21-05-2014 tarihinde eklendi
Şia inancının manevî mesajı


 Büyük Şii alimlerinden Allame Tabatabai bu mesajı şöyle özetliyor:  Şia'nın insanlara manevî mesajı bir cümleden fazla değildir. O da şudur: "Allah'ı tanıyınız." Diğer bir tabirle, "Saadete ve doğruluğa erişmeniz için Allah'ı tanımanız gerekir." Bu mesaj, Resulullah'ın (s.a.a). kendi davetini başlattığı ilk cümlesidir. Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyuruyordu: "Doğruluğa erişmeniz için, Allah'ı bir olarak tanıyın ve birliğini itiraf edin."

Bu mesajı açıklarken kısaca şöyle diyoruz: Biz insanlar, tabii olarak yaşantının bir çok maksatları ve maddî lezzetler peşindeyiz. Yemek, içmek, şık giyinmek, sarayları, güzel manzaraları, güzel hanımı, samimi arkadaşları, çok malı ve serveti, diğerlerinin sultamız altında olmasını, makamı ve isteklerimize karşı çıkan her şeyi yok etmek isteriz.

Ama ilâhî fıtratla, insanın bu lezzetler için değil de, bu lezzetlerin insanlar için yaratıldığını anlıyoruz. Onlar, insanın peşine düşmelidir, insan onların peşine değil.

Tamah ve şehvetin hedef edilmesi öküz ve koyunun içgüdü ve sıfatlarından, yırtıp parçalamak, başkalarına zulüm etmek, kaplan, kurt ve tilkinin özelliklerindendir. Ama insanın mantığı, sadece fıtri akıl mantığıdır.

Akıl ve mantık, gerçekliğiyle bizleri hakkı izlemeye iletir, böbürlenmeye bencilliğe ve nefsi istekler tarafına değil. Aklî mantık, insanı kendisinden hiçbir istiklali olmayan ve yaratılanlardan birisi olarak biliyor. Kendisini tabiata hakim gören vahşi tabiatı istediği gibi evcilleştirdiğini ve dize getirdiğini sanan insanın, kendisinin de tabiatın oyuncağı ve onun emrine uyanlardan biri olduğunu söy-lüyor.

Akıl mantığı, insanın, bu geçici dünya ve varlığına bakışında dakik olmasını ister; ta ki bu dünyanın ve onda varolan bütün her şeyin kendiliklerinden var olmadığı, hepsinin sonsuz bir kaynağa dayalı oldukları ve yine insana müstakil gerçekler olarak gözüken bütün bu iyi-kötü ve yer-gök yaratıklarının başka bir gerçek gölgesinde gerçek gibi gözüktükleri, O'nun nuru sayesinde varolup, kendilerinden ve kendi yanlarından hiçbir şeyleri olmadığı, geçmişte varolan güçlerin, azametlerin, bugün efsaneden başka bir şey görünmediği gibi, bugünün gerçeklerinin de böyle olduğu ve bilahare her şeyin kendi çapında efsaneden başka bir şey olmadığı gerçeği aydınlığa kavuşsun.

Yok olmayacak gerçek, ancak Allah'tır. Her şey O'nun varlığı sayesinde varlık rengini alır ve O'nun zatının nuruyla aydınlanır ve yaratılır.

İnsan böyle bir kavrayışla donatıldığında, işte o zaman onun varlık dünyası gözü önünde suyun üzerindeki köpük gibi kaybolur ve açıkça dünya ve dünyadakilerin sonsuz kemal, ilim, kudret, hayat ve varlığa dayandıklarını, insan ve diğer yaratıkların her birisinin kendi kapasitesine göre ebedi cihanı gösteren birer ayna olduklarını görür.

İşte o zaman insan kendisinden ve diğer varlıklardan, istiklali ve asaleti selbedip, hakiki sahibine geri verir. Her şeyden kopup yegane Allah'a varır ve O'nun azamet ve büyüklüğü dışında hiç bir şey karşısında baş eğmez.

Böyle olunca, insan Yüce Allah'ın velayeti ve emri altına girer. Tanıdığı her şeyi Allah'la tanır. Allah'ın hidayeti ve rehberliği sayesinde temiz ahlak ve iyi amellere bürünür. (Temiz ahlak ve iyi amel, fıtrat dini olan İslâm'ın içeriği ve Hakk'a teslim olmaktır.)

İşte budur insanın kemalinin doruk noktası ve budur kamil insanın yani Allah'ın lütfüyle bu mertebeye varan imamın makamı. Çaba göstererek bu kemale eren bütün insanlar, farklı mertebeleriyle, o imamın gerçek takipçileridirler.

Bu noktadan şu husus anlaşılıyor ki, Allah'ı tanıma, İmamı tanıma, asla birbirinden ayrılmayan iki unsurdurlar tıpkı birbirinden ayrılmayan Allah'ı tanımayla nefsi tanıma gibi. Çünkü mecazi varlığını tanıyan kimse, muhtaç olmayan Allah'ın gerçek varlık olduğunu tanımıştır.

http://caferider.com.tr/sia-inancinin--manev-mesaji_h11711.html