11-11-2015 tarihinde eklendi
Şeyh Bilal Şaban: “Arap Baharı, Lübnan’daki siyasi kriz, Hizbullah’ın Suriye’deki varlığı, Yemen meselesi”
Lübnan Tevhid Hareketi Lideri Şeyh Bilal Şaban Sahvatu’l-Tunisiye gazetesine verdiği röportajda Arap ülkelerinde meydana gelen halk ayaklanmalarının bölge ülkeleri tarafından İsrail'e hizmet eden birer iç savaşa dönüştürüldüğünü belirtti.

Lübnan Tevhid Hareketi Lideri Şeyh Bilal Şaban Sahvatu’l-Tunisiye gazetesine verdiği röportajda Arap ülkelerinde meydana gelen halk ayaklanmalarının bölge ülkeleri tarafından İsrail'e hizmet eden birer iç savaşa dönüştürüldüğünü belirtti.
 
 1-İslami Cihad'ın 28. yıldönümü töreninde yaptığınız konuşma sırasında Arap Baharı'nı bir çeşit aptallık olarak tanımlamıştınız; bunu biraz açabilir misiniz?
 
 İlk olarak şunu belirtmek isterim ki biz siyasi bir halk hareketi olarak halklarımızın kendi kendini yönetme talebini onurlu ve değerli bir talep olarak görüyoruz. İnsanlara zulme karşı devrimi öğretenin "Ümmetimin zalime ‘Sen zalimsin’ demekten korktuğunu görürsen onlardan ayrılabilirsin" hadisiyle peygamber efendimiz olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca biliyoruz ki ülkelerimizdeki mevcut siyasi sistemler ve yönetimler Fransız - İngiliz işgalinin ve vatanımızı zalim yöneticiler getirerek parçalara ayıran Syces Picot Antlaşması’nın ürünüdür. Dolayısıyla halklarının özgür iradesine el koyan ve haysiyetine zarar veren bu zalim yönetimlere karşı muhakkak devrim yapılması gerektiği kanaatindeyiz. 
 
 Arap ve İslam alemi Tunus'tan başlayan canlanmayı sevinçle karşıladı. Hepimiz gerçekten özgürlük ve istiklal yolunda, doğru yönde emin adımlarla yürüdüğümüzü düşündük ve bu hareketlerin sahip olduğumuz petrol ve zenginliğe rağmen geri kalmışlığımızın başlıca müsebbibi olan yönetimlerin bulunduğu diğer ülkelere intikal etmesini de temenni ettik.
 
 Fakat daha sonra bizzat bölgesel güçler ve ülkelerimizdeki işgalcilerin maşaları bu halk devrimlerini kontrol etmeye, taleplerini suiistimal etmeye ve bu hareketlerin yönünü değiştirmeye başladılar. Daha sonra da bu halk hareketleri ümmetimizin dini, mezhebi, kabilevi ve etnik bileşenlerini hedef alan iç savaş kabusuna dönüştü.
 
 Örneğin Mısır'da gerçekleşen devrim sırasında Ulusalcılar, Nasır yandaşları, Müslümanlar ve Hristiyanlar'ın Tahrir meydanında bir araya geldikleri görkemli fotoğrafları gördük, orada topluluk meydanda Cuma namazı kılan Müslümanları koruyor, Müslümanlar da Pazar ibadetini yerine getiren Hristiyanları koruyordu.
 
 Ancak bu devrimin ve birliğin devam etmesi istenmiyordu çünkü oradaki milyonlar İsrail elçiliğinin kapanmasını, Camp David antlaşmasının iptalini, Refah sınır kapısının açılmasını ve Gazze'ye kuşatmanın kaldırılmasını istiyordu. Bu yüzden bölgesel güçler devrime yön vermeye çalıştılar ve bugün devrim bir kabusa dönüştü. Bölgesel güçlerin yönlendirmesiyle Mısır'da siyasi, Suriye'de mezhepsel ve Libya'da kabilesel çatışmalar başladı. Bunun temelinde yatan en büyük sebep ise İsrail güdümündeki devletlerin müdahalesi ve kendi politikaları doğrultusunda devrimden sonra isimlerin değişmesi fakat cisimlerin aynı kalmasını istemesi.
 
 Bugün bütün başkentlerimiz havaya uçmuş, imha edilmiş ve taş devrine dönmüş durumda.
 
 Ülkelerimize gönderilen ölümcül silahlar şehirlerimizi yok etmek için gönderiliyor. Yüzbinlerce kurban ve şehit verdik, bunlar halklarımızın iradesiyle gerçekleşmedi, artık halklarımızın talepleri kaybolmuş durumda. Bölgesel ve küresel güçler Viyana'da Suriye meselesini çözmek için bir araya geliyor fakat orada ne Suriye devletini, ne Suriye muhalefetini ne de Suriye halkını gerçekten temsil eden kimse bulunmuyor.
 
 Tüm bunlar yaşanırken bölgedeki tek güvenli başkent ise Tel Aviv. Durum böyleyken bundan daha büyük aptallık olabilir mi? İnsanlar batıya olan bağlılığı ve İsrail tuzaklarına karşı ayaklanacak, Batı ve İsrail de bu halk ayaklanmalarına ve devrimlere destek verecek. Buna inanmak aptallık değil de nedir?
 
 2- Ümmetin ihtiyaç duyduğunu söylediğiniz “Vahdetçi İslam”a, günümüzde İslam dünyasında yaşanan kanlı gelişmeler sebebiyle ulaşmanın daha zor olduğunu düşünmüyor musunuz?
 
 Bizim nazarımızda vahdetçi ve ayrılıkçı olmak üzere iki tane İslam bulunmuyor, İslam bizatihi tevhid dinidir. İlahi tevhid amele yansımadıkça ve Allah'ın kullarına hizmete dönüşmedikçe bir anlam ifade etmiyor.
 
 İslam dini bütün aleme indirilmiştir, Kuranı açtığımızda Fatiha "Alemlerin Rabbine Hamdolsun" diye başlıyor, sadece Müslümanların rabbine değil. Ayrıca Allahu Teala peygambere "Seni yalnızca alemlere rahmet olarak gönderdik" buyuruyor. 
 
 Bu nedenle biz İslami bir hareket olarak imana dayalı kardeşliğimizin ve duruşumuzun insanlığa karşı bir duruş olmaması gerektiğini düşünüyoruz. "Ey iman edenler" hitabının muhatapları olarak "Ey İnsanlar" hitabıyla evrensel ve insani bir birlik için çaba harcamalıyız.
 
 Peygamber Efendimiz (s.a.v) büyük İslam ümmetini oluşturmak için Farisi Selman'ı, Habeşistanlı Bilal'i, Rum Suheyb'i ve Arap Ammar'ı bir araya getirdi. Allahu Teala "Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz" buyuruyor.
 
 Peygamber efendimizin evrensel mesajı İslam dünyasında gerçekten anlaşılmıyor. Amerika'nın şer üzerinden yürüttüğü küreselleşmeye ancak İslam'ın evrenselliğiyle karşı koyulabilir. İslam sadece bir ülkenin, bir bölgenin, bir topluluğun veya bir mezhebin dini olarak sınırlandırılamaz. 
 
 Siyonist devlete baktığınız zaman bugün işgal edilmiş Filistin topraklarında Falaşa Yahudilerini Rus, Polonyalı ve diğer Yahudilerle bir araya getiriyorlar, biz bir ümmet olmamıza rağmen bunu akıl edemiyoruz. "Hep beraber Allah'ın ipine sımsıkı sarılın ve bölünüp parçalanmayın" ayeti varken bölünüp paramparça olduktan sonra nasıl Müslümanlık iddiasında bulunabiliriz?
 
 Bizim görüşümüze göre İslam'ın insanlığa mesajı tüm insanlık için kurtuluştur. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi: "Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahin da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O'ndan en çok korkanınızdır." 
 
 Yaşadığımız zaman bölünme ve parçalanma zamanı olsa da, Arap ve İslam ülkelerindeki tüm tevhidi hareketlerin üzerine düşen, ortak noktada buluşup müstekbirlerin karşısında ve mustazafların yanında durabilecek insan temelli evrensel bir İslam ümmeti inşa etmektir.   
 
 3- Gözlemciler, Arap dünyasında sıkıntıların ve ayrışmaların artmasıyla Arap ülkelerinin büyük kısmının Filistin meselesine gösterdiği ilginin söndüğünü söylüyor, siz ne düşünüyorsunuz?
 
 Maalesef evet, Filistin meselesi kanlı Arap sonbaharının ortasında öncelik bulmuyor ve artık önemsenmiyor. Bu duruma sebebiyet verenlerin asıl maksadı da tam olarak bu. Geçmişte yaşanan savaşların tümü de ümmetin enerjisini bitirip Filistin'den uzaklaştırmayı hedefliyordu, çünkü Aksa ve Filistin Müslümanları, Hristiyanları ve ulusalcıları tek bir amaç etrafında bir araya getiriyordu. Filistin incir ve zeytin diyarı, İsa'nın doğduğu ve peygamber efendimiz Hz. Muhammed'in (Allah'ın selamı her ikisinin üzerine olsun) miraca yükseldiği yer. 
 
 Bize göre bugün Arap dünyasında yaşanan iç savaşlardan asıl istenen ve hedeflenen, Müslümanları Allahu Teala’nın "insanlardan en şiddetli düşman olarak mutlaka Yahudileri ve (Allah'a) şirk koşanları (müşrikleri) bulursun" ayetinde belirttiği asıl düşmanla mücadeleden alıkoymak ve bunun yerine ümmetin içinde etnik, mezhebi, dini savaşlar oluşturarak işgalci varlığın ömrünü uzatmaktır.  
 
 4- Suriye'de silahlı cihada çağrı yapan Lübnanlılar için ne söylüyorsunuz?
 
 Hepimiz, Lübnan da dahil olmak üzere Arap ülkelerindeki sistemlerin zulüm sistemleri olduğu ve bunlara karşı direnmemiz gerektiği hususunda hemfikiriz. Fakat Lübnan’daki bağnaz sistemi değiştirme yolunun ıslah ederek ve belli bir hukuk çerçevesinde siyasi mücadele vererek olacağı kanaatindeyiz. 
 
 "Taleplerin gerçekleşene kadar iste"
 
 Bu hususta başkalarının haklarını da göz etmemeliyiz peygamber efendimizin belirttiği üzere: "Kendiniz için istediğinizi kardeşiniz için istemedikçe tam manasıyla iman etmiş sayılmazsınız".
 
 Hedef göstermiyorum ancak oraya gidenlerin büyük bir kısmı farkında olarak veya olmayarak bölgesel projelere hizmet ediyorlar. Sonunda bu işin akıbeti ‘terörist’ olmakla itham edilmekten öteye gitmeyecektir. Daha önce seksenli yıllarda uluslararası ve Arap istihbaratlarının her türlü olanağı sağlamasıyla Arap savaşçılar Afganistan'a giderek Amerika ve Rusya arasındaki uluslararası savaşın bir parçası oldular. Savaş Amerika'nın istediği gibi sonuçlandığında da kimse onlara dönüp teşekkür etmedi, binlerce kişi hayatını kaybettikten sonra Afganistan'da ne İslami ne ulusal bir hükümet kuruldu. Yönetime Amerika ve Afganistan çifte vatandaşlığı bulunan Karzai getirildi ve orası adeta Amerika'nın bir eyaleti haline geldi. Daha sonra da oraya savaşmak için gidenler töhmet altında bırakıldı. Araplar Afganları, Afganlar Arapları suçladı ve kendilerine hapishane kapıları açıldı. Guantanamo hapishanesi bunun en iyi örneğidir.
 
 Bu nedenle bizim Afganistan'dan ve geçmişte yaşananlardan ders çıkarmamız gerekir. Mümin kimse bir kere ısırıldığı yerden bir daha ısırılmaz, zeki ve uyanık olur. Bu nedenle ecdadımızın mallarıyla, canlarıyla ve alın terleriyle inşa ettikleri vatanımızın yok edilmesine aracı olmamalıyız.
 
 Diğer yandan vatanımızda bazı husumetler bulunduğunun farkındayız ancak Kuran'da belirtildiği üzere bizim asıl düşmanımız Yahudilerdir ve cihad alanımız da Filistin’dir. Allah u Teala buyuruyor ki: " İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah’a ortak koşanlar olduğunu görürsün".
 
 5- Hizbullah Suriye'ye IŞİD tehdidinin Lübnan'a sıçramasını önlemek için mi girdi?
 
 Lübnan'ın iltihaplı bir hal alan Suriye’yle sınır kapılarının kapatılması krizin Lübnan üzerindeki etkisini ve bombalı saldırılar gibi Lübnan güvenliği için tehdit oluşturacak yansımaları büyük ölçüde azalttı. 
 
 Fakat Suriye'de yaşananlar siyasi, ekonomik, güvenlik ve toplumsal açıdan Lübnan da dahil olmak üzere tüm bölgeye yansımaktadır. Suriye'de istikrar olması ülkemiz ve bölge için de istikrar anlamına gelir. Aynı şekilde Suriye'de çıkan yangın da tüm bölgeye yansıyacaktır.
 
 6- Yemen'e yönelik Suud müdahalesinde durduğunuz yer nedir?
 
 Yemen Arapların bir nevi madeni gibidir, Halkı da Resulullah'ın bir hadisinde övdüğü üzere saygın bir halktır, kesinlikle iyi ve düzgün bir hayat yaşamayı hak ediyorlar. Orada yaşanan sorunların başlıca sebebi ülkede bulunan petrol, gaz ve ülkenin coğrafi konumu. Yemen halkının Arap yarımadasına katkıları çok büyüktür, kardeşleri ve komşularıyla her zaman iyi olmuşlardır ve kimseye bir kötülükleri dokunmamıştır. Ancak bu halk neden başındakilere itaat etmeli? Neden kendi hükümetlerini ve temsilcilerini seçme hakları yok?
 
 Yemen'in nasıl komşusunun güvenliğini tehdit edecek bir geçit olmaması gerekiyorsa aynı şekilde bir bahane üretilip sınırları ihlal edilerek evlatlarının kanı da dökülmemeli. 
 
 Eğer Yemen'e düzenlenecek müdahale yardım için, Yemen’in imarı için, mutabakat ve insani ilişkilerin geliştirmesi için olsaydı biz bu müdahaleyi desteklerdik. Ancak Yemen'in havadan, denizden ve karadan vurulduğu, insanca ve kardeşçe olmayan bir tutumla yapılan müdahale izzetli bir eylem olamaz ve yalnızca kin, nefret üretir.
 
 7-İslami Tevhid Hareketi’nin Lübnan'daki diğer hareketlere bakışı nedir?
 
 Lübnan'da sayı çoğunluğuna dayalı, hizipçi bir sistem var. Bu hizipçilik temelinde dine ve mezheplere dayanıyor. Her topluluğun içinde bazı çürüklükler bulunuyor ve her topluluk bu çürümüşlükleri dahi koruyarak siyasi yapıdaki temsil hakkını savunmaya çalışıyor. Bu durum siyasete de olumsuz anlamda sirayet etmiş bulunuyor ve artık tüm Lübnan'ı kapsayan bir kansere dönüşmüş durumda.
 
 Bu yozlaşma ve bölünme tüm yapılara da yansıyor, yani hem Sünnilerde, hem Şiilerde, hem Hristiyanlarda hem Dürzilerde olumsuz yönler var.
 
 Bu sebeple biz bu sistemin değişmesi gerektiğini ve yerine liyakate dayalı, herkesin hak ettiği yerde bulunduğu bir sistem inşa edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Böyle bir sistemin sayı çoğunluğu olan güçlerin seçim yasasıyla tahakküm ve hegemonya kurmasının önüne geçeceğini düşünüyoruz. 
 
 Bu yüzden biz bağımsız ve kimsenin hegemonyası altında olmayan, halka dair meseleleri gündemine alan halk hareketleriyle beraberiz, fakat tarz ve yapı olarak diğer hareketlerden farklı olduğumuzu söylemeliyim. Lübnan'daki hareketlerin çoğu siyasi olarak bölünmüş durumda ve bir tarafgirlik söz konusu. Bu durum kamplaşmaları ve ayrılıkları da arttırmaktadır. 
 
 Bazı seküler yapılar ise Lübnan'daki bu bölünmüşlüğün ve ayrışmanın sebebini din ve dindarlık olarak görerek yapıları dini oldukları için eleştiriyor ve çözüm olarak herkesi seküler olmaya davet ediyor. 
 
 Şuan Lübnan'da hakim bulunan siyasi tabaka laik, dinsiz, hizipçi ve çıkarları dinleri haline gelmiş bir tabakadan oluşuyor. Öncelikli olarak bu tabakanın değişmesi ve bitmesi lazım. Ancak toplulukların birbirine duyduğu güvensizlik ve korku bu yapının değişmesi önünde büyük bir engel olarak duruyor.
 
 8- Sizce Lübnan'daki siyasi krizin çözümü önündeki en büyük engel ve cumhurbaşkanlığı seçimi krizinin sebebi nedir? 
 
 En büyük engelin Lübnan üzerindeki bölgesel etkiler olduğunu söyleyebilirim. Bazı devletlere olan bağlılıklar sorunların çözümünün önünü tıkıyor. Bağımsızlıktan bu yana bazı sorunlar mevcut, sorunun çözümü iki aşamadan oluşuyor:
 
 İlk olarak Suriye ve Mısırla bölgesel bir anlaşma oluşması daha sonra Suriye ve Suud'un bu bölgesel anlaşmaya uyması. Daha sonra da bu bölgesel anlaşmaların seçime ve parlamentoya yansıması gerekiyor.
 
 Günümüzde Suriye, Suud, Mısır ve Irak arasında büyük anlaşmazlıklar var bunların her biri de Lübnan'da bulunan bir adayla bölgesel meselelere dair ittifak kuruyor. Lübnan siyasetindeki isimlerin çoğu da henüz olgunlaşamamış durumda ve bölgesel kontrollerin dışına çıkamıyorlar. Bu da cumhurbaşkanı seçiminin aksamasına ve her seçimde bir kriz oluşmasına sebep oluyor.
http://caferider.com.tr/seyh-bilal-saban--arap-bahari-lubnandaki-siyasi-kriz-hizbullahin-suriyedeki-varligi-yemen-meselesi--_h15634.html