Kerbela minasına doğru...
Hz. İmam Huseyn, Müslim bin Akîl’in (Onlara selâm olsun) Kufe’deki durumu ve siyasi şartları bildiren mektubunu alınca, H.60 senesi 8 Zilhicce (Terviye) gününde Irak’a doğru hareket etme kararı aldı. Böylelikle Hz. İmam Huseyn (O'na selâm olsun) haccını yarıda bırakmak zorunda kaldı. Çünkü baş gösteren büyük tehlike sebebiyle, şer’i sorumluluğu olan İmamet ve liderlik vazifesini eda etmek durumundaydı.
Yola çıktığı gece meşhur hutbesini okudu. (O'na selâm olsun) şöyle buyuruyordu: “Bütün hamd ve senalar Allah’a mahsustur. Allah neyi dilerse odur. Kudret ve kuvvet ancak Allah’tandır. Ölüm Âdemoğullarına, gerdanlık kızların boynuna yazıldığı (gerekli olduğu) gibi yazılmıştır.
“Hz. Yakup’un Hz.Yusuf’u görmeyi arzu ettiği gibi ben de atalarımı görmeyi arzu etmekteyim. Ona varacağım, bir katligâh tayin edilmiştir.
Öyle ki, o ıssız çöllerin yırtıcı kurt ve hayvanlarının (Kufe ordusunun) Nevavis ve Kerbela arasındaki bir yerde karınlarını doyurmak için benim bedenimi parçaladıklarını, aç karın ve boş dağarcıklarını da bedenimle doldurduklarını görüyorum. Allah’ın kaza kalemiyle yazılmış olan böyle bir günden kurtuluş yoktur.”
“Allah’ın razı olduğu şeye biz Ehlibeyt de razıyız. Allah’ın bela ve imtihanı karşısında sabır ve istikamet edeceğiz, O da sabredenlerin mükâfatını (tamamıyla) bize verecektir. Allah Resulü’nün (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) bedeninin parçası evlatları asla O’ndan ayrı düşmeyeceklerdir; cennette O’nun yanında olacaklardır. Çünkü onlar Peygamber’in (Allah-u Teâlâ O'na ve Pâk Ehlibeyti'ne salât etsin) hoşnutluğu ve gözünün aydınlığına vesile olmuşlardır. Onun vaadi de (İlahi hükümetin istikrarı da) onların vasıtasıyla tahakkuk bulacaktır.”
“Herkes bilsin ki, bizim uğrumuzda canından geçen ve Allah’a ulaşmak yolunda kendini feda etmeye hazır olan kimse; bizim ile birlikte hareket etmelidir. Çünkü ben yarın sabah erkenden hareket edeceğim inşaAllah.” (Çevirisi, Belagatul Huseyn kitabından alıntıdır.)
Ve böylece Hz. İmam Huseyn (O'na selâm olsun) haccını bitirmeden yola çıktı.
Haccını neden bitir(e)medi?
Çünkü Muaviye oğlu Yezid (Allah lanet etsin) Amr bin Said bin el-As’ı, hacıların hepsinden sorumlu emir olarak tayin eden mühürlü bir ferman ve beraberinde büyük bir orduyla Medine-i Münevvere’den Mekke’ye göndermişti. Ona gizlice Hz. İmam Huseyn’i (O'na selâm olsun) tutuklamasını ve şayet başaramaz ise O’na (O'na selâm olsun) suikast düzenlemesini salık vermişti. Hz. İmam Huseyn (O'na selâm olsun) kendisine bu iletildiğinde ihramından çıkarak haccını müfred Umre’ye çevirdi ve Irak’a doğru harekete geçmek için hazırlıklara başladı. Cennet gençlerinin Efendisi (O'na selâm olsun) göz göre göre zalimin onu tutuklamasına izin verecek değildi. Ayrıca mubarek kanının Mekke-i Mükerreme’de dökülmesini de hiç istemediğini söylemişti.
Hz. İmam Huseyn (O'na selâm olsun) eşlerini, evlatlarını, kardeşlerini, kardeşinin evlatlarını ve amcalarının evlatlarını bir araya getirip yolculuk hazırlıklarını başlattı. Mekke-i Mükerreme’den çıkmak üzere iken (O'na selâm olsun) gideceği haberleri etrafa yayıldı. Can dostları ve sevenleri, yalvarıp yakarmaya ve kararından vazgeçirmeye çalıştılar. Ola ki kararından vazgeçerdi. Ancak Hz.İmam (O'na selâm olsun) ateşkes antlaşması yapmasını, yerinde oturmayı ya da teslim olup kabullenmeyi öneren tüm zillet seçeneklerini özür dileyerek geri çevirdi. Mekke-i Mükerreme’nin birçok tanınmış şahsiyeti Hz. İmam Huseyn’e (O'na selâm olsun) gelerek Irak’a gitmekten alıkoymaya çalıştı. Ancak (O'na selâm olsun) hepsini geri çevirdi. (O'na selâm olsun) şöyle buyuruyordu:
“Allah’a yemin olsun; şu böceklerden birinin deliğinde bile olsam beni öldürmek için oradan çıkarırlardı! Vallahi Yahudilerin Cumartesi gününün hakkına girmeleri gibi, hakkıma girilecek (hürmetim çiğnenecek)! Vallahi karnımı deşmeden beni bırakmayacaklar! Bunu yaptıkları zaman da; Allah başlarına onları zelil edecek birini musallat edecek ve kadının (adet görünce) kullan(ıp attığı) bezden bile daha zelil hale gelecekler!”
Yüzü dolunay gibi parlayan bir genç…
Kufeli Abdullah bin Sinan babasından, o da dedesinden şöyle naklediyor: Hz.Huseyn’e (O'na selâm olsun) Kufeliler tarafından yazılmış bir mektup (ulaştırmak) için yola çıktım. O sırada Medine’deydi. Ulaşınca mektubu uzattım. Okudu ve (söylenmek isteneni) anladı. “Bana üç gün kadar süre tanı” dedi. Medine’de kaldım ve Irak’a hareket etme kararı alıncaya kadar onu takip ettim. Kendi kendime kalayım da Hicaz’ın kralının (Hz. İmam Huseyn’in (O'na selâm olsun)) nasıl bineğine binişini (yola çıkışın) ve şanının yüceliğini göreyim dedim. Evinin kapısına geldim. Atların dizginlenmiş halde olduğunu ve adamların ayakta olduğunu gördüm. Hz. Huseyn (O'na selâm olsun) bir sandalyeye oturmuştu ve Haşimoğulları etrafını sarmıştı. O (O'na selâm olsun) da ortalarında sanki tastamam bir dolunay gibiydi. Bir de yaklaşık kırk tane develik bir kervan vardı. Develer ipek ve dibac kumaşlarıyla süslenmişti.
Derken Hz. Huseyn (O'na selâm olsun) Haşimoğullarına hanımları develere bindirmelerini emretti. Ben bakarken Hz. Huseyn’in (O'na selâm olsun) evinden uzun boylu, yanağında bir işaret olan ve yüzü yeni doğmuş dolunayı andıran (güzellik ve parlaklıkta) bir genç çıktı. Şöyle dedi: “Yol açın ey Haşimoğulları!..” Sonra evden iki kadın çıktı. İnsanlardan haya ettiklerinden elbiselerini yere sürtecek kadar uzun tutmuşlardı. Etraflarını cariyeleri sarmıştı. O genç de develerden birine geçti. İki dizinin de üzerine çöküp kadınları kollarından tuttu ve bineklerine bindirdi. (Oradaki) bazı insanlara kadınların kim olduğunu sordum. “Biri Zeyneb, diğeri de Ümmü Kulsüm’dür. Müminlerin Emiri’nin (Onlara selâm olsun) kızlarıdır” dendi. “Peki ya O genç?” dedim. “O Haşimoğulları’nın Dolunayı (Kamer-i Beni Haşim), Müminlerin Emiri’nin oğlu Abbas’tır (Onlara selâm olsun)” dediler…
Sonra iki minik kız gördüm. (Öylesine güzel ve sevimlilerdi ki) Sanki Allah-u Teâlâ bunlar gibisini hiç yaratmamıştı. Birini Zeyneb’in yanına, diğerini de Ümmü Kulsüm’ün yanına koydu. Kim olduklarını sordum. Onlar “Hz. İmam Huseyn kızları Sukeyne ve Fatıma’dır(Onlara selâm olsun)” dediler.
Sonra genç bir delikanlı daha çıktı. Ortalığı aydınlatan dolunay gibiydi. Yanında da bir kadın vardı. Cariyeleri etraflarını sarmıştı. O delikanlı da (cariyeler ile kadını) develere bindirdi. Delikanlının ve kadının kim olduğunu sordum. “Delikanlı Huseyn’in oğlu Ali Ekber’dir (Onlara selâm olsun); kadın da O’nun annesidir, Huseyn’in eşi Leyla'dır (Onlara selâm olsun)” dediler.
Ardından bir genç çıktı. “Bana yol açın Haşimoğulları! Ebi Abdillah’ın haremi için yol açın!” diyordu. Haşimoğulları da kenara çekilip yol açtılar. Derken evden bir kadın çıktı. Üzerinde krallardan kalma izler vardı. Sukunet ve vakarla yürüyordu. Cariyeleri etrafını sarmıştı. Kim olduklarını sordum. “Genç, İmam Huseyn’in oğlu Zeynelabidîn’dir (O'nlara selâm olsun); kadın da annesi, Kral Kisra’nın kızı ve Hz. Huseyn’in (O'na selâm olsun) eşi Şahzenan’dır. Genç de annesini getirip devesine bindirdi. Sonra da diğer kadınları ve çocukları da develere bindirdiler.
Bitirdikleri zaman da İmam (O'na selâm olsun) şöyle nida etti: “Nerede kardeşim, nerede Ordumun Koç’u? Nerede Haşimoğullarının dolunayı?”
Hz.Abbas (O'na selâm olsun) da: “Lebbeyke lebbeyk (Emrine amadeyim,emrine amadeyim) Efendim!” deyince, İmam (O'na selâm olsun) şöyle buyurdu: “Atımı getir kardeşim!”
Hz. Abbas (O'na selâm olsun) da atı getirdi ve Haşimoğulları da gelip İmam’ın (O'na selâm olsun) etrafını sardılar. Hz.Abbas, İmam Huseyn (Onlara selâm olsun) binene kadar atın dizginlerinden tuttu. Sonra da Hz.Abbas (O'na selâm olsun) ile diğer Haşimoğulları hep birlikte atlarına bindi.
Ve Hz. Abbas, İmam’ın (Onlara selâm olsun) sancağını taşımaya başladı…
|
|