12-03-2015 tarihinde eklendi
Abdulbari Atvan, "Arapların, Amerika gibi İran'a karşı diz çökmekten başka çareleri yok"
Meşhur Arap teorisyeni, “İran’ın yakında Arap dünyasının “aktörü” haline geleceğini, dolaysıyla Araplar'ın çıkarınadır ki Amerika gibi İran’ı bölgesel bir güç olarak resmen tanıyıp ona karşı diz çöksünler” diyerek Arap ülkelerine tavsiyede bulundu.

 El-Alem haber merkezinin bildirdiğine göre, Abdulbari Atvan, “Rayu-l Yavm” gazetesindeki baş makalesinde şunları yazdı:
 
Sekiz yıl İran’la ilişkilerin kesilmesinden sonra Ürdün Dışişleri Bakanı Nasır Cudeh, İran’ı ziyaret ederek bölge sorunlarının çözümü amacıyla İran-Arap görüşmelerinin başlamasını istedi. Bu gelişme, İran’ın nükleer anlaşmasının imzalanmaya hazır hale geldikten sonra Ortadoğu bölgesinin daha önce görülmemiş şekilde stratejik bir değişimin eşiğine geldiğini açıkça ortaya koymaktadır.
 
Araplar, İsrailliler'le bile görüştüler, diğer dinlerle diyalog merkezleri kurdular fakat bütün bu ilerlemelere rağmen hala İran’a düşman gözüyle bakıyorlar, kendi medya organlarını anti -İran propagandasını yapmakla görevlendirip bu yönde taifecilik tahrikini bir koz olarak kullanıyorlar.
 
Bu arada Arap yönetimleri de Amerikan uçak gemilerini bölgeye çekmek için çalıştılar ve 150 milyar doları yeni silah anlaşmalarına harcadılar ama şimdi İran’la görüşme kapısını aralamak zorunda kalmışlar.
 
Amerika Dışişleri Bakanı John Kerry, geçtiğimiz Perşembe Riyad’ı ziyaret ederek askeri bir kampta Fars Körfezi kıyısındaki Arap ülkelerinin dışişleri bakanlarıyla bir araya geldi ve İran’la devam eden anlaşma sürecinin son aşamasına gelindiğini, bu haberi kendilerine bildirmek ve ABD’nin kendilerini yalnız bırakmayacağını ve bu anlaşmanın onlara karşı olmadığını belirtmek için yanlarına geldiğine ilişkin şok edici bir haber kendilerine verdi… Fakat eylem ile söz, yerle gök kadar birbirinden farklıdır.
 
İran, uzun bir süre sabırlı davrandı; ABD’nin uçak gemilerinden korkmadı, deniz tatbikatlarını tatbikatla, füzeye füze ile yanıt verdi. 30 yıl ekonomik muhasaraya dayanabildi ve asla büyük şeytan “Amerika” ya karşı boyun eğmedi; ta ki büyük şeytan kendisi diz çökmek zorunda kalıp İran’ın ayağına giderek İran’ı resmen bölgesel bir güç olarak tanıdı.
 
Tarihin en büyük askeri gücü olarak Amerika, İran’ın nükleer “diretmesine” karşı iki seçenek dışında yapacağı bir şeyin olmadığını fark etti; ya İran’a karşı askeri gücünü devreye sokması gerekir ki böyle bir gelişmenin öngörülebilir sonuçları yoktur; yada uzlaşmayı kabul ederek görüşmek için saygın kanallar açması gerekir; ta ki Amerika’nın geride kalmış bulunan imajını koruyacak ve daha az bir maliyetle sonuçlanacak bir çözüm yolunu sağlayacak bir anlaşmaya varmış olsun. Amerika, ikinci yolu seçerek savaş çığırtkanlığı yapan İsrailliler ve Araplar gibi zırvalayanların ağzını kapattı.
 
Dünya sadece güçlüleri saygın sayar, zayıfların ezilmekten başka bir yazgısı yoktur ve en iyi haliyle fakat görmezden gelinirler. Amerika’yı müttefik olarak saymak kazancı olmayan bir kumardır, bu defalarca yaşanmış bir olaydır ve doğruluğu kanıtlamış bir kuraldır. Arap ülkeleri, özellikle Fars Körfezi'ndeki Arap ülkeleri halihazırda bu kuralın gerekliliklerine duçar olmuşlardır.
 
İran muhasara altında olmasına rağmen, Irak, Yemen, Lübnan ve Suriye olmak üzere birkaç Arap ülkesini hakimiyeti altına alabildi. Nüfuzunu direniş gurupları yoluyla Filistin’e kadar genişletti ve direnişi desteklemeyi gündemine aldı. Rusya ve Çin ile ittifak yaptı. Tüm bunları ekonomik ve siyasi muhasara altındayken yaptı ve ABD bunun farkındaydı. Böylece, iki hafta sonraya kadar anlaşma imzalanıp İran üzerindeki ekonomik ve siyasi ambargo kalktığında durum nasıl bir şekil alacak? 
 
İran şu an Irak’ta IŞİD’le savaşıyor, Suriye’de müttefikinin düşmesini önlemek için mücadele halindedir ve İranlı güçler Dera ve Kunaytıra’da Suriye’nin özgürleşmiş Golan topraklarını hakimiyeti altına almaya yakınlaşmış durumdalar. İran yine halihazırda içinde savaş uçağından cruise füzelerine kadar göze çarpan güçlü bir askeri cephaneliğe sahiptir ve hepsi kendi silah fabrikalarının yapımıdır. Fakat Araplar ne durumdalar ve neyi üretiyorlar?
 
Fincandaki acı zehiri içmemek için direnen bazı kimseler diyebilirler ki İran’la yapılan nükleer anlaşma, Uranyum zenginleştirme ameliyesini 10 yıllık askıya almakta ve İran’ın nükleer tesisleri ondan sonra Viyana’da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın kameralarının sıkı gözetimi altında olacaktır. Bu doğrudur. Ancak her halûkarda zenginleştirilmiş Uranyum deposu İran’da kalmaya devam edecektir. Ayrıca, yirmi bin santrifüj İran’ın elinde kalacaktır, daha da önemlisi, bu programı yürütmüş ve yürütecek olan parlak beyinler ve yüksek deneyimdir.
 
Ürdün Dışişleri Bakanı Nasır Cudeh, Arap Birliği ile İran’ın görüşmesinden söz ediyor. Bu plan bizzat bakanın kendisi ve Ürdün devletinin midir yoksa Fars Körfezi'ndeki Ürdün müttefikleri olan Arap ülkeleri mi bu görüşü gündeme getirmesi için Ürdün’ü görevlendirdiler, bilmiyoruz. Zira, Mısır’ın Arap dünyasında güç dengesinden çıkmasından bu yana Arap Birliği, Fars Körfezi'ndeki Arap ülkelerinin kontrolüne geçti. Onlar, bu fırsattan istifade ederek Irak’ı yok ettiler, Suriye’yi iç çatışmalara soktular, Libya’yı mağlup bir ülke haline getirdiler ve Yemen’i mezhep savaşına sürüklediler. Bu nedenle, söz konusu ülkelerin önerisi olmadan Ürdün’ün böyle bir girişimde bulunacağı söylenemez.
 
Ürdün Dışişleri Bakanı'nın İran’ı diyaloga çağrısının içeriği belirsiz kalacaktır. Fakat isterseniz bölgeye hakim koşulları ele alarak bu çağrının konusunu perde arkasından çıkartalım: Tahran ile görüşmenin anlamı; Suriye’de Esad’la görüşmektir, Irak Başbakanı Haydar İbadi ile dostane ilişkiler kurmaktır, Lübnan Hizbullah’ına saldırmaktan el çekmektir, Ensarullah hareketini Yemenli asil bir ıslahatçı hareket olarak tanımaktır ve Bahreynli muhaliflerin dile getirdiği taleplere kulak asmaktır. Keza Bahreyn El Vifak Hareketi Genel Sekreteri Şeyh Ali Selman’ın serbest bırakılması demektir.
 
Eğer gelecekteki Arap-İran görüşmeleri, bu konu ve talepleri içermeyecekse o halde Araplar ve Arap Birliği neyin tartışmasını yapacaklar? Halep fıstığının fiyatını mı yoksa Zübeydi balığının ihracatını mı konuşacaklar?! Ya da Fars Körfezi'ndeki hava kirliliği ile alakalı konuları mı tartışacaklar?!
 
Önümüzdeki aşamada, Araplar'ın sığınacağı bir yer var mı? İsrail’e mi, Türkiye’ye mi ya da Pakistan’a mı sığınacaklar; yoksa her üçüne mi sığınacaklar? Bu arada şu soruyu sormak gerek; ne zamana kadar başkalarına sırtımızı dayayacağız? Arkadan bizi hançerleyen Amerikalı'ya güvenmek, bizim için ibret olmadı mı? Siyasi, askeri ve ekonomik olan kapsamlı salt Arap planının tedvin edilme zamanı gelmedi mi? “Yeter artık, sabrımız tükendi!” çığlığını atacak akıllı bir kimse Araplar'ın arasında yok mu?
 
Gelin itiraf edelim ve “İran Projesi” nin olgunlaştığını ve meyve vermeye başladığını kabul edelim. ABD, bu projeye mütemayil olmuş ve İran’ı bölgesel bir güç olarak resmen tanıyacak.
 
Biz çoktan beri, hatta ABD İran’la görüşmeye başlayıp şu an anlaşma imzalama eşiğine gelmeden önce biz İran’la diyaloga geçmeyi savunduk ve savunuyoruz. Yine, bilim, kalkınma, adalet, demokrasi, bağımsızlık ilkelerine dayanan ve diğer projelere özellikle de Siyonist projesine karşı duracak bir Arap projesinden yanayız. Bundan başka izlenecek her yol, şu an içinde debelenip durduğumuz çöküntüye bizi mahkum eden felaket dolu hatalar dizisinin devamı anlamına gelecektir.
http://caferider.com.tr/abdulbari-atvan--araplarin-amerika-gibi-iran-a-karsi-diz-cokmekten-baska-careleri-yok-_h13996.html