02-06-2014 tarihinde eklendi
Hz. İmam Hüseyin'in (as) hayatından damlalar



Ebu Abdullah Hüseyin (a.s), yaratılıştan mütevazı ve bencillikten uzaktı. Yüksek bir soya, yüce bir şerefe ve Resu-lullah (s.a.a) nezdinde özel bir konuma sahip olmasına rağmen, mütevazıydi, alçak gönüllüydü. Ümmet içinde yaşar, yoksullarına burun kıvırmaz, zayıflarına tepeden bakmaz, hiç kimseye karşı üstünlük taslamazdı. Âlemlere rahmet o-larak gönderilen yüce dedesini örnek alırdı. Böyle yaparken Allah'ın rızasını kazanmayı, bunun yanında ümmeti güzel ahlâk üzere eğitmeyi arzu ediyordu. Onunla ilgili nakledilen birçok haberde, diğer Müslümanlarla kurduğu ilişkilerde tam bir tevazu örneği, engin bir risalet hoşgörüsü sembolü ve kerem sahibi bir şahsiyet olduğu görülmektedir.

Bu kabil haberlerden bazıları şöyledir:

Bir gün bir grup yoksulun yanından geçiyordu. Yoksullar, kuru bir ekmek parçasını yemeye çalışıyorlardı. Onlara selâm verdi. Yoksullar, onu kendileriyle birlikte yemeye ça-ğırdılar. Şöyle dedi: "Eğer bu yediğiniz sadaka olmasaydı, sizinle beraber yerdim…" Sonra şöyle dedi: "Kalkın evime gidelim." Onları evinde yedirdi, giydirdi ve her birine bir miktar para verilmesini emretti.

Diğer bir rivayette de nakledilir ki:

Bir gün Hüseyin (a.s) Suffa'da yemek yiyen yoksulların yanından geçti. Yoksullar, onu yemeğe buyur ettiler. Dedi ki: "Allah büyüklenenleri sevmez." Sonra oturup onlarla beraber yedi. Ardından onlara: "Ben sizin davetinize uydum, şimdi de siz benim davetime uyun." dedi. "Evet." dediler. Onları alıp evine götürdü ve eşine şöyle dedi: "Sakladığın şeyleri çıkar!" [1]
 

[1]- Bunun öncekinden farklı bir kıssa olması ve buna göre bu fakirlerin yediklerinin sadaka olmadığı için İmam'ın onların davetlerini kabul buyurduğu mümkündür. A'yanu'ş-Şia, 1/580; Tarih-u İbn Asa-kir, Tercumetu'l-İmam el-Hüseyn, Hadis: 196; Tefsiru'l-Burhan, 2/363


 Hz. Resulullah'ın (s.a.a) torunu Hüseyin (a.s), peygamberlik edebiyle edeplenmişti. Dedesinin, kendisine karşı sa-vaşanları ve İslâm dinine karşı duranları affettiği günkü ru-hunu taşıyordu. Kalbi, bütün insanları içine alacak kadar ge-nişti. İnsanların doğru yolu bulmalarını çok istiyordu. Bu u-ğurda, cahil insanların bütün kötülüklerini görmezden gelmeye hazırdı. Onun gayesi, Allah'ın rızasını elde etmekti. Günah işleyenlere yaklaşıyor, onlara güven veriyor, onların yüreklerine Allah'ın rahmetine yönelik ümit tohumlarını ser-piyordu. Kötülük edenin kötülüğüne misliyle karşılık vermezdi; Bilakis ona şefkatle davranır, hak yolu gösterir, onu sapıklıktan kurtarırdı. Şöyle dediği rivayet edilir:

Bir adam şu kulağımdan -sağ kulağını göstererek- sövse, sonra dönüp şu kulağımdan da benden özür dilese, özrünü kabul ederim. Çünkü Emirü'l-Mümi-nin Ali b. Ebu Talib (a.s) bana, dedem Resulullah'tan (s.a.a) şöyle duyduğunu anlatmıştı:

"Haklı ya da haksız, özür dileyenin özrünü kabul etmeyen kimse, Kevser havuzunun başına gelmez."[1]

Rivayet edilir ki: İmam Hüseyin'in (a.s) hizmetçilerinden biri cezayı gerektiren bir suç işler. İmam (a.s), hizmetçinin tedip maksadıyla dövülmesini emreder. Hizmetçi: "E-fendim! Öfkesini yutkunanlar…" [2] der. İmam: "Bırakın onu." der. Bu sefer hizmetçi: "Efendim! İnsanları affedenler…" der. İmam: "Seni affettim." diye cevap verir. Hizmetçi: "Efendim! Allah ihsan sahiplerini sever."[3] der. Bunun üzerine İmam (a.s): "Seni Allah rızası için azat ettim. Bugüne kadar sana ver-diğimin iki katı da senin olsun." buyurur.[4]
 

[1]- İhkaku'l-Hak, 11/431

[2]- Âl-i İmrân, 134

[3]- Aynı ayetin devamı

[4]- Keşfu'l-Gumme, 2/31; el-Fusulu'l-Muhimme, İbn Sabbağ, s.168 (küçük bazı değişikliklerle beraber)… A'yanu'ş-Şia, 4/53


Cömertliği ve Keremi

Sahip olduğu büyük ruh ve seciyeyle İmam Hüseyin b. Ali (a.s), fakirlere ve muhtaçlara yardım eder, dul ve yetimleri himaye ederdi. Kendisini ziyarete gelenleri teskin eder, rahat ettirir, yüreklerine su serperdi. Kendisinden yardım isteyenlerin ihtiyaçlarını giderir, onların istemenin ezikliğini hissetmelerine izin vermezdi. Akrabalarını kesintisiz bir şe-kilde ziyaret ederdi. Eline bir mal geçtiği zaman, onu taksim eder ve ardından infak ederdi. Bu, âlicenap, cömert insanların seciyesi, kerem sahiplerinin karakteri ve hoş görülü insanların ayırıcı özelliğidir.

Gecenin koyu karanlığında yiyecek dolu bir torba ve bir miktar para alır, dul ve yetimlerin evlerine götürürdü. Mua-viye b. Ebu Süfyan bile, onun bu özelliğine tanıklık eder. Bir gün Muaviye bazı şahsiyetlere birtakım hediyeler gönderir ve şunu da ekler:

Hüseyin'e gelince, o, ilk önce babasıyla beraber Sıf-fin'de savaşıp öldürülenlerin yetimlerine dağıtır. Geride bir şey kalırsa, onunla develer keser ve süt içirir.[1]

Verilen bir selâma karşılık olarak birini azat ettiği sahne ise lütuf, erdem ve geniş yürekliliğin müthiş bir örneğini yansıtmaktadır. Enes'in şöyle dediği rivayet edilir:

Bir gün Hüseyin'in yanındaydım. İçeriye elinde bir deste gül olan bir cariye girdi ve elindeki güllerle Hüseyin'i selâmladı. Hüseyin ona şu karşılığı verdi: "Allah için seni azat ediyorum." Dehşet içinde kalarak şöy-le dedim: "Bir cariye elindeki bir deste gülle seni selâmlıyor ve sen de onu azat mı ediyorsun?" Hüseyin şöyle dedi: "Allah bizi böyle terbiye etti. Yüce Allah buyuruyor ki: 'Bir selâmla selâmlandığınız zaman, ondan daha güzeliyle veya onun misliyle karşılık verin.' Cariyenin verdiği selâmdan daha güzeli, onu a-zat etmekti." [2]

İmam Hüseyin'in (a.s) cömertliğinin ve affediciliğinin bir göstergesi de, hastalığı esnasında borçlarını ödeyemeyen Ü-same b. Zeyd'in borçlarını ödemeyi üstlenmesi ve onu bu sı-kıntıdan kurtarmasıdır.[3] Kaldı ki Üsame, babası Emirü'l-Mü-minin'in (a.s) karşıtlarının saffında yer almıştı.

Bir gün Hüseyin'in (a.s) kapısında bir dilenci durdu ve şu şiiri okudu:

Senin kapının tokmağını çalan

Ve isteyen, asla eli boş dönmez.

Sen cömertsin, sen güvenilensin

Baban da fasıkları öldürendi.

Hüseyin (a.s), derhal kapıya koştu. Adamın görünüşün-den yoksul ve ihtiyaç sahibi olduğunu anlayınca, Kanber'i çağırdı ve şöyle dedi: "Bizim nafakamızdan geriye ne kaldı?" Kanber: "Aile halkının arasında bölüştürmemi istediğin iki yüz dirhem kaldı." dedi. İmam (a.s) "Şimdi sen o parayı getir. Çünkü şu anda bu parayı daha çok hak eden biri geldi." dedi ve parayı alıp dilenciye verdi. Ayrıca ondan özür dileyerek şu şiiri okudu:

Al şunu ki ben senden özür dilemekteyim

Bil ki sana şefkatle bakmaktayım

Eğer yarın önümüze çıkarsa bolluk

Üzerine cömertliğimizi akıttığımızı görürsün

Fakat zamanın şartları değişkendir

Şu an elim dardadır.

Bedevî teşekkür ederek sadakayı aldı, ona hayır duada bulundu ve onu övmek maksadıyla şu şiiri okudu:

Tertemiz kılınmışlar, yakaları temiz mi temizdir

Nerede anılırlarsa, onlara salâvat gönderilir

Sizler, sizler en üstünsünüz; sizin yanınızdadır

Kitab'ın ilmi ve surelerin getirdiği

Bir kimse nesebini söylerken Ali soyundan değilse

İnsanlar içinde övünecek bir şeyi yoktur.[4]
 

[1]- Hayatu'l-İmami'l-Hüseyn, 1/128, Uyunu'l-Ahbar'dan naklen.

[2]- Keşfu'l-Gumme, 2/31; el-Fusulu'l-Muhimme s.167

[3]- Biharü'l-Envar, 44/189; Menakıb-u Âl-i Ebî Talib, 4/65

[4]- Tarih-u İbn Asakir, 4/323; Menakib-u Âl-i Ebî Talib, 4/65


Ebu Abdullah Hüseyin (a.s), hayatının her anında ve her duruşunda Rabbiyle bağını sürdürüyordu. Bu bağı, Allah'a sunduğu ibadette somutlaşıyordu. Yüce Yaratıcı ile ba-ğını her fırsatta güçlendiriyordu. Allah'a ibadet uğruna fedakârlığının dozunu her gün biraz daha artırıyordu. Allah'ın zatında yok olmuştu, O'nun rızası uğruna nefsini unutmuştu. İbadeti, yüce Allah'a olan hakikî marifetinin bir semeresiydi.

Arefe günü yaptığı duaya göz atılacak olursa, bu marifetin derinliği ve yüce Allah ile alâkasının ne kadar güçlü olduğu açıkça görülecektir. Bu muhteşem duadan bir pasajı aşağıya alıyoruz:

Varlığını sana borçlu olan bir şey, senin varlığının kanıtı olarak kullanılabilir mi? Senden başkası için, senin olmayan bir zuhur var mı ki, o senin zuhur etmeni sağlasın? Sen ne zaman kayboldun ki, seni gösterecek bir delile ihtiyaç duyulsun? Ne zaman uzak oldun ki, izlerden hareketle sana ulaşılmaya çalışılsın? Senin kendisini gözetlediğini görmeyen göz kör olmuştur. Senin kendisi için sevginden bir pay ayırmadığın kulun alışverişi hüsrana uğramıştır…

İlâhî! İşte zelilliğim, senin önünde ortadadır. İşte durumum, sana gizli değildir. Senden sana kavuşmayı istiyorum. Seninle, seni kanıtlıyorum. O hâlde, nurunla beni kendine ilet. Samimî kullukla önünde dur-mamı sağla…

Dostlarının kalplerini sen marifet nurlarıyla aydınlattın da seni tanıdılar, birliğini ikrar ettiler. Sevenlerin kalplerinden yabancıları sen söküp attın da, senden başkasını sevmez, senden başkasına sığınmaz oldular. Âlemler onları dehşete düşürürken, sen onların munisi oldun…

Seni yitiren ne bulmuş ki? Seni bulan, ne yitirmiş ki?

Seni bırakıp başkasına sarılan, kaybetmiştir. Senden yüz çevirip yoldan çıkan, büyük bir hüsrana uğramıştır.

Ey sevdiklerine, yakınlığının halâvetini tattırıp da bunun zevkinden kendini yitirmelerini sağlayan! Ey dostlarına, heybetinin giysilerini giydirip de onları hu-zurunda bağışlanma dilemeye sevk eden!...[1]

Allah'a karşı duyduğu korku, O'nun murakabesini hisse-dişinin şiddeti yüzüne vurmuştu. Öyle ki biri ona: "Rabbin-den ne çok korkuyorsun?" dediğinde o, şu cevabı vermişti:

Dünyada Allah'tan korkanlardan başkası, kıyamet günü azaptan emin olamaz.[2]
 

[1]- el-Muntahabu'l-Hasani Li'l-Ed'iye ve'z-Ziyarat, s.924–925

[2]- Biharu'l-Envar, 44/190

  Peygamber (s.a.a) evinin ehli (Ehl-i Beyt) için ibadet, var-lık ve hayatın kendisidir. Yüce Allah'a yakarmaktan lezzet alırlardı. Allah'a kullukları gece-gündüz, gizli-açık kesintisiz-di. Bu temiz evin direklerinden biri olan İmam Hüseyin (a.s), kesin inanca sahip bir arif ve her anını ibadetle geçiren bir âlim olarak Allah'ın huzurunda ibadete dururdu. Abdest al-dığı zaman rengi değişir, vücudunun eklemleri titrerdi. Bunun sebebi sorulduğunda şöyle demişti:

Ulu Allah'ın huzurunda duran birinin renginin sararması ve vücudunun eklemlerinin titremesi haktır.[1]

En zor zamanlarda, en ağır koşullar altında dahi namazı eda etmeye büyük özen gösterirdi. Muharremin onuncu gü-nünde (Aşura gününde) çatışmanın doruğa çıktığı, savaşın en kızgın anında öğle namazına durdu. O sırada sapıklık or-dusu etrafını sarmış, her taraftan ok atıyorlardı.

(Hac aylarında) Allah'a karşı zelilliğinin ifadesi olarak yola çıkar, O'nun mübarek evine koşardı. Büyük bir huşu ve tevazu içinde hac ibadetlerini yerine getirirdi. Yürüyerek yirmi beş kere hacca gitmişti.[2]

Şia muhaddislerinin çeşitli tabakaları arasında, İmam Hü-seyin'in (a.s) hac mevsiminde, Arafat'ta, dağın sol eteğin-de, insanlar etrafını sarmış hâlde, huşu ve tevazu içinde et-tiği dua ve Rabbine uzun uzun yakarışı meşhurdur.

Çokça iyilik eder, sadaka verirdi. Rivayet edilir ki, ona miras olarak bir arazi ve bazı eşyalar kalır. O, teslim almadan önce bunların tümünü sadaka olarak dağıtır. Gece karanlığında yanına yiyecek alır, Medineli yoksullara dağıtırdı. Tek gayesi, Allah'ın ecrine ve yakınlığına nail olmaktı.[3]
 

[1]- Camiu'l-Ahyar, s.76. Yine bk. İhkaku'l-Hak, 11/422

[2]- Yenabiu'l-Mevedde, s.41; Maktelu'l-Hüseyn, Harezmî, 2/17

[3]- Hayatu'l-İmami'l-Hüseyn (a.s), 1/135

http://caferider.com.tr/hz--imam-huseyin-in-as-hayatindan-damlalar_h11746.html