediyor. Ekserisi Suriye'deki savaştan kurtulduğu için halinden memnun. Ama bu mutlulukları ne kadar sürecek ? Kendilerini himaye eden ama hala yabancı görünen toplumlara kendileri ne zaman yabancılaşmaya başlayacak ?
Avrupalıların "öteki" ile olan ilişkilerini yeniden tanımlamaları için önce kendilerini yeniden tanımlamaları gerekecek.