Mersiye Arapça « رثی » (resâ) kökünden gelmekte olup ölüye üzülmek ve ağlamak demektir. Arapçadan Farsçaya ve Türkçeye de geçmiştir. Ölenin ardından ağlamak, onu yâd etmek ve övmek anlamının yanında bunun için yapılan törenlere de bu ad verilmiştir. Daha sonra bu törenlerde okunan ağıtlara mersiye denmiştir.
1 -Şairlerin ve yazarların önemli kişilerin ölümü üzerine kaleme aldıkları, ölen kişiyi öven ve ölümü üzerine duyulan üzüntüyü dile getiren eserlere de mersiye denmiştir.
2 -Sıra dışı ve trajik bir şekilde ölenleri yahut öldürülenlerin anılmasına ise ayrı bir önem verilmiştir. Öldürülen kişilerin ardından yazılan mersiyeler ayrı bir tür olarak kabul edilmiş ve “maktel” olarak anılmıştır.
3- Arap geleneğinde ölenin önemli bir kişi olması durumunda, bir şair tarafından sanat zevkine de uygun bir şiirle yâd edilmesi adetti. Arap geleneğinde ataların kahramanlığı ve cömertliği ile övünmek ve öldürülenin intikamını almak töre olduğundan bunu ifade eden şiirler de yazılmıştır. İslâmiyet’in kabulünden sonra Hz. Muhammed’in ölülerin ardından aşırı derecede ağlayıp dövünmeyi olması nedeniyle gelenek nispeten zayıflasa da devam etmiştir.
4- Başta Hz. Muhammed olmak üzere din büyüklerinin ardından da mersiyeler yazılmıştır. Genel olarak Arap edebiyatının Arap edebiyatının vezin ve formlarıyla genel çerçevesini iktibas eden Fars ve Türk edebiyatında da aynı gelenek var olmuştur. Fars edebiyatında daha önceleri de ölenin ardından onu anmak üzere şiirler yazıldığı bilinse de bunun için müstakil olarak yazılıp günümüze kadar kalan ilk şiir Rûdekî (ö. 329/940)’ye aittir. Ondan sonra da birçok şair tarafından özellikle hükümdarlar ya da hanedan büyüklerinin ölümü üzerine mersiyeler yazılmıştır. Bazı savaş ve afet gibi durumları anmak üzere de mersiye yazılmıştır.
5- Türk edebiyatında İslamiyet öncesinde de ağıt, sagu gibi adlarla ölünün ardından üzüntüyü dile getiren manzum ve ahenkli eserlerin yazılması ve okunması adetti. İslamiyet’in kabulünden sonra Arap ve Fars edebiyatı paralelinde gelişen klasik Türk edebiyatında ise mersiye başlıca bir tür olarak var olmuştur.
6 -Çoğunlukla manzum olan mersiyeler devlet ve din büyükleri yanında aileden yahut tanıdıklardan birinin ölümü üzerine de yazılmıştır.
7-Hicretin ilk yıllarında dünyaya gelip Hz. Muhammed’in yanı başında ve İslam’ın ilk büyük şahsiyetlerinin gözü önünde büyüyüp yetiştirilen Hz. Hüseyin (ö. 61/680)’in sahabeler arasında özel bir yeri vardı. Hz. Muhammed’in torunu ve Hz. Ali’nin oğlu da oluşu nedeniyle gördüğü özel ilgi üzerine Emevîler tarafından yürütülen iktidar mücadelesinde şehit edilişi, Müslümanlar arasında çok büyük üzüntüye neden olmuştur.-
8-Bu üzüntüyü dile getirilen çok sayıda eser yazılmıştır.
9 -Hz. Hüseyin’in şehit edildiği ve türbesinin bulunduğu Kerbela şehri de bütün İslam dünyasında bu yönüyle tanınmıştır.
10 Hz. Hüseyin’in büyük bir şahsiyet oluşunun dışında öldürülüşünün de zulüm ve haksızlık olarak görülmesi unutulmaz mersiyeler yazılmasına neden olmuş, tarih boyunca Arap, Fars, Türk, Urdu ve diğer Müslüman halklar edebiyatları içerisinde hakkında en çok mersiye yazılan Hz. Hüseyin ve en meşhur mersiyeler Kerbela hadisesini anlatanlar olmuştur.
11- Literatürde “Maktel-i Hüseyin” adıyla bilinen bu eserlerin bir kısmı manzum kısa şiir olduğu gibi, Hz. Hüseyin’in şehadetini anlatan mensur müstakil eserler de yazılmıştır. Arap edebiyatı içerisinde başlayan “Maktel-i Hüseyin” yazma geleneği daha sonra Fars ve Türk edebiyatında da devam etmiştir.
12 -Fars edebiyatında dini içerikli mersiyelerin büyük çoğunluğunu Hz. Hüseyin için yazılanlar oluşturmaktadır. Şia mezhebinin İran’da yayılması da bu mersiyelerin artmasında etkili olmuştur.
13 -Özellikle Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin yazdığı Ravzâtü’ş-Şühedâ adlı Hz. Hüseyin’in şehadetini anlatan eser halk arasında da yayılmış, Muharrem ayında Hz. Hüseyin’i anma toplantılarında okuna gelmiştir. Bu eserin Türkçeye da aynen ya da değiştirilerek çokça tercüme edilmiştir. Fuzûlî, Hadîkatü’s-Süedâ adlı eserini yazarken de bu eserden yararlanmıştır.
14-Türk edebiyatında Hz. Hüseyin’in şehit edilişini anlatan çok sayıda eser bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı mensur, fakat çoğunluğu manzum olarak yazılmıştır. Özellikle tasavvuf çevrelerinde Hz. Hüseyin’i anmaya daha çok rağbet gösterilmiş, yazılan mersiyelerin bir kısmı bestelenerek tekke ve dergâhlarda okunmuştur. Hatta halk arasında da bu acıyı işleyen türküler yakılmıştır.
-15 Hz. Hüseyin’i ve Kerbela hadisesini anlatan Türkçe eserler üzerine akademik çalışmalar yapılmış.
16- bu mersiyeleri bir araya toplayan yayınlar yapılmıştır.
17 -Bu çalışmalarla Türk edebiyatında Hz. Hüseyin’i anmak için yazılan mersiyeler bilinir ve rahatlıkla ulaşılabilir olmuştur.
Farsça Şiir Yazan Türk Şairler
Edebiyatımızda Türkçenin yanında Arapça ve Farsça da kullanılmış, bu dillerle şiirler yazılmıştır. Özellikle Osmanlı döneminde Arapçaya ilim dili olarak yer verilirken Farsça da edebiyat çevrelerinde geçerli idi. Farsça öğrenilmesi ve yazılması her türlü imkânla teşvik ediliyordu.
18- Padişahlar ve devlet büyükleri bizzat Farsça şiirler ve eserler yazıyorlar, yazılmasını emrediyorlardı.
19-Klasik Türk edebiyatı sahasında eser veren çoğu şairin az ya da çok Farsça şiiri bulunmaktadır. Türk edebiyatında az denmeyecek sayıda Farsça divan ya da divançe oluşturan şair de vardır.20 Mevlânâ (ö. 672/1273)21, Sultan Veled (ö. 712/131222, Ulu ‘Ârif Çelebi (ö. 719/1319)23, Nesîmî (ö. 820/1417)24, Ahmed-i Dâ‘î (ö. 824/1421)25, Hamîdî (ö. XVI. yy. başları26, Adnî Mahmud Paşa (ö. 878/1474)27, Kabûlî (ö. 883/1478)28, Gülşenî-i Saruhânî (ö. 889/1484)29, İlâhî (ö. 896/1491)30, Ebü’l-Vefâ Muslihuddin Mustafâ (ö.896/1491)31, Cem Sultan (ö. 900/1495)32, Yavuz Sultan Selim I (Selîmî) (ö. 929/1522)33, Kânûnî Sultan Süleyman I (Muhibbî) (ö. 973/1566)34, Şehzâde Bayezid (Şâhî) (ö. 969/1562)35, Murad III (Murâdî) (ö. 1003/1595)36, İbrahim Gülşenî (ö. 940/153437, Basirî (ö. 941/1534)38, Fuzûlî (ö.963/1556)39, Hazînî (ö. 1005/1596)40, Nef‘î (ö. 1044/1635)41, Fâsih Ahmed Dede (ö. 1111/1699)42, Nâbî (ö. 1124/1712)43,
Nevres-i Kadîm (ö. 1175/1762)44, Koca Ragıp Paşa (ö. 1176/1763)45, Sünbülzâde Vehbî (ö. 1225/1809)46, Nidâi-yi Kaşgârî (ö. 975/1567)47, Halidi Bağdâdî (ö. 1242/1826)48, Şeyhülislam Arif Hikmet (ö. 1276/1859)49, Ayıntablı Aynî Efendi (ö. 1285/1868)50, Yenişehirli Avnî Bey (ö. 1300/1883)51, Nigârî-i Karabâğî (ö. 1303/1886)52, Ömer Necmi Efendi (ö. 1307/1889)53, Esâd Erbilî (ö. 1931)54, Ahmed Remzî Akyürek (ö. 1944)55, Tâhirü’l-Mevlevî (ö. 1951)56 Farsça şiir yazan, divan ya da divançe oluşturan Türk şairlerin en bilinenlerindendir.
Türk Edebiyatında Farsça Yazılmış Kerbelâ Mersiyeleri
Bu tebliğimizde Farsça şiir yazan bazı Türk şairlerin Hz. Hüseyin’i ve Kerbelâ hadisesini anlatan Farsça şiirlerini tanıtacağız. Yukarıda değinildiği üzere Türkçe Kerbelâ mersiyeleri üzerine çalışmalar yapılıp, toplu halde yayınlandığı halde çok sayıda olmamasına rağmen Türk şairlerinin yazdığı Farsça Kerbelâ mersiyeleri hariç tutulmuştur. Bu nedenle bu tebliğimizde Farsça şiir yazan beş Türk şairinin, (Mevlânâ, Fuzûlî, Fasîh Ahmed Dede, Yenişehirli Avnî Bey ve Alvarlı Muhammed Lutfî Efendî) Farsça yazdıkları Hz. Hüseyin’i ve Kerbelâ olayını anlatan şiirlerini tanıtacağız.
a. Mevlanâ
Mesnevî-i Ma‘nevî adlı eseriyle tanınan büyük mutasavvıf Mevlanâ Celâleddîn-i Rûmî57, Dîvân-ı Kebîr ya da Külliyât-ı Şems adıyla bilinen Farsça divanında Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit oluşunun acısını anlattığı bir gazeli bulunmaktadır.58
ز سوز شوق دل من همی زند عللا
که بوک در رسدش از جناب وصل صلا
matlaıyla başlayan bu gazelde Mevlanâ Hz. Hüseyin’in şehit edilişi nedeniyle gönlünün yandığını, zahiren şehit fakat gaybda diri olduğunu, düşmanları nezdinde esir fakat gök katında sultan olduğunu, açlık ve kötülük zindanından kurtulup cennette dostlarıyla yerleştiğini anlattıktan sonra Allah’ın uyarısına kulak verip susmak gerektiğini hatırlatmaktadır. Bu gazelde Mevlanâ Yezid ve Kerbelâ adlarını da kötü çağrışımlarla anmaktadır. Yezîd’i ayrılığa benzetirken Kerbelâ’yı da “kerb u belâ/kötülük ve belâ” şeklinde kullanmaktadır.
b. Fuzûlî
Hz. Hüseyin ve diğer Ehl-i Beyt imamlarını anlatan Hadikatü’s-Süedâ adıyla müstakil bir eser yazdığından bahsettiğimiz ünlü Türk şairi Fuzûlî59’nin Farsça divanında iki Hz. Hüseyin’i ve Kerbelâ hadisesini anlatan kaside yer almaktadır. Remel bahrinin Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün vezninde yazılan ilk kaside yirmi sekiz beyitten oluşmaktadır.60
طاعتی کان در حقیقت موجب قرب خداست
طوف خاک درگه مطلوب دشت کربلاست
matlaıyla başlayan başlıksız bu kasidede Fuzûlî, Kerbelâ’nın Hz. Hüseyin’in mekanı olması hasebiyle ne kadar büyük ve yüce değerde olduğunu anlatıyor. Remel bahrinin Remel bahrinin Fâilâtün fâilâtün fâilün vezninde yazılan ikinci kaside ise yirmi üç beyittir.61
السلام ای ساکن محنت سرای کربلا
السلام ای مستمند و مبتلای کربلا
matlaıyla başlayan ikinci kasidede Fuzûlî, Hz. Hüseyin’i selamlayarak kasideye başlamaktadır. İlk altı beyitte “es-Selâm” hitabını sürekli tekrarlamakta, zulüm, acı, bela, cefa, sabır özellikleriyle muttasıf saymaktadır.
c. Fasîh Ahmed Dede
Mevlevî şeyhi olan Fasîh Ahmed Dede62’nin Farsça divançesinde “În nağme-i Mâtem-i Huseyn est/Bu Hz. Hüseyin’in Matemi’nin Nağmesidir” başlıklı bir kaside yer almaktadır.63 Müctes bahrinin Mefâilün feilâtün mefâilün feilün vezninde yazılan bu kaside otuz beyitten oluşmaktadır.
بیا که به پای تو تشنه است حسباه
چنانکه بوس لب جام باده را افواه
matlaıyla başlayan kasidede Fasîh Ahmed Dede, Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi üzerine kendi yüreğinde hissettiklerini dile getirmektedir. Şair sürekli ağlamakta, kanlı gözyaşı dökmekte olduğundan, aklını şuurunu yitirdiğinden bahsetmekte, kasideyi Hz. Hüseyin’in kabrinin Resulullah’ın alnının nuruyla dolması dileğiyle bitirmektedir.
d. Yenişehirli Avnî Bey
Oldukça hacimli bir Türkçe divanından başka bir de Farsça divanı bulunan klasik Türk edebiyatının en önemli şairlerinden Yenişehirli Avnî Bey64, Farsça olarak biri kaside ve biri terkib-i bend olmak üzere Hz. Hüseyin ve Kerbelâ hadisesini anlatan iki mersiye yazmıştır. İlk eşinin babası olan Beşiktaş Mevlevîhânesi Şeyhi Nazîf Dede’nin Alevîliğe bağlılığının Yenişehirli Avnî Bey’in de Hz. Ali’nin yanında Hz. Hüseyin’i anlatan şiirler yazmasında etkisi olabilir. Yenişehirli Avnî Bey’in Hz. Hüseyin’in şehadetini anlatan Farsça kasidesi “Berâ-yi Seyyidü’ş-Şuhedâ Huseyn-i Kerbelâ Radiyallâhu Anhu/ Şehitlerin Efendisi Kerbelâ’daki Hüseyin (Allah ondan razı olsun) İçin” başlığını taşımaktadır. Hezec bahrinin Mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün vezniyle yazılan bu kaside on dokuz beyittir.65
جهان غرقآب خون خواهد شدن از اشک خون پالا
بیا ای کشتی گردون بسم الله مجریها
matlaıyla başlayan kasidede şair Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilişinin sebep olduğu olağanüstü üzüntü ve matemi anlatıyor, bu nedenle dünyanın gözyaşıyla dolduğundan, evrende buna işaret eden bir çok olay olduğundan bahsediyor. Oldukça sanatlı ve aynı zamanda duygulu bir dille yazılan bu şiirde birçok tabiat ve insan olaylarının Hz. Hüseyin’in şehit edilişiyle bağlantısı kuruluyor. Kasidenin sonunda, mahşerde Hz. Ali’in şehzâdesi ve Kerbelâ şehidi Hz. Hüseyin’in bir kılı için içindekilerle beraber bütün Dünyanın değmeyeceği ifade ediliyor. Yenişehirli Avnî Bey, Hz. Hüseyin’i anlatan ikinci şiiri olan terkîb-i bendine ise “Cihâd-ı Ekber/Büyük Cihat” başlığını koymuştur.66 On iki bent ve doksan altı beyitten oluşan bu şiir, Muzâri‘ bahrinin Mef‘ûlü fâilâtü mefâîlü fâilün vezinde yazılmıştır.67
ای آسمان بنال که هنگام ماتم است
شادی حرام گشت که ماه محرم است
matlaıyla başlayan bu terkîb-i bende şair, Muharrem ayında Hz. Hüseyin’in acısını hissetmek gerektiğini ve mutluluğun haram olduğunu söyleyerek başlıyor. Bundan sonra bu matemin ne kadar büyük ve önemli olduğunu, Hz. Âdem’in, Hz. İsa’nın, Cebrâil’in ve İsrafil’in çok üzüldüklerini ifade ederek anlatıyor. İkinci bentte Kerbelâ’da olanlar üzerine yaşanan matemi dile getiriyor. Üçüncü bentte Hz. Ali’ye seslenerek “Kalk, gözünün nuru atından düştü, Hakk’ın gölgesi yere düştü.” diye sesleniyor, çok haksız ve uğursuz olaylar olduğundan bahsediyor. Dördüncü bentte Allah’a seslenerek buna neden olanlar şikâyet ediliyor, beşinci bentte ise Peygamber’e seslenip ailesine zulmedenlerin kahrolmaları için dua etmesi isteniyor. “Hüseyin” redifli altıncı bentte Hz. Hüseyin’in Hz. Peygamber nezdindeki yerine rağmen ona reva görülen muameleden ve başının bedeninden ayrılarak Şam’a götürüldüğünden bahsediyor. “Ah” redifli yedinci bentte şair, bu olaya şahit olan zamandan, felekten, kaderden şikâyet ediyor. Sekizinci bentte her Hz. Hüseyin’in şehit edilişi, dinin ve şeriatın yok olması, Yusuf gibi kuyuya düşmesi, Hz. Musa’nın ah çekmesi ifadelerle anlatıldıktan sonra “Hüseyin’in incitilmesi Allah’ın incitilmesidir.” deniyor.
Dokuzuncu bentte “küfür ateşinden yaratılan zalimler”in hilafeti gasp etmelerinden, Hz. Peygamber’in makamına “köpek yavrusu Muaviye”yi oturtmalarından, Allah’a isyan edip Hz. Muhammed’e savaş açmalarından ve ailesinin başını koparmalarından bahsediliyor, terkîbhânede Yezîd’e, etrafına ve soyuna lanet ediliyor. Onuncu bentte bu acı olaydan sonra artık dünyada iyi güzel bir şey olmasının anlamsızlığı “Peygamber’in ailesi susuzluktan öldü ya artık zemzem de olmasın” denilerek anlatılıyor. On birinci bentte zamanın Süleyman’ı Hz. Hüseyin’e kıyıldıktan sonra artık, dünyanın payidarlığa, insanlığın mutluluğa, bu acıyı hissetmeyenin dine haddi ve hakkı olmadığı dile getiriliyor, Hz. Hüseyin’in acısını hissetmeyenlerin Yezid olduğu dile ifade ediliyor. On ikinci ve son bendin her beyti “Sus Avnî” şeklinde kendine hitapla başlıyor, bu vakanın ne büyük felaket olduğu anlatılırken adeta bu felaket dile getirilebilecek bir felaket değildir denmek isteniyor ve nihayet terkîbhânede bu hesabın mahşerde görüleceği dile getiriliyor.
e. Alvarlı Muhammed Lutfî Efendi
İyi bir medrese eğitimi aldıktan sonra tasavvuf yoluna da giren Alvarlı Muhammed Lutfî Efendi (ö. 1956)68, Hülâsatü’l-Hakâyık adlı tasavvufî şiirlerinin derlemesinden oluşan eserinde yer alan yedi Farsça şiirden biri Hz. Hüseyin’in şehit edilişinin matemini anlatmaktadır.69 Remel bahrinin Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün vezninde yazılan gazel formundaki bu şiir yedi beyitten ibarettir.
ای آسمان بنال که هنگام ماتم است
شادی حرام گشت که ماه محرم است
Matlaıyla başlayan bu gazelde Muhammed Lutfî Efendi, kendi gönlüne seslenerek matem ayının (Muharrem) geldiğini, bu nedenle gözlerini kanlı yaşla doldurmasını, ciğerlerini paralamasını, efkârlanmasını istiyor. Âşıkların gönlünde yanan bir Kerbelâ olduğundan, sürekli ah çıktığından bahisle madem Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin gözünün nuru, Hz. Fatma’nın ailesinin sonu böyle oldu sen de yas tut diye sesleniyor. Son beyitlerde de kendine hitap eden Muhammed Lutfî Efendi, Hz. Hüseyin’in hidayet mührü olduğundan, Yezid’in ateşe atılmasından, Hz. Hüseyin’in seyitlerin efendisi oluşu nedeniyle eğer mutluluk isteniyorsa yolundan gitmek gerektiğinden bahsediyor.
Sonuç
Türk edebiyatı şairlerinden özellikle tasavvufla ilgili olanlar, ehl-i beyti ve özellikle Hz. Hüseyin’in şehit edilmesini anlatan çok sayıda şiirler yazmışlardır. Bu şiirlerden Türkçe olanlar yukarıda bahsedildiği gibi çeşitli çalışmalarda tanıtılmış ve bir araya getirilmiştir. Türk şairlerinden divan oluşturacak kadar Farsça şiir yazanlar olduğu ve bunlardan bazılarının Kerbelâ hadisesi üzerine şiirler yazdığı halde bu eserlerde bunlardan bahsedilmemiştir. Biz bu tebliğimizde Türk şairleri tarafından Farsça yazılan yedi adet Farsça Kerbelâ mersiyesini tanıttık. Ancak bu çalışmamızda müstakil olarak Kerbelâ hadisesini işleyen şiirleri aldık. Ebü’l-Vefâ Muslihuddin Mustafâ, Esad Erbilî gibi yazdıkları Farsça şiirlerde bir ya da birkaç bu olaya değinen70 şairler de olduğu halde bu şiirlerden burada bahsetmedik. Gelibolulu Mustafâ Âlî’nin de Subhatu’l-Abdâl adını verdiği Kerbelâ mersiyelerinden oluşan risalesinin girişinde, Türkçe, Farsça ve Arapça şiirlerden oluştuğu yazıldığı halde içeriğinde yalnızca Türkçe şiirler bulunup Farsça şiir bulunmamaktadır. Kaynaklarda varlığından bahsedilen Âlî’nin Farsça divanının da nüshalarının henüz bulunamadığından Âlî’nin Farsça Kerbelâ mersiyesi yazıp yazmadığının anlaşılması mümkün olmamıştır. Farsça şiirleri henüz gün yüzüne çıkarılmamış, tenkitli metinleri hazırlanmamış Türk şairlerinin yazdıkları şiirler de incelenerek, böyle bir sempozyum bildirisinin hacmini aşması nedeniyle metinlerine yer veremediğimiz bu şiirlerin tercümeleriyle birlikte bir araya toplanması ayrı bir çalışma konusu olacaktır.
Kadir Turgut
Kaynak: Çeşitli Yönleriyle Kerbela, Editör Alim Yıldız, c. II, s. 509, Sivas, 2010
Uluslararası Kerbela Sempozyumu, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Sivas, 20-21 Mayıs 2010
* İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı