Gadir-i Hum üzerine
Gadir-i Hum
“Ey elçi, Rabb'inden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini duyurmamış olumun. Allah seni insanlardan korur."(Mâide, 67)
Sünni ve Şii müfessirler bu ayetin Gadir-i Hum'da Hz. Ali (a.s) hakkında indiğini vurgulamışlardır. Olayı anlatmadan önce şu noktayı hatırlatmam gerekiyor. Resulullah'a (s.a.a) iki türlü vahiy iniyordu. Biri Kur'an vahyi, diğeri ise Kur'an'a ait olmayan vahiy.
Kur'an'la ilgili vahiy, lafız ve manası Allah Teala tarafından Resulullah'a (s.a.a) inen Kur'an-ı Kerim'in ayet ve sureleridir. Kur'an'a ait olmayan vahiy ise manası Resulullah'a (s.a.a) Allah Teâlâ tarafından inen, Resulullah (s.a.a)'ın kendi lafızlarıyla beyan ettiği vahiydir. Örneğin, namazın rekâtlarının sayısı, namazın kılınış şekli ve Kur'an-ı Kerim'de olmayıp Resulullah (s.a.a)'ın beyan ettiği diğer hükümler gibi.
Nazil olan her ayetin manası Resulullah'a (s.a.a) vahyoluyordu. Dolayısıyla Allah Teâlâ buyuruyor ki:"Sana da bu zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın."(Nahl, 44)
Resulullah (s.a.a) kendisinden bir şey söylemiyordu. "O, havadan konuşmaz, o (konuştukları) kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir."(Necm, 3-4)
Resulullah (s.a.a), kendisine Kur'an vahyi dışında gelen hükümlerin beyanını bazen biraz bekletirdi. Resulullah (s.a.a)'ın evlatlığı Zeyd'in boşadığı eşi Zeyneb'in hikâyesi gibi. Zeyd onu boşadıktan sonra Allah Teâlâ Resulüne onunla evlenmesini emretti, Ancak insanlar, kendi evlatlığının eşiyle evlendiğini söylememeleri için bu buyruğu vahiy ininceye kadar geciktirdi. Vahiy indikten sonra Resulullah (s.a.a) derhal Zeyneb'in evine gitti.
Gadir-i Hum olayında da böyle oldu. İlk önce Arefe günü Resul-i Ekrem (s.a.a)'a Kur'an vahyi olmayan bir vahiy inerek obüyük toplantıda (Veda haccında) Ali'yi kendi yerine atamasını bildirdi. Fakat Resulullah (s.a.a)'ın insanların, "Peygamber kendisin den sonra hilafete amcası oğlunu atadı" demelerinden çekinerek bu buyruğu insanlara duyurmayı geciktirdi. Nihayet hacılar Cuhfe'ye ulaştılar. Cuhfe hacıların birbirlerinden ayrılacakları ve o büyük kalabalığın dağılacağı bir bölgeydi. Tam orada Resulullah'a (s.a.a) Kur'an vahyi inerek bu ayeti getirdi: "Ey elçi, Rabb'inden - Arefe'de- sana indirileni (Cuhfe'de insanlara) duyur."
Resul-i Ekrem (s.a.a) derhal devesinden inerek ileride olanların geri dönmelerini ve geride kalanların ise kendilerini ulaştırmalarını emretti. Öğleye doğruydu ve hava sıcaktı. Gadir isminde bir su birikintisinin başında develerin kuşam malzemelerinden bir minber yaptılar. Resul-i Ekrem (s.a.a) namazdan sonra o minbere çıkarak bir hutbe okuyup Allah Teâlâ’nın hükümlerini doğru tebliğ ettiğine dair oradaki insanlardan ikrar aldıktan sonra onlara şöyle buyurdu:
"Acaba ben müminlere kendi nefislerinden evla değil miyim?" Oradakiler, "evet" dediler.
Sonra Ali'nin elini tutarak ikisinin de koltuğunun altının beyazlığı gözükecek şekilde yukarı kaldırdı ve oradaki herkes Ali'yi gördü, sonra da buyurdu ki:
"Allah'ım! Ben kimin mevlasıysam bu Ali'de onun mevlasıdır. Allah'ım! Onu seveni sev, ona yardım edene yardım et."
Resul-i Ekrem (s.a.a) dokuz katla başına sardığı taç hükmü tanıyan "Sehab" ismindeki siyah imamesini o gün Hz. Ali (a.s)'ın başına sardı. Kabilelerin temsilcileri Resulullah (s.a.a)'ın huzuruna geldiğinde o hazret bu sarığı sarar, onları öyle karşılardı. Mekke'nin fethinde de bu imameyi başına sarmıştı. Günümüzde Resulullah (s.a.a)'ın soyundan gelen seyidlerin sardığı siyah imame de o hazretten miras kalmıştır.
İkinci halife (Ömer) bu atamadan dolayı Hz. Ali'yi (a.s) tebrik ederek:
"Ne mutlu sana, ne mutlu sana ey Ali! Bu gün benim ve bütün mümin erkek ve kadınların velisi oldun" dedi.
Sorunun ikinci bölümünün cevabına gelince: Bildiğiniz gibi Resulullah'ı (s.a.a) hayatı boyunca, kendisinden sonra yerine Hz. Ali (a.s)'ın geçeceğini defalarca hatırlatmıştır. Fakat bunlardan hiç biri Cuhfe'deki özelliğe sahip değildi. Örneğin ilk kez bisetin üçüncü yılında Resulullah'a (s.a.a)"En yakın akrabalarını uyar" ayeti nazil olunca o hazret Abdulmuttalib oğullarını davet ederek onlara "Bu konuda hanginiz bana biat edecek tâ ki benim kardeşim, vasim ve mirasçım olsun..."buyurdu.
O zaman yaş bakımından onların en küçüğü olan Ali'den başka kimse kabul etmedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) da onun hakkında şöyle buyurdu:
"Bu benim kardeşim, vasim ve mirasçımdır. Allah'ı dinleyin ve ona itaat edin."
Resulullah (s.a.a)'ın bu hareketi onların birçoğuna ağır geldi. Toplantıdan çıkarken alaylı bir şekilde Ebutalib'e şöyle dediler:
"Kardeşinin oğlu sana oğluna itaat etmeni emrediyor!!"
Tebuk gazvesinde de Sahih-i Buhari'de geçtiği gibi Resulullah (s.a.a) Ali'yi Medine'de kendi yerine bıraktığında şöyle buyurdu:
"Bana nispet Harun'un Musa'ya menzilesinde olmak istemez misin? Fakat benden sonra Peygamber yoktur."
Ve hepsi sınırlı topluluklar olan diğer yerler. Büyük bir topluluğun olduğu -o da çeşitli noktalardan- tek yer Zilhacce'nin on sekizinde Cuhfe'ydi. Tarihçiler o yıl veda haccına gidenlerin sayısını yetmiş binden yüz kırk bine kadar belirtmişlerdir.
Tevrat'ta geçtiği üzere Resulullah (s.a.a)'ın bunun hareketinin bir benzerini de Hz. Musa (a.s) Yuşa b. Nun hakkında yapmış, Allah'ın emriyle insanların içinde onu kendisinin halifesi tanıtmış, İsrailoğulları'ndan ona itaat etmelerini, onu kendisinin vasisi ve halifesi bilmelerini istemiştir.
Resulullah (s.a.a) da hem Sahih-i Müslim ve hem Müsned-i Ahmed'de geçtiği gibi o gün okuduğu bir hutbede şöyle buyurmuştur:
"Ben sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum. Biri Allah'ın kitabı, diğeri itretim, Ehl-i Beytim. Bu ikisine sımsıkı sarıldığınız müddetçe dalalete düşmezsiniz."
Başka bir rivayette o hazretin şöyle buyurduğu geçer:
"Doğrusu Latif ve Habir -olan Allah- bu ikisinin havuzun başında bana ulaşıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklarını haber vermiştir."
Bütün bunlar Gadir olayının sadece Resulullah'a (s.a.a) halife tayin etmek için olduğunu ortaya koymaktadır.
|
|