Bütün din hükümleri ve İslam inançları ashap vasıtasıyla bizlere ulaşmıştır. Bugün Kur'an ve sünnet yoluyla Allah'a ibadet ettiğini iddia eden biri varsa, bu iki kaynağın doğu ve batıdaki Müslümanlara ulaşmasına ashabın vesile olduğunu bilmelidir.
Ancak ashabın, Resulullah'tan (s.a.a.) sonra ihtilaf edip dağılmaları, birbirlerine küfi:edip lanet okumaları, savaşıp birbirlerini öldürmeleri yüzünden araştırıp eleştirmeden hükümleri onlardan alamayız. Aynı şekilde, onların durumunu incelemeden, Resulullah (s.a.a.) zamanında ve Resulullah'tan sonra yaptıklarını araştırmadan, böylece hakkı arayanla batıl peşinde koşanı, müminle fasığı, samimi olanla münafığı ve Allah'a şükredenle İslamiyeti terk edeni birbirinden ayırt etmeden hiçbirinin leh veya aleyhine hüküm veremeyiz.
Maalesef Ehl-i Sünnet' in büyük çoğunluğu bu yöntemi kabullenmezler ve ashabı eleştirmeyi ve onlara itirazı kesinlikle reddeder, hepsini iyi bilirler; tıpkı Muhammed ve Ehl-i Beyt'ine selam gönderdikleri gibi, istisnasız olarak hepsine selam gönderirler.
Ehl-i Sünnet' e şunu soruyoruz: Ashabın bazılarını kınamak ve bazılarının aleyhine hüküm vermek İslam'dan çıkmaya neden olur mu veya Kur'an ve sünnete ters düşer mi?
Bu sorunun cevabını bulmak için ashaptan bazılarının Resulullah (s.a.a.) zamanında ve Resulullah'tan (s.a.a.) sonra yaptıklarını ve söylediklerini incelemek zorundayız. Bu arada Şiilerin kitaplarından hiçbirini delil olarak göstermeyeceğiz. Çünkü Şiilerin bazı sahabiler hakkındaki görüşleri meşhur olup açıklamağa gerek yoktur. Bu yüzden bu konuda sadece Ehl-i Sünnet'in Sahih, Müsned ve Tarih- leri ile yetineceğiz. Bizim amacımız ashaptan bazılarının gerçek yüzünü ortaya çıkarmaktır. Bu grubun ashabın azınlığı mı, çoğunluğu mu olduğu ileride anlaşılacaktır inşaallah. Maalesef bazı insanlar, Şiilerin sahabe düşmanı olduklarını ve sahabeye küfrettiklerini söyleyerek tartışmaları sonuçsuz bırakmaktadırlar. Halbuki, bizler sahabeye küfretmek bir kenara dursun onların muhlis olanları için -ki Kur'an' da "şükredenler" olarak tanıtılmışlardır - hayır talep etmekteyiz. Sadece Resulullah'tan (s.a.a.) sonra yollarını değiştirip geri dönenlerden ve birçok Müslümanın yoldan çıkmasına sebep olanlardan teberri eder, onlarla ilişiğimiz olmadığını bildiririz; ama yine de onlara küfretmeyiz. Yaptığımız tek şey, -tarihçilerin yazdığı gibi- hakkın ortaya çıkması ve perdelerin aralanması için sahabilerin yaptıklarını anlatmaktır. Fakat bazı Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz bundan da -rahatsız olmakta ve bunu ashaba küfür olarak telakki etmektedirler.
Kur'an-ı Kerim Allah'ın buyruğudur; dolayısıyla hakkı söylemekten çekinmez ve utanmaz. Kur'an, bu yolu açarak bazı sahabilerin münafık, bazılarının fasık, bazılarının zalim, bazılarının yalanlayıcı, müşrik, haktan dönmüş veya Allah ve Resulüne eziyet edenler olduğunu anlatmıştır.
Asla heva ve hevesinden konuşmayan ve Allah yolunda olduğu için kınayanlardan korkmayan Resulullah da (s.a.a.) bize bu yolu açarak bazı sahabileri mürted, bazılarını nakisin (Cemel ashabı), bazılarını marikin (hariciler), bazılarını kasitin (Muaviye ve etrafındakiler) olarak tanıtmış, bazılarının mutlaka cehenneme gideceğini ve onların Resulullah'la (s.a.a.) birlikte olmalarının kendilerine hiçbir yararı olmayacağını ve hatta bu yüzden kıyamette azaplarının iki kat artacağını buyurmuştur.
Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünneti tanıklık ettiği halde, niçin Ehl-i Sünnet alimleri Müslümanların sahabe hakkında tartışmalarına müsaade etmeyerek hakkın ortaya çıkmasına, Müslümanların gerçek Allah dostlarını tanıyıp onlara uymalarına ve Allah düşmanlarını tanıyıp onlardan uzaklaşmalarına engel olmaktalar?
Bir gün Tunus'un başkentindeki büyük bir camiye gittim. Namazdan sonra İmam namaz kılanlara dönerek Resulullah'ın (s.a.a.) ashabı aleyhinde konuşanları kınayarak onları tekfir edip şöyle dedi:
"Sakın ilmi tartışma ve hakka ulaşmak adı altında Resulullah'ın (s.a.a.) ashabı aleyhinde konuşanların sözleri- ne aldanmayasınız. Allah'ın, meleklerin ve bütün halkın lâneti onlara olsun. Onlar halkın, dinlerinde şüpheye düşmelerini istiyorlar. Oysa Resulullah (s.a.a.) buyurmuştur ki: "Söz ashabımdan açıldığında susunuz. Vallahi Uhud dağı kadar altın sadaka verseniz de onların faziletlerinin onda birine dahi ulaşamazsınız."
Yanımdaki basiret sahibi biri İmamın sözünü keserek,"Bu hadis sahih değildir ve Resulullah'a (s.a.a.) iftira edilmektedir." dedi.
İmamın yüzünün rengi değişti ve oradakilerden bazıları öfkeli bakışlarla bizi süzmeye başladılar. Durumun kötüye gitmemesi için müdahale etmek zorunluluğu hissederek tatlı dille İmama şöyle dedim: "Efendim! Müslüman bir kimse Kur'an-ı Kerim'de,"Muhammed sadece bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelmiştir. Eğer o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (cahiliyeye) mi döneceksiniz? Kim geriye dönerse, Allah'a asla zarar vermez ve Allah şükredenlere ihsanlar eder."1 ayetini okuyorsa suçu ne?
Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de Resulullah'ın (s.a.a.) aşağıdaki hadisini okuyan Müslümanın suçu var mıdır?
"Kıyamet günü sizi kuzeye doğru götürecekler. Ben, "Onları nereye götürüyorsunuz?" diye sorduğumda; "Vallahi onları cehennem e götürüyoruz." diyecekler. Ben, "Ey Rabbim, onlar benim ashabımdır." diyeceğim. Bana diyecekler ki: "Senden sonra onların ne bidatler çıkardıklarım bilmiyorsun. Sen onları terk ettiğin andan mürted olup cahiliyeye geri döndüler." Bunun üzerine ben diyeceğim ki: "Allah'ın rahmeti benden sonra dini değiştirenlerden uzak olsun." Onlardan, ancak deve sürüsünden ayrılan birkaç deve gibi çok azı kurtulacaktır."2
-----------------------------
1- Al-i İmran Suresi / 144.
2- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 58-59 ve c. 8, s. 150 - 151; Sahih-i Müslim, c. 4, s. 1794, h. 2293.
Herkes sessizce beni dinliyordu. Onlardan biri bana şöyle sordu: "Sen bu hadisin Sahih-i Buhari' de olduğuna emin misin?' Ben; "Evet!" dedim, "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun resulü olduğuna inandığım gibi eminim."
İmam, orada olanları etkilediğimi görünce yavaşça şöyle dedi: "Biz rahmetli hocalarımızın, "Fitne yatmaktadır; fitneyi uyandıranlara Allah lanet etsin, dediklerini duyduk." Bunun üzerine ben de; "fitne asla uyumamıştır ve gaflet içinde uyuyan sadece bizleriz. Uyanıp da hakkı gören birini "fitne çıkarıyor" diye suçlayan biziz. Bilahare bizler Kur'an'a ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetine uymalıyız, Muaviye, Yezid ve Amr-ı As'a acıyan ve onlara rahmet okuyan eski hocalara değil." diye cevap verdim.
İmam sözümü keserek şöyle dedi; "Öyleyse sen efendimiz Muaviye'yi vahiy katibi bilmiyor ve ona mağfiret dilemiyorsun değil mi?" Dedim ki: "Bu konuyu tartışmak uzun sürer. Eğer benim bu konudaki görüşlerimi öğrenmek istiyorsan "Nasıl Hidayete Kavuştum" adlı kitabımı size hediye ederim. İnşaallah bu kitap sizi uykudan uyandırır ve bazı gerçekleri görmenize sebep olur."
İmam biraz tereddütle sözlerimi ve hediyemi kabul etti. Bir ay sonra bana nezaket dolu bir mektup yazdı. Mektubunda kendisini doğru yola hidayet ettiği için A1lah'a hamd ediyor ve Ehl-i Beyt'e (a.s.) karşı anlatılmaz duygu ve sevgisini dile getiriyordu. Ben kitabın üçüncü baskısında mektubu nu yayınlamak için kendisinden izin istedim. Çünkü o mektup hakkı tanır tanımaz kabul eden bir ruhun temizliğini, sara ve samimiyetini yansıtıyordu. Bu, perdeler kalkınca Ehl-i Sünnet'in çoğunluğunun hemen hakka doğru koşacağını gösteren güzel bir örnektir.
Ama o, arkasında namaz kılanları, kendi tabiriyle kargaşadan uzak salim bir ortamda ikna edebilmesi için benden mektubunu yayınlamamamı istedi.
Şimdi tekrar Kur'an-ı Kerim'de ve Resulullah'ın sünnetinde kaydedilen acı gerçeği öğrenmek için sahabe konusuna dönüyoruz.
Söze, içinde asla batıl olmayan gerçek hakem Kur'an-ı Kerim ile başlıyoruz. Allah Teala bazı sahabiler hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Medinelilerden, münafıklık edip duranlar var. Sen onları bilmiyorsun, ama biz biliyoruz. Onlara iki kez azap edip sonra büyük bir azap ile azaplandıracağız."1
"Söylemediklerine dair Allah adına yemin ederler. Fakat andolsun ki küfür sözünü söylediler onlar. Müslüman olduktan sonra kafir oldular. Ulaşmadıkları şeyi elde etmeğe çalıştılar."2
"Böylece Allah'a verdikleri sözü tutmadılar ve yalan söylediklerinden dolayı Allah, kendisine kavuşacakları güne kadar onların kalplerinde nifakı devamlı kıldı."3
---------------
1- Tevbe Suresi / 101.
2- Tevbe Suresi /74.
3- Tevbe Suresi / 77.
"Bedeviler kafirlik ve münafıklık bakımından daha şiddetlidirler. Allah'ın, Resulüne indirdiği hükümlerin sınırlarını da bilmezler. Ve Allah alim ve hakimdir."1
"İnsanlardan Allah'a ve ahirete inandık diyenler vardır, ama inanmamışlardır. Sanki Allah'ı ve inananları kandırırlar. Ama onların kendilerini kandırdıklarından haberleri yoktur. Kalplerinde hastalık vardır ve Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalanladıkları şey yüzünden onlara acı bir azap vardır."2
"Münafıklar yanına geldiklerinde dediler ki: "Şehadet ederiz ki sen Allah'ın resulüsün. Ve Allah senin resul olduğunu biliyor ve Allah şehadet eder ki münafıklar yalancıdırlar. Onlar yeminlerini bir siper gibi kullanıp Allah'ın yolunu (halka) engellemeğe çalışırlar. Yaptıkları ne kötüdür. Bu da hiç şüphesiz iman ettik- ten sonra kafir oldukları içindir. Sonra kalpleri mühürlendi de artık anlamaz olmuşlardır."3
"Görmez misin sana indirilene ve senden evvel indirilen şeye iman ettiğini zannedenleri. Tağut tarafından yargılanmayı isterler. Halbuki onlardan onu inkar etmeleri istenmişti. Şeytan onları tamamıyla saptırmak istemektedir. Onlara, Allah'ın nazil ettiğine ve Resule doğru gelin, denince senden tamamıyla uzaklaşırlar. Elleriyle hazırladıkları bir felakete uğrayınca halleri nice olur? Sonra sana gelerek yemin ederler, bizler sadece ihsan ve yardım etmek istiyorduk derler."4
"Münafıklar Allah'ı kandırdıklarını zannederler.
-------------------------
1- Tevbe Süresi /97.
2- Bakara Suresi /8- ıo.
3- Münafıkun Suresi / 1 - 3.
4- Nisa Süresi / 60 - 63.
Halbuki Allah onları kandırmaktadır. Namaz için kalktıklarında gevşektirler, halka riya yaparlar ve Allah'ı çok az zikrederler."1
"Ve onları gördün mü bedenleri seni şaşırtır ve konuştuklarını dinlersin. Sanki birbirine dayanmış keresteler gibidirler. Her feryadı kendi aleyhlerine zannederler. İşte onlardır düşman, çekin onlardan. Allah öldürsün onları, nelere de kapılıyorlar."2
"Gerçekten de Allah sizden geri kalanlarla, kardeşlerine bizimle gelin diyenleri bilir. Bunların ancak pek azı savaşa gelirler. Gelseler de can bakımından pek hasis olarak gelirler. Hele bir korkulu çağ gelip çattı mı görürsün ki gözleri dönmüş, sana bakıyorlar. Sanki ölüm yüzünden bayılıp kendilerinden geçmişler. Sonra korku geçti mi keskin dilleriyle sizi incitmeye başlarlar ve hayrı çok sever gibi tavır alırlar. Onlar iman getirmemişlerdir. Sonra Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır. Ve bu, Allah'a çok kolaydır."3
"Ve onlardan seni dinleyenler de var; sonradan yanından çıkınca kendilerine bilgi verilenlere, demin o ne söylüyordu derler. Onlar öyle kişilerdir ki Allah kalplerini mühürlemiştir. Onlar kendi heva ve heveslerine uyarlar."4
"Yoksa kalplerinde hastalık olanlar, Allah onların kin ve hasetlerini meydana çıkarmayacak mı sanarlar?
---------------------------------
1- Nisa Suresi / 142.
2- Münafıkun Suresi /4.
3- Ahzab Suresi / 18 - 19.
4- Muhammed Suresi / 16.
Eğer istersek onları sana gösterirdik de onları çehreleriyle tanırdın. Sen onları elbette ki sözleriyle tanırsın. Ve Allah onların yaptıklarım bilir."1
"Bedevilerden geri kalanlar sana diyecekler ki bizi mallarımız ve evlatlarımız oyaladı. Bizim için Allah'tan af dile. Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler."2
Kur'an-ı Kerim'in bu açık ve sarih ayetleri, kendilerini muhlis insanların arasında gösteren bazı münafıklardan haber vermektedir. Tabii eğer ilahi vahiy olmasaydı onların hakikatini Resulullah (s.a.a.) dahi bilmezdi. Ama bu konuda her zaman Ehl-i Sünnet'in itirazıyla karşılaşıyoruz. Çünkü onlar diyorlar ki: "Bize ne münafıklardan? Allah münafıklara lanet etsin. Sahabilerin münafıklarla bir ilgisi yoktur." Veya "Bu münafıklar ashaptan değildir." derler. Eğer onlara; "Kur'an'da Tevbe ve Münafıkun Surelerinde nazil olan yüz elli ayet kimin hakkındadır?" diye soracak olursak; "Abdullah bin Übeyy ve Abdullah bin Ebi Selul hakkındadır." derler ve bu ikisinden başka tanıtacak hiçbir isim bulamazlar.
Sübhanallah! Ayetlerde de geçtiği gibi birçoğunu Resulullah'ın (s.a.a.) dahi tanımadığı münafıkları bütün Müslümanların bildiği sadece bu iki kişiyle sınırlandırmak nasıl mümkün olabilir?
Resulullah (s.a.a.) onlardan bazılarını tanıyordu ve -siz Ehl-i Sünnet'in de dediği gibi- onların isimlerini Huzeyfe bin Yeman' a bildirmiş, ama bunu bir sır olarak gizli tutmasını söylemişti ona. Hatta Ömer bin Hattap, hilafeti döneminde ondan, kendisinin de münafıklardan olup olmadığını soruyordu. Bunu kendi kitaplarınızda naklediyorsunuz. 1
1- Muhammed Süresi /30. - Fetih Süresi / 11
Yine kendi Sahihlerinizde de naklettiğiniz gibi Resulullah (s.a.a.) münafıkları tanımak için bir ölçü gös- termişti; o da Ali bin Ebi Talib'e düşmanlık etmekti?
Durum böyleyken, "radiyallahu anhum" dediğiniz ve yüce mevkilere çıkardığınız sahabilerin birçoğu, Hz. Ali'ye karşı düşmanlık beslemiş, onunla savaşmıştır. Sonunda da onu öldürmüşler. Hayatında da, şehadetinden sonra da ona lanet okumuşlar. Sadece kendisine değil, ailesine, dost ve yakınlarına dahi aynı muameleyi yapmışlar. Buna rağmen yine de siz bu gibi münafıkları sahabeden sayıyorsunuz.
Resulullah (s.a.a.), hikmeti gereği Huzeyfe'ye onların isimlerini söylerken, Müslümanlara da onları tanımaları ve ilerde gafil avlanmamaları için onların alametlerini bildiriyordu.
Bugün "Biz Hz. Ali'yi seviyor ve onu yücelikle anıyoruz." diyen Ehl-i Sünnet'in bu sözünün hiçbir değeri yok- tur. Biz onlara cevaben "müminin kalbinde hem Allah dostunun, hem de Allah düşmanının sevgisi bir araya gelemez." diyoruz. Hz. Ali'nin kendisi de onlara şöyle buyurmuştur: "Bizimle düşmanımız arasında fark gözetmeyen bizden değildir."1
---------------------------
1- Kenz'ül-Ummal, c. 13, s. 343, h. 36961; Tarih-i İbn-i Asakir,
c. 12, s. 276; Gazali, İhya'ul-Ulum, c. 1, s. 114.
2- Sahih-i Müslim, c. 1, s. 86, h. 78; Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 635,
h. 3717; Sünen-i Nesei, c. 8, s. 116; Kenz'ül-Ummal, c. 11, s. 622.
Kur'an-ı Kerim ihlaslı ve şükreden sahabilerin dışında kalanları fasıklar, hainler, Peygamber' e yardım etmekten kaçınanlar, ahitlerini bozanlar, haktan uzaklaşanlar, Allah'ın ve Resulünün emirlerine itaat etmeyenler, başkalarını cihada gitmekten alıkoyanlar, yapmadıkları şeyi söyleyen- ler, namazı terkederek ticarete ve boş şeylere yönelenler, Müslüman oldukları için Resulullah' a minnet edenler, kalpleri katılaşanlar, Allah'ın zikri ve hak söz karşısında eğilmeyenler, Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda seslerini yükseltenler, Resulullah'ı incitip eziyet edenler ve münafık- larla oturup onlara uyanlar olarak tanıtıyor.
Biz şimdilik bu kadarıyla yetiniyoruz. Konuyu fazla uzatmak istemediğimiz için diğer birçok ayete değinemiyo- ruz. Ama konunun biraz aydınlanması için bu sıfatlara sahip olduklan halde Resulullah'ın vefatından sonra adil kabul edilerek eleştirilmesi yasaklanan sahabileri kınayıp eleştiren bazı ayetlere değinmek zorundayız.
KUR' AN-I KERİM BAZI SAHABİLERİN İÇYÜZÜNÜ BİLDİRİYOR
Bazı kişilerin ayetlerin sadece münafıklarla ilgili olduğunu ve Ehl-i Sünnet'in dediği gibi ashabın münafıklardan ayrı olduğunu sanmamaları için, ashabın müminlerine yönelik eleştirileri zikreden ayetlere de değiniyoruz:
"Ey iman edenler! Size ne oldu da Allah yolunda savaşa çıkın dendiği zaman olduğunuz yerde mıhlanıp kaldınız. Ahireti bıraktınız da dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama dünya hayatının faydası ahirete göre pek azdır. Hep birden savaşa çıkmazsanız sizi acıklı bir azapla azarlandırır, yerinize başka bir topluluk getirir ve sizler ona hiç zarar vermezsiniz. Allah'ın her şeye gücü yeter.'1
-------------------
1- Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 1, s. 155, Dar'ul-Endülüs basımı.
"Ey iman edenler! İçinizden kim çıkar da dininden dönerse Allah onların yerine yakında öyle bir kavim getirecek ki, onları sevecek, onlar da Allah'ı sevecekler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı yüce olacaktır o kavim. Allah yolunda savaşacaklar ve hiç- bir kınayanın kınamasından korkmayacak. Bu, Allah'ın lütfu ve inayetidir ki dilediğine verir ve Allah'ın lütfu boldur, o her şeyi bilir."2
"Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne hıyanet et- meyin. Ve bildiğiniz halde emanetlerinize hıyanet et- meyin. Ve biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız fitnedir ve şüphesiz büyük ecir yalnız Allah katındadır."3
"Ey iman edenler! Sizi diriltecek, size can verecek şeylere çağırdıkları zaman Allah'a ve Peygamber' e icabet edin. Ve bilin ki, Allah şüphesiz, insanın kendisiyle kalbinin arasına girer ve sizler onun huzurunda toplanacaksınız. Ve sakının o fitneden ki, yalnız zulmedenlerinize gelip çatmaz. Ve bilin ki, Allah'ın cezası pek çetindir."4
------------------------------
1- Tevbe Suresi /38 - 39.
2- Maide Suresi /54.
3- Enfal Suresi /28.
4- Enfal Suresi /24 - 25.
"Ey iman edenler! Allah'ın size verdiği nimeti hatırlayın. Hani bir ordu saldırmıştı size de onlara karşı bir yel ve görmediğiniz askerler göndermiştik. Ve Allah sizin yaptıklarınızı görür. Hani size hem üst tarafınızdan hücum etmişlerdi, hem de alt tarafınızdaki yerlerden ve hani gözler yılmıştı ve korkudan yürekler ağızlara gelmişti. Ve Allah hakkında çeşitli zanlara kapıl- mıştınız. işte orada müminler imtihan edilmiş ve adamakıllı sarsılmışlardı. Hani münafıklarla kalplerinde hastalık olanlar dediler ki: Allah ve Resulü bizi boş yere kandırdılar."1
"Ey iman edenler! Niçin yapmadığınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmadığınız şeyi söylemeniz Allah'ın yanında ağır suçtur."2
"Acaba iman edenlerin kalplerinin Allah zikrinden ve haktan nazil olan şeylerden korkma zamanı gelmedi mi?"3
"Müslüman oldular diye sana minnet ediyorlar. De ki: 'Müslüman oldunuz diye bana minnet etmeyin. Allah'tır ki sizleri imana hidayet ettiği için minnet etmesi gereken, eğer doğru söylüyorsanız. ",4
"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz hısım akrabanız, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaretiniz ve hoşunuza giden evler, Allah'tan, Peygamber'inden ve onun yolunda cihattan daha çok hoşunuza gidiyorsa Allah'ın emri gelinceye dek bekleyin ve Allah fasıkları doğru yola sevketmez."!
------------------
1- Ahzap Suresi /9-12.
2- Saıf Suresi /3.
3- Hadid Suresi / 16.
4- Hucurat Süresi / 17.
"Bedeviler dediler ki: 'iman getirdik.' De ki: 'iman etmediniz, sadece İslam getirdiniz. İman şimdilik kalbinize girmemiştir."2
"Senden cihada gitmemek için izin isteyenler, Allah'a ve kıyamete iman etmeyip kalplerinde şüphe olanlardır. Ve onlar şüphelerinde devamlı kalacaklardır."3
"Eğer onlar da sizinle beraber savaşa çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranızda koşarlardı. içinizde onlara kulak verenler de vardır. Allah zalimleri gayet iyi bilir. "4
"Allah'ın Peygamberine muhalefet edenler, savaşa çıkmayıp oldukları yerde oturup kalmalarına sevindiler. Ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda savaşmak onlara kötü geldi de, bu sıcakta savaşa çıkmayın dediler. De ki: 'Eğer anlasalar, cehennem ateşi daha da sıcaktır."5
"Çünkü onlar Allah'ın gazap ettiği şeylere uymuşlar ve razılığından hoşlanmamışlardı da o da yaptıklarını mahvetmektedir. Yoksa kalplerinde hastalık olanlar, Allah onların kinlerini, hasetlerini hiç meydana çıkarmayacak mı sandılar? Ve isteseydik onları sana gösterirdik de yüzlerinden tanırdın elbet. Ve sen onları sözlerin üslubundan tanırsm ve Allah amellerinizi bilmektedir."1
---------------------
1- Tevbe Suresi /24.
2- Hucurat Suresi / 14.
3- Tevbe Suresi /45.
4- Tevbe Suresi /47.
5- Tevbe Suresi /81.
"Şüphe yok ki müminlerin bir kısmı bundan hoşlanmamıştı. Gerçek, apaçık ortaya çıktıktan sonra bile göz göre göre ölüme sürükleniyor gibi seninle çekişiyorlardı."2
"Biliniz ki sizler şunlarsınız: Allah yolunda malınızı mülkünüzü harcamaya çağırılıyorsunuz. İçinizde cimrilik edenler var. Her kim cimrilik ederse kendi aleyhindedir. Allah ganidir ve sizler fakirsiniz. Ve eğer itaatten yüz çevirirseniz yerinize başka bir topluluk getirir. Sonra da onların size benzemediklerini görürsünüz ."3
"Onlardan sadakaları vermeden seni ayıplayanlar da var. O maldan diledikleri verilseydi hoşlanırlardı, verilmeyince de hemen kızarlar. "4
"Onlardan öyleleri de var ki Peygamber'i incitirler ve derler ki: "O, sanki her söyleneni dinleyen bir kulaktır." De ki: "O sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanmıştır, müminlere de güvenir. Ve o, sizden mümin olanlar için rahmettir." Allah'ın, Peygamber' i incitenlere acı bir azabı vardır."1
------------------------------
1- Muhammed Suresi /28 - 30.
2- Enfal Suresi / 5 - 6.
3- Muhammed Suresi / 38.
4- Tevbe Suresi / 58.
Araştırmacılar, yukarıdaki Kur'an ayetlerinden faydalanarak, ashabı şu iki gruba ayırabilirler:
1- Allah'a ve Resulüne iman etmiş ve Peygamber' in rehberliğini canı gönülden kabullenmiş olanlar. Bunlar, canlarından geçerek direndikleri için kurtulanlardan olacaklardır. Bunlar Kur'an'da "şükredenler" olarak nitelendirilen azınlıktır.
2- Allah ve Resulüne görünüşte iman getirmiş, ama kalplerinde hastalık, şüphe ve tereddüt olanlar. Bunlar sadece şahsı ve dünyevi menfaatlerini gözeten, Resulullah'ın (s.a.a.) emir ve hükümlerine muhalefet eden, Allah ve Resulünün hükümlerinin karşısında duran ziyankarlardır. Maalesef ashabın çoğunluğunu bunlar oluşturmaktadır. Kur'an-ı Kerim bunlar hakkında şöyle buyuruyor:
"Bizler size hakkı getirdik, ama çoğunuz hakkı istemiyorsunuz."2
Söz konusu bu çoğunluk, Resulullah ile birlikte yaşıyor, onun arkasında namaz kılıyor, seferde ve hazarda ona eşlik ediyor, gerçek yüzleri tanınmasın diye ellerinden geldiğince Resulullah'a (s.a.a.) yaklaşmaya çalışıyor ve müminleri imrendirecek derecede takva ve ibadet tezahüründe bulunuyorlardı. 3
---------------------------
1- Tevbe Suresi /61.
2- Zuhruf Suresi /78.
3- Ahmed bin Hanbel, Müsned'inde (c. 3, s. 15) ve İbn-i Hacer, el-İsabe'sinde (c. 1, s. 484) Zi's-Sedye'nin biyografısinde Malik bin Enes'ten şöyle naklederler: Resulullah'ın zamanında ibadeti ve çalışmasıyla bizi hayrete düşüren bir adam vardı. Bu adamı Resulullah'a anlattık, adını da söyledik, Resulullah onu tanımadı. Sıfatlarını saydık, yine tanımadı. Tam o sırada ansızın o adam içeri girdi. Resulullah'a (s.a.a.) dedik ki: "İşte o şahıs budur." Buyurdu ki: "Siz şeytanın eseri çehresinde aşikar olan birisinden haber veriyorsunuz. Bu adam ve arkadaşları Kur'an okurlar, ama Kur'an onların boğazlarından aşağıya inmez. Bunlar tıpkı okun yaydan çıkması gibi dinden çıkacaklar. Bunları öldürün; çünkü bunlar, halkın en kötüleridirler."
Peki Resulullah'ın (s.a.a.) zamanında durumları böyle olan kimseler, Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra nasıl oldular? Hiç şüphesiz, faaliyetleri daha da çoğaldı, sayıları arttı ve gerçek yüzleri daha bir gizli kaldı. Çünkü kendilerini tanıyacak bir peygamber ya da rezil edecek bir vahiy yoktu artık. Resulullah'ın vefatından sonra özellikle de Medinelilerden Kur'an'ın tabiriyle münafıklıkta maharet kazanmış olanlar, ihtilaf çıkarmaya, bölücülük yapmaya başladılar. Ayrıca, yine Kur'an'ın tabiriyle küfür ve nifakta daha şiddetli olan Arap Yarımadası' ndakilerin bir kısmı dinden çıkıp mürted oldular. Hatta Yalancı Müseyleme, Tuleyha ve Hars kızı Secah gibi nübüvvet iddiasında bulunanlar da oldu. Bunların hepsi de ashaptandı.
Bunlardan vazgeçip sadece Resulullah'ın (s.a.a.) Medine' deki ashabından bahsedecek olsak, Resulullah'ın vefatından sonra onların arasında da nifak belirtilerinin ortaya çıktığını, hatta iman etmiş olanlarının dahi çoğunun, hilafet konusu yüzünden gerisin geriye dönüp mürted olduklarını görürüz.
Daha önce de hatırlattığımız gibi onlar Resulullah (s.a.a.) ve onun vasisi için tuzaklar kurmuşlar ve Peygamber'e ölüm döşeğinde muhalefet etmişlerdi. Araştırmacı bir - kimse bu gerçekten asla kaçamaz. Çünkü tarih kitaplarını okuduklarında bu gerçekle karşılaşırlar. Allah Teala bunu en sağlam cümlelerle Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur:
"Muhammed sadece bir peygamberdir ve ondan önce de peygamberler gelmiştir. Eğer o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (cahiliyeye) mi döneceksiniz? Kim geriye dönerse, Allah'a zarar veremez. Ve Allah şükredenlere ihsanlar edecektir."1
Bu şükredenler, Resulullah'a (s.a.a.) olan bağlılıklarını bozmayan ve ahitlerini değiştirmeyen azınlıkta olan sahabilerdir.
Bu açık ayet, Sünnilerin "ashabın münafıklarla ilgisi yoktur" şeklindeki iddialarını batıl etmektedir. Bu ayetin hitap ettiği kimselerin Resulullah (s.a.a.) zamanında münafık olmadıklarını kabul etsek dahi, kesinlikle bunlar Resulullah'tan hemen sonra değişmiş, gerisin geriye dönmüşlerdir. Hadis ve tarih kitaplarında sahabilerin Resulullah (s.a.a.) zamanında ve Resulullah'tan (s.a.a.) sonraki hayatlarını ve Resulullah'ın (s.a.a.) onlar hakkındaki buyruklarını okuyacak olursak gerçekler birer birer ortaya çıkar.
PEYGAMBER (S.A.A.), BAZI SAHABİLERİN İÇYÜZÜNÜ BİLDİRİYOR
Resulullah'ın (s.a.a.) ashap hakkında buyurduğu hadis-i şeriflerin, zayıftır diye reddedilmemesi için sadece Ehl-i Sünnet'in en çok güvenilir ve en sahih kitabı olan Sahih-i Buhari' deki hadislerle yetiniyoruz. Bu arada hatırlatmak gerekir ki, Buhari sahabenin saygınlığını korumak amacıyla bu konudaki birçok hadisi gizlemiştir. Halbuki Sünnilerin diğer sahih kitapları onun kaç katını daha açık cümlelerle zikretmişler. Biz hüccetin tamamlanması için sadece Sahih-i Buhari'nin hadislerini getiriyoruz. Buhari, Sahih'inin "İman Kitabı, Müminin, Amellerinin Mahvolmasından Korkması Babı"nda şöyle rivayet eder:
İbrahim-i Teymi der ki: "Ben sözlerimi amellerime sunduğumda devamlı yalancı olmaktan korkuyordum." İbn-i Ebi Müleyke der ki: "Resulullah'ın (s.a.a.) ashabından otuz kişinin, münafık olduklarından korktuklarını gördüm. Onlardan hiçbiri Cebrail ve Mikail'in imanı üzerine olduklarını iddia edemiyordu..."1
-------------------
1- Al-i İmran Süresi /144.
İbn-i Ebi Müleyke, Resulullah'ın (s.a.a.) ashabından otuz kişinin münafıklardan olmaktan korktuklarını ve hiçbirinin sahih iman iddiası edemediklerini söylüyor. Peki, neden Ehl-i Sünnet onları peygemberler derecesine yükseltip onların eleştirilmesine müsaade etmiyor?
Yine Buhari, "Cihat ve Siyer Kitabı"nda şöyle nakleder:
Resulullah'ın (s.a.a.) ashabından olan Hatip bin Ebi Beltaa, Mekke müşriklerine bir mektup yazarak onlara Resulullah'la ilgili bazı bilgiler vermişti. Onun mektubunu Resul-i Ekrem'e (s.a.a.) getirdiler. Resulullah (s.a.a.); "Ey Hatip! Nedir bu?" diye sordu. Hatip Resulullah'tan (s.a.a.) özür dileyerek, sadece Mekke'deki ailesini korumak istediğini söyledi. Resulullah (s.a.a.) onu tasdik etti. Ömer dedi ki: "Ey Resulullah! İzin ver de bu münafığın boynunu vurayım." Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "O Bedir'de bizimle birlikteydi. Ne bilirsin, belki Allah Teala Bedir' dekilere "Ne yaparsanız sizi bağışlarım" buyurmuştur?"1
1- Sahih-i Buhari, c. 1 s. 19, iman Kitabı.
İlk sahabilerden olup Bedir savaşına da katılan Hatip, Resulullah'ın (s.a.a.) sırlarını Mekke müşriklerine gönderip ailesini korumak bahanesiyle Allah'a ve Resulüne ihanet ediyorsa ve Ömer bin Hattap da onun münafıklığına şehadet ediyorsa, Mekke'nin fethinden veya Hayber ve Huneyn savaşından sonra Müslüman olan sahabiler veya teslim olan "azatlılar" hakkında ne diyebiliriz?
Rivayetin son kısmında Resulullah'a (s.a.a.) atfen, "Allah Bedir savaşına katılanların işleyecekleri bütün günahları bağışlayacaktır" şeklindeki iddianın yorumunu okuyucuya bırakıyorum.
Buhari, Sahih'inin "Kur'an'ın Faziletleri Kitabı"nda Münafikun Suresindeki "Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlama- yacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez." mealindeki ayet ile ilgili olarak şöyle yazar:
"Muhacider ve Ensar dan iki kişi birbiriyle kavga ederlerken, her ikisi de bağırarak kendi taraflarını yardıma çağırdılar. Resulullah (s.a.a.) bunu işitince, "Ne oldu? Cahiliye feryatları mı yükseldi!" buyurdu. Dediler ki: "Ey Resulullah! Muhacirlerden biri Ensar dan biriyle kavga etti." Resulullah (s.a.a.); "kokuşmuş cahiliye davalarından vazgeçin." buyurdu. Abdullah bin Übeyy bu sözü işiterek şöyle bağırdı: "Yapacaklarını yaptılar! Medine'ye döndüğümüzde üstün olanlar zelil olanları şehirden mutlaka dışarı çıkaracaklar." Bu sözler Resulullah'ın kulağına ulaştı. Ömer dedi ki: "İzin ver de bu münafığın boynunu vurayım." Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.); "Onu kendi haline bırak. Halkın, Muhammed ashabını öldürüyor demesini istemiyorum." buyurdu."1
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 72.
Bu hadis münafıkların da ashaptan olduklarına açık bir delildir. Çünkü Resulullah, Ömer'in o şahsın münafık olduğuna dair sözünü reddetmemiş, ama "Resulullah ashabını öldürüyor" demesinler diye onu öldürmesine izin vermemiştir. Resulullah (s.a.a.) ashabının birçoğunun münafık olduğunu biliyordu ve eğer bütün münafıkları öldürmek isteseydi ashaptan çok azı hayatta kalırdı. Bu acı gerçek Ehl-i Sünnet'in iddialarını açıkça çürütmektedir.
Buhari, Sahih'inin "Şehadat Kitabı, İfk Hadisi Babı"nda şöyle rivayet eder:
"Resulullah'ın (s.a.a.); "Birinin benim ehlime eziyet ettiğini duydum. Kim bana bu konuda yardım eder?" diye buyurması üzerine Sad bin Muaz ayağa kalkarak dedi ki: "Ya Resulallah! Ben seni himaye ederim. Eğer o adam Evs kabilesinden ise boynunu vururum. Ve eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise ne emir verirsen onu uygularım." Bundan önce iyi bir adam olan Hazrec kabilesinin büyüğü Sa'd bin Ubade bu sözleri duyunca, cahiliye duygulan kabararak dedi ki: "Vallahi sen yalan söylüyorsun. Senin onu öldürmeye gücün yetmez." Peşinden Esed bin Huzeyr kalkarak şöyle cevap verdi: "Vallahi asıl sen yalan söylüyorsun. Allah'a andolsun ki biz onu öldürürüz. Sen münafıksın ve münafıkları savunuyorsun." Böylece Evs ve Hazrecliler arasında tartışmalar başladı. Neredeyse birbirlerini öldüreceklerdi. O sırada Resulullah (s.a.a.) minberdeydi ve sürekli onları susturmaya çalışıyordu. Sonunda onların susması üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a.) de sustu."1
1- Sahih-i Buhari, c. 6, s. 191 - 192.
Görüldüğü gibi, Ensar'ın ileri gelenlerinden Sa' d bin Ubade, münafıklıkla suçlanıyor; oysa rivayetin de dediği gibi geçmişte iyi bir insandı. Allah Teala'nın Kur'an'da övdüğü Ensar'ın hepsi sinirleniyor ve Resulullah'ın (s.a.a.) ehlini ve ailesini inciten bir münafık yüzünden birbirleriyle savaşıp onu savunmak istiyorlar ve Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda seslerini yükseltip Resulullah'a (s.a.a.) saygısızlık etme cüretini gösteriyorlardı.
Hayatlarını Resulullah uğrunda savaşmaya ve onu savunmaya vakfeden bu insanlar Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra hilafet uğruna kızı Fatıma'tuz-Zehra'nın evini yakmak istiyorlarsa, buna şaşırmamak gerekir.
Buhari, Sahih'inin " Tevhid Kitabı"nda şöyle nakleder:
"Ali bin Ebi Talip Yemen'de iken Resulullah'a (s.a.a.) bir parça altın gönderdi. Resulullah (s.a.a.) onu bazı kimseler arasında dağıttı. Kureyş ve Ensar buna kızarak dediler ki: "Nasıl oluyor da altınları Necdlilere veriyor da bizlere vermiyor?" Peygamber şöyle buyurdu: "Onların kalplerini İslam'a ısındırmak istedim." Birisi gelerek; "Ey Muhammed! Allah'tan kork!" dedi. Resulullah (s.a.a.); "Eğer ben
----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 229 ve c. 6, s. 130
Allah'a karşı günah işlersem, kim Allah'a itaat eder? Allah beni dünyadaki bütün insanlara emin olarak gönderdiği halde siz bana güvenmiyor musunuz?" buyurdu. Bunun üzerine Halid bin Velid o adamı öldürmek için izin istediyse de Resul-i Ekrem (s.a.a.) izin vermedi. O adam gidince Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Bu adamın neslinden öyle adamlar gelecek ki Kur'an okuyacaklar, ama boğazlarından öteye geçmeyecek. Bunlar tıpkı okun yaydan çıktığı gibi İslam' dan çıkacaklar. Müslümanları öldürecekler, ama puta tapanlarla işleri olmayacak. Onların zamanında yaşasaydım Ad kavmi gibi onları öldürürdüm."1
İşte bu da Resulullah'ı (s.a.a.) beytulmalın dağıtımında adaletsizlikle suçlayan ashaptan olan diğer bir münafıktır. O tam bir edepsizlikle Resulullah'a diyor ki: "Ey Muhammed! Allah'tan kork!" Peygamber efendimiz onun münafık olduğunu ve neslinden gelen insanların İslam' dan çıkarak Müslümanları öldürüp putperestlerle işleri olmayacağını bildiği halde Halid bin Velid'in onu öldürmesine izin vermiyor.
İşte bu, "Eğer Resulullah (s.a.a.) ashabından bazılarının münafık olduğunu ve ileride Müslümanları saptıracaklarını biliyordu ise, onları öldürmesi ve böylece ümmetini ve dinini koruması gerekirdi." diyen Ehl-i Sünnet' e sağlam bir cevaptır.
Buhari, Sahih'inin "Sulh Kitabı"nda şöyle nakleder: Zübeyr'le Bedir savaşına katılmış olan Ensar' dan biri tarlalarından geçen su yolu konusunda birbirlerini Resulullah' a (s.a.a.) şikayete gittiler. Resulullah (s.a.a.) Zübeyr' e buyurdu ki: "Ya Zübeyr, sudan yararlandıktan sonra onu komşuna bırak." Ensar' dan olan adam bunu duyunca kızarak, "Ya Resulallah! Amcanın oğlunun tarafını mı tutuyorsun?" dedi. Bunun üzerine öfkeden Resulullah'ın (s.a.a.) yüzünün rengi değiştiği halde Zübeyr'e buyurdu ki; "Tarlanı sula sonra duvarlara ulaşıncaya kadar suyu tut..."1
----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 155.
Bu da, Peygamber efendimizin şahsi duygulara kapılarak amcasının oğlunun lehine taraftarlık ettiğine inanan ve utanmadan Resulullah'ı (s.a.a.) suçlayarak gazaptan mübarek yüzünün renginin değişmesine sebep olan ashabın münafıklarından diğer bir örnektir.
Buhari, Sahih'inin "Cihat ve Siyer Kitabı"nda Abdullah'tan şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) Huneyn savaşında elde edilen ganimetlerin taksiminde bazılarına ayrıcalık tanıdı. Örneğin; Akra' bin Habis' e ve Uyeyne'ye yüzer deve verdi. Yine bazı kabile reislerine çok bağışta bulundu ve onları diğerlerinden üstün tuttu. Birisinin (itiraz ederek); "Vallahi bu taksim de adalet ve Allah'ın rızası gözetilmemiştir!" dediğini duyunca; "Vallahi bu sözü Resulullah'a (s.a.a.) ulaştıracağım." dedim ve Resulullah'ın huzuruna gelerek olayı anlattım. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Eğer Allah ve Resulü adaleti uygulamazsa, peki kim adaleti uygular? Allah Hz. Musa'ya rahmet etsin. O, bundan daha fazla incindiği halde sabretti.. "2
Bu da Resulullah'ın (s.a.a.) ashabından bir başka münafiktır. Bu zat Kureyş'in ileri gelenlerinden olması sebebiyle rivayeti nakleden şahıs zamanın hükümetinden korktuğu için onun adını söylememiştir. Gördüğünüz gibi bu münafık Resulullah'ın (s.a.a.) adil olmadığını ve malların taksiminde Allah'ın rızasını gözetmediğini vurguluyor; hatta buna yemin bile ediyor. Evet! Resulullah (s.a.a.) bundan daha fazla eziyetler gördüğü halde Allah yolunda sabretti.
-------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 245.
2- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 115.
Buhari, Sahih'inin "Yaratılışın Başlangıcı Kitabı, İslam' da Nübüvvetin Alametleri Babı"nda şöyle nakleder: Ebu Said-i Hudri der ki: "Bir gün Resulullah'ın (s.a.a.) huzurundaydık, Resulullah da ganimetleri bölüyordu. Ansızın Temim Oğulları kabilesinden Zulhuvaysara içeri girerek; "Ya Resulallah! Adaleti uygula." dedi. Hz. Peygamber buyurdu ki: "Yazıklar olsun sana. Eğer ben adaleti uygulamazsam, kim uygular ki? Eğer ben adil olmazsam, sen zavallı ve ziyankar olursun." Ömer ayağa kalkarak; "Ya Resulallah! İzin ver de boynunu vurayım." dedi. Resul-i Ekrem (s.a.a.) buyurdu ki: "Kendi haline bırakın onu. Onun öyle dostları var ki, sizlerden bazıları kendi oruç ve namazlarını, onların oruç ve namazları karşısında küçük görür. Onlar Kur'an okurlar, ama kalpleriyle ona inanmazlar. Onlar okun yaydan çıkması gibi dinden çıkarlar."1
Bunlar da sahabeden olup halkın karşısında dindar görünen bir başka çeşit münafıklardır. Öyle ki Resulullah (s.a.a.) Ömer'e; "Sizlerden bazıları oruç ve namazlarını, onların oruç ve namazları karşısında küçük ve değersiz görür." buyuruyor. Kuşkusuz, onlar Kur'an da ezberliyorlardı, ama Kur'an onların boğazlarından aşağı inmiyordu.
-----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 243
Resulullah'ın (s.a.a.); "Onu kendi haline bırak. Çünkü onun kendisi gibi dostları vardır..." buyurması ashabın arasında birçok münafiğın olduğunu göstermektedir.
Buhari, Sahih'inin "Edep Kitabı"nda şöyle nakleder:
Aişe der ki: Resulullah (s.a.a.) bir şey yaptı ve halkın ondan yararlanmasına izin verdi. Bazıları bundan kaçındılar. Resulullah'ın (s.a.a.) bundan haberi olunca minbere çıkarak bir hutbe okudu. Allah'a hamd ve senadan sonra şöyle buyurdu: "Niçin halktan bazıları benim yaptığım şeyden çekiniyorlar? Vallahi ben Allah' i onlardan daha çok tanıyor ve Allah'tan daha çok korkuyorum."1
Bu da Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetinden kaçınan diğer bir grup sahabedir. Şüphesiz onlar Resulullah'ın (s.a.a.) hareketlerini hafife alıyorlar ve alay ediyorlardı. Dolayısıyla Resulullah'ın (s.a.a.) onlara hutbe okuyarak Allah'a yemin ettiğini, Allah'ı onlardan daha çok tanıdığını ve O'ndan daha çok korktuğunu buyurduğunu da görüyoruz.
Buhari, Sahih'inin "Mezalim Kitabı"nda Ata vasıtasıyla Cabir'den ve Tavus vasıtasıyla da İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet eder:
Resulullah (s.a.a.) Zilhicce ayının dördüncü günü hac için Mekke'ye girdi. Bize umre yapmamızı emretti. Sonra da eşlerimizin bize helal olduğunu buyurdu. Bu söz halkın arasında yayıldı. Ata Cabir' den şöyle dediğini nakleder: "Bizlerden biri, erkeklik uzvundan meni damladığı halde Mina'ya giderdi."2 Bunun üzerine Cabir bu işten sakınmayı daha uygun buldu. Bu haber Resulullah'a (s.a.a.) ulaşınca bir konuşma yaparak buyurdu ki: "Duyduğuma göre bazıları şöyle böyle diyorlar. Vallahi ben onlardan daha takvalı ve Allah'a daha yakınım."1
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 31.
2- Değerli okuyucuların aflarına sığınarak edebe aykırı bu sözleri tercüme ettik.
Bu da Resulullah'ın (s.a.a.) şer'i hükümlerle ilgili emirlerine muhalefet eden ashaptan başka bir gruptur. Resulullah'ın; "Bazıları şöyle böyle diyorlar." buyurmasından da anlaşılacağı gibi, sahabilerin birçoğu, Mina'ya giderken erkeklik uzuvlarından meni damlamasın diye(!) helal olmasına rağmen eşleriyle ilişkide bulunmaktan kaçınıyorlardı. Bunlar, herhalde her cinsel ilişkiden sonra gusledip temizlenmeleri gerektiğini bilmiyorlarmış! Yoksa, Mina'ya giderken erkeklik uzuvlarından meni damlamazdı herhalde! Acaba bunlar Allah'ın hükümlerini Resulullah'tan (s.a.a.) daha mı iyi biliyorlardı? Veya kendilerinin daha mı takvalı olduklarını zannediyorlardı?
Şüphesiz, Resulullah'tan (s.a.a.) sonra Ömer'in yasakladığı mut' a nikâhı (geçici evlilik) da bu konumdadır. Resulullah'ın (s.a.a.) hayatında onun emirlerine karşı çıkarak hac mevsiminde umre ihramından çıktıktan sonra eşleriyle ilişkide bulunmaktan kaçınanların, Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra mut'a nikâhını haram etmelerine ve onu tıpkı bugünkü Sünniler gibi zinadan farksız görmelerine şaşırmamak gerekir.
Buhari, Sahih'inin "Cihat ve Siyer Kitabı"nda Enes bin Malik'ten şöyle nakleder: Allah Teala, Hevazin kabilesinin mallarından bir kısmını fey' olarak Resulullah'a (s.a.a.) verince, o da onları Kureyş'ten bazılarına verdi. Ensar dediler ki: "Allah, Peygamberini affetsin. Malları Kureyş'e verirken bizi mahrum bırakıyor. Hâlbuki kılıçlarımızdan onların kanı damlıyor" Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) Ensar'ı bir araya topladı ve Ensar'dan olmayan hiç kimseyi oraya sokmadı. Sonra onlara; "Sizden bazı sözler duydum, neler oluyor?" diye sordu. Onlar sözlerini tekrarlayınca şöyle buyurdu: "Ben, yeni Müslüman olanlara mal veriyorum. Siz, onların mallarıyla gitmelerine ve kendinizin Allah Resulüyle birlikte kalmasına razı olmaz mısınız? Vallahi sizin elde ettiğiniz, onların elde ettiklerinden daha hayırlı- dır." Ensar; "Evet, ey Resulullah, razı olduk" dediler. Resulullah da şöyle buyurdu: "Siz benden sonra çok bencillikler göreceksiniz. Havuz'un başında Allah'a ve Resulüne ulaşıncaya kadar sabredin." Enes dedi ki: "Ama biz sabretmedik"1
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 114.
Bütün Ensar'ın içinde Resulullah'ın (s.a.a.) yaptıklarına razı olan, onun heva ve heveslerine uymadığını bilen ve Allah'ın; "Hayır, Rabbine andolsun ki onlar aralarındaki tartışmalarda seni hakem kılmadıkları, senin hükmüne razı ve teslim olmadıkları ve senin hükmünden rahatsız oldukları sürece mümin olamazlar."2 ayetini anlayacak, aklı başında bir adam yok muydu acaba?
"Allah Peygamberini affetsin" dediklerinde Resulullah'ı (s.a.a.) savunacak bir adam yok muydu? Ayrıca, "razı olduk" demeleri de görünüşteydi. Dolayısıyla Enes bin Malik'in; "O bize sabrı tavsiye etti, ama biz sabretmedik" şeklindeki tanıklığı tamamen yerindedir.
Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı, Hudeybiye Savaşı Babı"nda Ahmed bin Eşkab'dan şöyle nakleder: Muhammed bin Fuzeyl, Ahi bin Musayyib'den, o da babasından şöyle nakleder: Bedi bin Azib'i görünce ona dedim ki: "Ne mutlu sana! Resulullah'la konuşup ağacın altında ona biat ettin." Bunun üzerine Bera dedi ki: "Ey kardeşimin oğlu! Sen ondan sonra neler yaptığımızı ve dinde ne bidatler çıkardığımızı bilmiyorsun?"1
-----------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 114 - 115.
2- Nisa Suresi /65.
Doğru söylüyorsun ey Bera bin Azib! Halkın çoğu, Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra ashabın neler yaptığını bilmiyor. Resulullah'ın (s.a.a.) vasisi ve amcasının oğlu Hz. Ali'ye zulmedenler, onu hilafetten uzaklaştıranlar, Resulullah'ın kızı Fatıma'tüz-Zehra'ya eziyet edenler, kendisi de içinde olduğu halde evini yakmakla tehdit edenler, babasının bağışı, mirası ve humus konusunda hakkım gasp edenler, Peygamber'in sünnetinin yazılmasını yasaklayanlar, yazılanlarını yakanlar, böylece halkın gerçek sünne- te ulaşmasını engelleyenler, Resulullah'ın Ehl-i Beyt'ine lanet okutturup sövdürenler, onları sürgün edip öldürenler, hükümeti Allah ve Resulüne düşman olan münafıklar ve fasıkların eline verenler; evet, bütün bunları yapanlar ashaptan değiller miydi?! Ama maalesef Ehl-i Sünnet'in geneli bunları bilmez. Onlar, sadece "Hulefa Okulu"nun şahsı içtihatlarla Allah ve Resulünün hükümlerini değiştirip "güzel bidatler" adını verdikleri şeyleri bilirler.
Bu yüzden Ehl-i Sünnet' e şöyle sesleniyoruz: Ey kardeşler! İnsanların Resulullah (s.a.a.) ile birlikte olmalarına aldanmayın. Resulullah'ın (s.a.a.) ilk sahabilerinden olan Bera bin Azib aslında kardeşinin oğluna şöyle demek istiyor: Ne Resulullah (s.a.a.) ile birlikte olmamız, ne de ağacın altında ona biat etmemiz seni aldatmasın. Ondan sonra neler yaptığımızı sen bilmiyorsun. Allah Teala buyuruyor ki:"Sana biat edenler gerçekte Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların elinin üzerindedir. Kim biatini bozarsa, kendi aleyhinde bozmuştur."1
------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 159 - 160.
Biatini bozan sahabiler o kadar çoktu ki, tarih kitaplarının da yazdığı gibi, Resulullah (s.a.a.), Hz. Ali'ye (a.s.) onlarla savaşıp onları öldürmesini emretmiştir.
Buhari, Sahih'inin "Cuma Kitabı"nda Cabir bin Abdullah'tan şöyle nakleder: Şam'dan gıda maddeleri taşıyan bir kervan gelmişti. Biz de o anda Resulullah (s.a.a.) ile Cuma namazı kılıyorduk. On iki kişi dışında herkes namazı bıra- kıp kervana doğru koşunca şu ayet nazil oldu. "Bir yerde bir ticaret veya boş bir iş gördüklerinde oraya doğru koşup seni yalnız bırakırlar... "2
Bunlar da içlerinde Allah korkusu olmayan münafıklardan başka bir grup! Resulullah'ın (s.a.a.) arkasında Cuma namazı kıldıkları halde onu yalnız bırakarak ticaret ve alış verişe koşuyorlar.
Acaba bunlar, imanları kamil Müslümanlar mı? Yoksa namazı hafife alan ve namaza kalktıklarında üşenerek kalkan münafıklar mı? Tabii, sadece Resulullah (s.a.a.) ile namaza devam eden on iki kişi bunun dışındadır.
---------------------
1- Fetih Suresi / ıo.
2- Sahih-i Buhari, c. 2 , s. 16 ve c. 3, s. 71 ve 73.
Evet, ashabın hayat, tavır ve davranışlarını inceleyenler dehşete kapılırlar. Kaç kez namazı terkedip kaçmışlarsa Allah Teala bunu Aziz Kitabında ilelebet kaydetmiştir,"De ki: Allah'ın yanında bulunan, boş işlerden ve ticaretten daha hayırlıdır." buyurarak.
Okuyucularımızın, günümüz Müslümanlarının bu kadar önem verdiği Cuma namazına sahabilerin ne kadar önem verip saygı gösterdiklerini bilmeleri için Sahih-i Buhari' nin "Vekalet Kitabı"ndaki şu rivayeti naklediyorum:
Sehl bin Said der ki: "Bizler Cuma günleri çok sevinirdik. Çünkü yaşlı bir kadın ektiğimiz fasulyelerden bir miktarını alarak onları birkaç tane arpayla birlikte yağ dökmeden pişirirdi. Bizler Cuma namazını kıldıktan sonra onun yanına giderdik, o da yemeği bize verirdi. Bunun için Cuma günü olurken çok sevinirdik. Yemeğimizi her zaman Cuma' dan sonra yerdik."1
Ne mutlu bu sahabilere! Cuma günü Resulullah'ın (s.a.a.) sohbetlerini dinleyip arkasında namaz kılmaktan, birbirlerini görüp ziyaret etmekten ve Cuma gününün diğer rahmet ve bereketlerinden dolayı sevineceklerine bir kadının hazırladığı yemeği yiyecekleri için seviniyorlar! Günümüzde, Cuma gününü yediği yemekten dolayı seven bir Müslüman hakkında ne söylerler acaba?
Biraz daha incelediğimizde, Kur'an'da "şükredenler" diye övülen, namazı terkederek ticarete ve boş şeylere koşmayan ve cihat esnasında kaçarak Resulullah'ı yalnız bırakmayan sahabilerin sadece on iki kişi olduğunu görürüz.
-------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 143.
Buhari, Sahih'inin "Cihat ve Siyer Kitabı"nda Bera bin Azib'den şöyle nakleder: Uhud savaşında Resulullah (s.a.a.) Abdullah bin Cübeyr'i elli yayaya komutan tayin edip şöyle buyurdu: "Kuşların üzerimize indiğini (öldürüldüğümüzü) görseniz bile ben size birini göndermedikçe yerinizden ayrılmayın." Sonunda düşman yenildi. Vallahi kadınların ayağındaki halhallar bile görünüyordu. Abdullah bin Cübeyr' in emrindeki askerler dediler ki: "Ganimet! Ey kavim, ganimet! Artık ne bekliyorsunuz?!" Abdullah bin Cübeyr onlara; "Resulullah'ın (s.a.a.) size ne emir verdiğini unuttunuz mu?" dedi. Onlar; "Vallahi gidip kendimize ganimet toplayacağız." dediler. Ve orayı bırakınca yenildiler. Resulullah (s.a.a.) orada ne kadar feryat ettiyse de yanında on iki kişiden başka kimse kalmadı. Sonunda bizden yetmiş kişi öldürüldü..."1
Tarihçiler şöyle yazarlar: Resulullah (s.a.a.) ashabından bin kişiyle birlikte bu gazveye çıkmıştı. Bunlar Bedir zaferinin gururuyla Allah yolunda cihat aşkıyla gelmişlerdi. Ama Resul-i Ekrem'in (s.a.a.) emrine itaat etmeyince İslam tarihinde ağır bir yenilgiye uğradılar ve başlarında Peygamber efendimizin kahraman amcası Hamza (r.a.) olmak üzere yetmiş kişi şehit oldu. Geriye kalanlar ise kaçtılar ve Resulullah (s.a.a.) ile birlikte Buhari'ye göre on iki kişi, diğer tarihçilere göre ise sadece dört kişi kaldı. Bu dört kişiden biri, Ali bin Ebi Talip'tir, ki müşriklerle amansızca savaşıyor ve Resulullah'ı (s.a.a.) ön taraftan koruyor ve savunuyordu. İkincisi, Ebu Ducane'dir, ki Resul-i Ekrem'i (s.a.a.) arkadan savunuyordu. Diğer ikisi de, Talha ile Zübeyr, bir nakle göre de Sehl bin Huneyf'tir.
-------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 4, s. 79.
İşte burada Resulullah'ın, "Deve sürüsünden ayrılan birkaç deve gibi, kurtulacak olanların çok az olduğunu görüyorum." hadisinde ne demek istediğini anlıyoruz. (Bu hadis hakkında ileride bahsedeceğiz.)
Allah Teala da savaştan kaçanlar cehennem ateşiyle tehdit ederek şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Savaşmak üzere kâfirlerle karşılaştınız mı, onlara ar- kanızı dönmeyin. Kim, tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek yahut bir böIüğe ulaşmak niyetinde olmadan, öyle bir günde onlara arkasını dönerse, Allah'ın gazabına uğrayacaktır. Onun yeri cehennemdir ve orası ne kötü bir yerdir."1
Alış - veriş ve boş işler yüzünden namazı terkeden, ölüm korkusundan cihattan kaçan, Resulullah'ı (s.a.a.) düşman karşısında yalnız başına bırakan ashabın ne değeri olabilir? Her iki durumda Resulullah'ın yanında en fazla on iki kişi kalıyor! Peki neredeler bu sahabiler, ey akıl sahipleri?!
Bazı araştırmacılar bu gibi olay ve rivayetleri önemsemeyip bu durumların geçici olduğunu, Allah'ın bunları affettiğini ve ashabın da bu hataları tekrarlamadıklarını zannederler. Ama bu, kesinlikle doğru değildir. Çünkü bu dehşet verici gerçekleri, bizzat Kur'an-ı Kerim bize bildirmiştir. Bakın ashabın Uhud savaşındaki kaçışını2 nasıl anlatıyor:
------------------------------
1- Enfal Suresi / 15 - 16.
2- Tefsir-i Taberi, c. 2, s. 508, 509 ve 522; Tahir bin Aşur, et- Tahrir ve't-Tenvir, c. 4, s. 126; Sahih-i Buhari, c. 5, s. 119 - 127, Uhud Gazvesi Babı.
"Andolsun ki Allah size ettiği vaadi doğruladı. Onun izniyle onları bozup öldürdünüz de sonra gevşeklik gösterdiniz. Verilen buyruk hakkında çekiştiniz ve sevdiğiniz şeyi size gösterince de hemen isyan ettiniz. Sizden dünyayı dileyen olduğu gibi ahireti dileyen de vardı. İmtihan için sizi onlardan geri çevirdi ve gerçekten de bağışladı sizi ve Allah müminlere karşı lütuf ve ihsan sahibidir. O anda hep uzaklaşıyor, hiç kimseye bakmıyordunuz bile. Peygamber ise arkanızdan sizi çağırıyordu. Allah elinizden çıkana üzülmeyesiniz, gelip çatan felaketlerden mahzun olmayasınız diye sizi gam vererek cezalandırdı ve Allah yaptıklarınızdan haberdardır."1
Bu ayetler, Müslümanlar Uhud savaşında -Buhari'nin naklettiği gibi- kadınların ayaklarındaki halhalları görünce, Allah'a ve Resulüne isyan ederek ganimet peşinde koşup yenildikten sonra nazil olmuştur. Acaba ashap gerçekten de bu olaydan ibret alıp tövbe ederek onun bir benzerini bir daha tekrarlamadılar mı?!
Hayır, asla! Onlar tövbe etmedikleri gibi, Resulullah'ın (s.a.a.) ömrünün son yıllarında vuku bulan Huneyn savaşında ondan daha kötüsünü yaptılar. Tarihçilerin yazdığına göre, bu savaşta Müslümanların sayısı on iki bin kişiydi. Sayılarının çokluğuna rağmen -her zamanki gibi bu defa da- kaçarak Resulullah'ı (s.a.a.) müşriklerin ve Allah düşmanlarının arasında yalnız bıraktılar. Yakubi ve diğerlerinin yazdığı gibi, başlarında Hz. Ali olmak üzere Haşim Oğullarından dokuz veya on kişi dışında kimse Resulullah'ın yanında kalmadı.
Ashabın Uhud savaşındaki kaçışı kötü ve çirkin ise, Huneyn savaşındaki kaçışları daha kötü ve çirkindir. Çünkü Uhud savaşında bin sahabiden dört kişi direnip kaçmamıştı. Yani iki yüz elli kişide bir kişi. Ama Huneyn savaşında on iki bin sahabiden on kişi direnip kaçmamıştı. Yani bin iki yüz kişide bir kişi.
Ayrıca, Uhud savaşı hicretin başlarında vuku bulmuştu, halk henüz cahiliyeden tam olarak uzaklaşmamıştı ve Müslümanlar azınlıktaydı. Peki, hicretin 8. yılında vuku bulan Huneyn savaşındaki kaçışlarındaki mazeretleri neydi? Resulullah'ın vefatına iki yıl kalmıştı, Müslümanlar silah ve sayı bakımından üstün olmalarına rağmen Resulullah'ı (s.a.a.) hiç düşünmeden kaçmışlardı.
Kur'an-ı Kerim onların zilletle kaçışlarını şöyle anlatmaktadır:
"Andolsun ki Allah size birçok yerlerde ve Huneyn gününde yardım etmişti. Hani o gün çokluğunuzla övünüp sevinmiştiniz de bu çokluk, düşmanı defedememişti, hiçbir işinize yaramamıştı. Yeryüzü o kadar genişken daralmıştı size. Sonra arkanızı çevirip geri çekilmiştiniz. Sonra Allah, Peygamberine ve müminlere manevi kuvvet ihsan etmiş, görmediğiniz askerleri indirerek kâfirleri azaplandırmıştı. Ve işte kâfirlerin cezası da budur."2
-------------------------
1- Abbas Akkad, Abkariyyet-u Halid, s. 68; Tarih-i Yakubi, c. 2, s.62.
2- Tevbe Suresi /25 - 26.
Allah Teala, Resulüne ve savaştan kaçmayıp sabredenlere manevi güç ihsan ettiğini, onlara yardım için melekleri gönderdiğini, onları kafirlere karşı muzaffer kıldığını, böylece Allah ve Resulünün emrine isyan ederek ölümden korkup kaçan mürtetlere muhtaç olmadıklarını açıklıyor.
Daha fazla bilgi için Sahih-i Buhari'nin bu konuda naklettiği şu rivayeti inceleyelim:
Buhari, Huneyn savaşıyla ilgili ayetin tefsirinde şöyle yazar: Ebu Katade der ki: "Huneyn savaşında bir müşrikle savaşan bir Müslüman’a bakıyordum. Ansızın bir başka müşrikin arkadan sessizce yaklaşarak onu öldürmek istediğini gördüm. Bunun üzerine hemen onun yardımına koştum. Müşrik adam bana vurmak için elini kaldırınca elini ben daha atik davranarak eline vurdum, eli kesildi. Sonra o sıkıca bana sarıldı. Ben çok korktum. Sonunda beni bırakınca onu öldürdüm. Sonra Müslümanların hepsi kaçtı; ben de onlarla kaçtım. Ansızın halkın arasında Ömer bin Hattab'ı gördüm. Ona; "İnsanlara ne oldu? Neden kaçıyorlar?" diye sorduğumda "Bu, Allah'ın emridir!" dedi.1
Gerçekten Ömer bin Hattab'ın işi insanı şaşırtıyor. Ehl-i Sünnet' e göre, en cesur sahabi olmasa da ashabın en cesurlarından biridir. Zira onlara göre, Ömer İslam'a ve Müslümanlara güç vermiş ve İslam'a açıkça davet onun Müslümanlığından sonra başlamıştır. Ama tarih bize gerçekleri açıklamıştır. Ömer, Uhud savaşında kaçtığı gibi, Hayber'de de kaçmıştır. Resulullah (s.a.a.) kendisini Hayber'in fethi için bir orduyla göndermiş, ama o yenilerek emri altındakilerle birlikte geri dönmüştür. Bu arada kumandası altındakiler onu, o da onları korkaklıkla suçlamıştır.1
-------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 196.
Ömer Huneyn savaşında da savaştan kaçmıştır. En cesurları olduğuna göre, belki de ilk önce o kaçmış, diğerleri de ona uymuşlardır. Bu nedenle görüyoruz ki, binlerce kaçanın içinde Ömer Ebu Katade'nin dikkatini çekiyor ve şaşırarak ona, halkın niçin kaçtığını sorduğunda, cihattan kaçtığı ve Resulullah'ı (s.a.a.) onca müşrikin içinde tek başına bıraktığı yetmiyormuşçasına, "Bu, Allah'ın emridir" diyerek de Ebu Katade'yi yanıltmak istiyor!
Acaba Allah, Ömer bin Hattab'a cihattan kaçmayı mı, yoksa sabredip direnmeyi ve savaştan kaçmamayı mı emretmişti? Allah ona ve arkadaşlarına; "Ey iman edenler! Kâfirlerle karşılaştığınız zaman onlara sırtınızı çevirip kaçmayın."2 diye buyurmamış mıydı?
Ayrıca, Allah T eala ondan ve arkadaşlarından, savaştan kaçmayacaklarına dair söz almıştı. Yüce Kitabımızda bu hususta şöyle buyuruluyor: "Andolsun ki daha önce onlar sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen söz sorumluğu gerektirir."3
Peki Ömer, nasıl savaş ve cihattan kaçıp, "Bu Allah'ın emridir" diyebiliyor? O, Allah'ın bu ayetlerini görmedi mi, yoksa kalpler kilitli mi?
Burada Ömer bin Hattab'ın kişiliği hakkında konuşmak istemiyoruz. Çünkü kitabın ilerideki bölümlerinden birini Ömer bin Hattab'a ayırdık. Ancak, Buhari' nin bu ilginç rivayetini nakletmeden edemedik. Burada bizim için önemli olan; Buhari'nin de, ashabın sayısının fazlalığına rağmen Huneyn' de savaştan kaçtıklarına tanıklık etmiş olmasıdır. Tarih kitaplarını okuyanlar, bu konuda daha ilginç şeylerle karşılaşırlar.
Buraya kadar gördüğünüz gibi, ashabın çoğu Allah'ın emirlerine itaat etmiyorlarsa, doğal olarak Resulullah'ın (s.a.a.) emirlerine de itaat etmeyeceklerdir. Aynı şekilde, Resulullah (s.a.a.) -anam babam ona feda olsun- hayattayken emirlerine itaat etmeyenler, vefatından sonra hiç etmezler.
1- Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 37; Zehebi, Telhis'ül-Müstedrek.
2- Enfal Suresi / 15.
3- Ahzab Suresi / 15.
RESULULLAH'IN (S.A.A.) EMİRLERİ KARŞISINDA ASHABIN TUTUMU
İlk önce Resulullah (s.a.a.) hayattayken ashabın onun emirlerine karşı çıkıp buyruklarına önem vermemeleri konusunu inceleyeceğiz. Bu konuda yine sadece Sahih-i Buhari'ye dayanıp diğer Sahihleri bir kenara bırakacağız. Ama şunu hatırlatalım ki, diğer Sahihlerde daha açık ve net ibarelerle Buhari'dekinden kat kat fazla rivayetler mevcuttur.
Buhari, Sahih'inin "Şartlar Kitabı, Cihat ve Sulhun Şartları Babı"nda Hudeybiye sulhunun hikâyesini ve Ömer'in Resulullah'a (s.a.a.) muhalefet edip nübüvvetinden şüphelenerek ona açıkça; "Sen Allah'ın peygamberi değil misin?" dediğini aktardıktan sonra şöyle der: Hudeybiye antlaşması yazılıp bittikten sonra Resulullah (s.a.a.), ashabın (ihramdan çıkmaları için) kalkıp başlarını tıraş etmelerini ve develerini kesmelerini emretti. Ravi der ki: Ama Allah'a andolsun ki, hiç kimse kalkmadı. Resulullah (s.a.a.) üç kez emrini tekrarladı, ama yine de hiç kimse kalkmadı. Resulullah da Ümmü Seleme'nin yanına giderek olayı ona anlattı. 1
Aziz okuyucular! Resulullah'ın (s.a.a.) emirleri karşısında ashabın nasıl itaatsizlik ettiğini görüyor musunuz? Resulullah üç kez onlara emretmesine rağmen onlar itaat etmiyorlar. Burada, "Nasıl Hidayete Kavuştum" kitabını yazdıktan sonra Tunuslu alimlerle aramızda geçen tartışmanın bir bölümünü nakledeceğim. Ben Hudeybiye sulhu konusunu açınca Tunuslu alimler itiraz ederek dediler ki: "Ashap Resulullah'ın tıraş olup kurbanlarını kesme emrine itaat etmediyse, onlardan biri de Ali bin Ebi Talip olduğuna göre, demek ki o da Resulullah'ın emrine itaat etmemiştir." Ben onlara şöyle cevap verdim:
1- Ali bin Ebi Talip ashaptan sayılmıyordu. O, Resulullah'ın (s.a.a.) kardeşi, amcası oğlu, damadı ve Resulullah'ın (s.a.a.) evlatlarının babasıydı. Herkes bir yana, Hz. Ali başka bir yana. Bu durumda Sahih-i Buhari'de ravi; "Resulullah (s.a.a.) ashabına tıraş edip kurban kesmelerini emretti" derken, Hz. Ali'yi onlardan saymamaktadır. Çünkü onun Peygamber'in yanındaki konumu, tıpkı Harun'un Musa'nın yanındaki konumu gibidir. Resulullah'a (s.a.a.) salavatın, ancak Al-i Muhammed'e salavatla tamamlandığını ve Hz. Ali'nin Al-i Muhammed' in başında geldiğini görmüyor musunuz? Demek ki Ebu Bekir, Ömer, Osman ve diğer bütün sahabilerin namazları, ancak Muhammed bin Abdullah'ın yanında Ali bin Ebi Talib'e de salat ve selam gönderdikleri takdirde tamamlanır.
--------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 206 - 207.
2- Resulullah (s.a.a.) her zaman kestiği kurbanlara kardeşi Hz.Ali'yi de ortak ederdi. Örneğin; Veda Haccında Hz. Ali Yemen'den döndüğünde Resulullah (s.a.a.), Hz. Ali'ye; "Ya Ali, telbiyeyi nasıl söyledin?" diye sorunca, Hz. Ali; "Resulullah'ın söylediği gibi." dedi. Sonra da Resulullah (s.a.a.) Hz. Ali'yi kestiği kurbanlığa ortak etti.1
Bu olayı, bütün hadisçiler ve tarihçiler yazmışlardır. Bu durumda, Hudeybiye'de de Resulullah (s.a.a.) Hz. Ali'yi kendi kestiği kurbanlığa ortak etmiştir.
3- Hudeybiye'de Resulullah'ın imlası ile barış antlaşmasını yazan şahıs, Hz. Ali'dir.2 O, ömründe, ne Hudeybiye'de, ne de başka bir yerde Resulullah'a (s.a.a.) asla itiraz etmemiştir. Tarih bir kez dahi onun Resulullah'a (s. a. a.) itiraz ettiğini yazmamıştır. O, kâfirlerle savaşta asla cihattan kaçmamış ve kardeşini asla düşmanların arasında tek başına bırakmamıştır. O, her zaman canını kardeşi Resulullah'a (s.a.a.) feda etmiştir. Ve o, Kur'an'ın tanıklığıyla Resulullah'ın (s.a.a.) kendisi gibiydi. Bu yüzden Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: "Ben ve Ali'den başka hiç kimse mescitte cünüp olamaz."3
Oradakilerin çoğu, sözlerimi onayladılar ve Hz. Ali' nin hayatı boyunca Resulullah'a (s.a.a.) asla itiraz etmediğini ve sürekli ona itaat ettiğini itiraf ettiler.
-----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 172; Müsned-i Ahmed bin Hanbel, c. 1, s. 253 - 254; Sahih-i Müslim, c. 2, s. 883, h. 1216; Sünen-i Tirmizi, c. 3, s. 290, h. 956; Sünen-i Nesei, c. 5, s. 157; Sünen-i Beyhaki, c. 4, s.338.
2- Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1409, h. 1783.
3- Sahih-i Tirmizi, c. 5, s. 639, h. 3727; Tarih'ul-Hülefa, s. 172; İbn-i Hacer, es-Savaik'ul-Muhrika, s. 123.
Buhari, Sahihi'nin "Kur'an ve Sünnete Sarılma Kitabı"nda Abdullah bin Abbas'tan şöyle nakleder:
Resulullah'ın (s.a.a.) hayatının son anlarında sahabeden bir grup Peygamber' in evinde toplanmıştı. Ömer bin Hattap da onların içindeydi. O sırada Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Gelin size bir şey yazayım ki, benden sonra asla sapmayasınız." Bunun üzerine Ömer deki ki: "Ağrı ve elem Resulullah'a (s.a.a.) galip gelmiştir. Kur'an aranızdadır; o bize yeter." Orada bulunanlar ihtilaf edip çekiştiler. Bir grup; "Getirin de sapıklığa düşmemeniz için Resulullah (s.a.a.) bir şey yazsın." diyor, bir grup da Ömer'in sözünü tekrarlıyordu. Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda bağırıp çağırmaları ve anlaşmazlıkları çoğalınca, Resulullah (s.a.a.); "Kalkın! Yanımdan gidin!" diye buyurdu. İbn-i Abbas diyordu ki: "Bütün musibet ve belalar, Resulullah'ın huzurunda bağırıp ihtilaf ederek o önemli konunun yazılmasına engel olunduğundan dolayı meydana geldi."1
İşte bu da Resulullah'ın (s.a.a.), sahabe tarafından itaatsizlik ve saygısızlıkla karşılaştığı başka bir emridir. Tarihçilerin çoğunun yazdığı gibi, Ömer bin Hattap, Resulullah'ın (s.a.a.) o emrini duyduktan sonra, -Allah'a sığınırız- "Resulullah sayıklıyor." dedi. Ne var ki Buhari, bu sözü biraz edepli hale getirmiş ve onu, "Ağrı ve elem Resulullah'a (s.a.a.) galip gelmiştir." şeklinde değiştirmiştir. Çünkü sözü söyleyen Ömer'dir. Ama aynı bu Buhari, Ömer'in adını zikretmeyince şöyle diyor: "Bazıları, 'Resulullah sayıklıyor.' dediler." İşte bu da Buhari'nin hadis naklindeki emanet tarlığı! (Bu konuda ileride ayrıca konuşacağız, inşallah.)
1- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 137, c. 1, s. 39 ve c. 6, s. II - 12; Sa- hih-i Müslim, c. 3, 1257, h. 1637; Müsned-i Ahmed, c. 1 , s. 222.
Velhasıl, hadis ve tarih erbabının çoğu Ömer'in, "Resulullah sayıklıyor." dediğini ve ashabın çoğunun da onun bu sözünü tekrarladığını yazarlar. Anlatım, ne kadar güçlü olsa da olayı olduğu gibi yansıtamaz. Mesela; Hz.Musa'nın (a.s.) hayatıyla ilgili bir tarih kitabını okuduğumuzda, o kitap ne kadar güçlü bir anlatıma sahip olsa da olayları açık olarak gösteren bir sinema filmi gibi olamaz. Düşünebiliyor musunuz? Resulullah'a (s.a.a.) karşı o küstahlığı yapıyor ve huzurunda bağırıp kavga ediyorlar!...
Buhari, Sahih'inin "Edep Kitabı"nda şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) bir odayı veya bir hasırı namaz kılmak için hazırladı. Namaz kılmak için oraya gittiğinde bazıları Resulullah'a (s.a.a.) uyarak onun gibi namaz kıldılar. Bir akşam halk namaz için geldiğinde Resulullah biraz bekletip gelişini geciktirdi. Halk bağırıp çağırmaya ve kapısını taşlamaya başladılar. Resulullah (s.a.a.) gazaplanarak onlara dedi ki; "O kadar gelip gittiniz ki sünnet namazlarının sizlere farz olacağını zannettim. Öyleyse sünnet namazlarınızı evinizde kılın. Çünkü farz namaz dışında insanın en iyi namazı evinde kıldığı namazdır."1
Ama Ömer bin Hattap, Resulullah'ın (s.a.a.) emrine muhalefet ederek halkı sünnet namaz kılmak için camiye davet ederek şöyle dedi: "Bu bir bidattir ve ne güzel bir bidattir."1
1- Sahih-i Buhari, c. 8, s. 34; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 539, h. 781; Müsned-i Ahmed, c. 5, s. 187.
Ömer'in görüşlerini kabul eden ve yaptıklarını beğenen ashabın çoğu ona uydu. Sadece, her zaman Resulullah'ın (s.a.a.) emirlerine uyan ve asla ona muhalefet etmeyen Ali ve Ehl-i Beyt bunu kabullenmediler. Eğer her bidat sapıklık ise ve her sapıklık cehenneme götürüyorsa, Resulullah'ın (s.a.a.) emrine muhalif olan bir bidat hakkında ne diyebilirsiniz?
Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı, Zeyd bin Harise Gazvesi Babı"nda İbn-i Ömer'den şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) Üsame'yi bir gruba komutan yaptı. Ama onlar, Üsame'nin komutanlığını kabul etmediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Bugün Üsame'nin komutanlığını kabul etmiyorsanız, daha önce de babası Zeyd' in komutanlığını kabul etmemiştiniz. Vallahi Zeyd komutanlığa layıktı ve halkın içinde en çok sevdiğim kimselerden biriydi. Ondan sonra da oğlu en çok sevdiğim kimselerdendir. "2
Bu olayı tarihçiler daha detaylı bir şekilde anlatmışlardır. Resulullah (s.a.a.), Üsame'nin komutanlığına itiraz edenlere öyle sinirlenmişti ki, onlara lanet dahi etmişti. O sırada Üsame on yedi yaşında bir gençti ve Resulullah onu, içinde Ebu Bekir, Ömer, Talha, Zübeyr, Abdurrahman bin Avf ve Kureyş' in diğer ileri gelenlerinin de bulunduğu bir orduya komutan yapmıştı. Bu orduya Ali bin Ebi Talib'i ve ona bağlı olan sahabeleri katmamıştı.
Ama Buhari, her zaman olduğu gibi burada da olayı tam olarak anlatmıyor. Çünkü o selef-i salih dediği sahabenin hürmetini korumak istiyor. Ancak hakikati arayanlara onun anlattığı miktar da yeterli gelir.
Buhari, Sahih'inin "Oruç Kitabı"nda Ebu Hureyre' den şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) iftar etmeden peş peşe oruç tutmayı yasakladı. Müslümanlardan birisi Resul-i Ekrem' e (s.a.a.); "Ey Resulullah, ama sen kendin iftar etmeden peşi peşine oruç tutuyorsun?" dedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Hanginiz benim gibi olabilirsiniz? Ben uyurken Rabbim bana yedirip içiriyor." Ama onlar bu işten vazgeçmediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) onlara iftar ettirmeden iki gün peşi peşine oruç tutturdu. Sonra hilali gördüler. Resulullah (s.a.a.); "Eğer hilalin gözükmesi gecikseydi, size ceza olarak peşi peşine oruç tutturmaya devam edecektim." buyurdu. 1
Ne mutlu böyle sahabelere! Resulullah (s.a.a.) onları bir işten menettiği halde, onlar onu dinlemeyerek o işi tekrarlıyorlar. Acaba onlar yüce Allah'ın şu sözünü duymadılar mı:
"Peygamber size ne verdiyse onu alın; size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Doğrusu Allah'ın azabı şiddetlidir."2
Yüce Allah, Resulullah'ın (s.a.a.) emrine uymayanları şiddetli azapla tehdit etmesine rağmen, yine de bazı sahabiler Allah'ın bu tehdit ve uyarılarına önem vermiyorlardı.
------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 3, s. 49.
2- Haşr Suresi / 7.
Bunlar görünüşte her ne kadar namaz kılsalar, oruç tutsalar ve (daha önce belirttiğimiz gibi) Resulullah'ın helal olduğunu bildirmesine rağmen eşlerini kendilerine haram etseler de, münafık olduklarından hiçbir şüphe yoktur.
Buhari, Sahih'inin "Meğazi Kitabı"nda Zühri'den, o da Salim' den, o da babasından şöyle nakleder:
Resulullah, İslam'a davet etmesi için Halid bin Velid'i Cezime Oğullarına gönderdi. Onlar "Müslüman olduk" söyleyemeyip, onun yerine "Puta tapmaktan vazgeçtik, puta tapmaktan vazgeçtik" dediler. Bunun üzerine Halid onları birer birer öldürüyor veya esir ediyordu. Halid, esirlerden her birini birimize teslim etmişti. Sonunda bir gün bize elimizdeki esirleri öldürmemizi emretti. Ben, "Vallahi, ben ve arkadaşlarım elimizdeki esirleri öldürmeyeceğiz." dedim. Resulullah'ın (s.a.a.) huzuruna vararak olayı ona anlattığımızda, ellerini havaya kaldırarak iki kez; "Allah'ım! Ben Halid'in yaptıklarından uzağım." dedi.l
Tarihçiler bu olayı biraz daha detaylı olarak anlatmış ve Halid bin Velid ile bazı sahabilerin bu büyük günahı nasıl işlediklerini ve Resulullah'ın haram etmesine rağmen Müslüman olanları nasıl öldürdüklerini yazmışlardır. Bu olay, suçsuz insanların öldürüldüğü en büyük günahlardan biridir. Oysa Resulullah (s.a.a.), Halid'i onlarla savaşmak için değil, onları İslam' a davet etmek için göndermişti. Ama cahiliye davası ve şeytani bağnazlık Halid'e galip gelmişti. Çünkü Cezime Oğulları cahiliye devrinde Halid' in amcası Fakih bin Muğayre'yi öldürmüşlerdi. Bu yüzden onları hile ile aldatarak, "Silahlarınızı yere bırakın." dedi. Sonra onların ellerini bağlatarak birçoğunu öldürdü. -Bazı ihlaslı sahabiler Halid'in niyetini anlayınca Resulullah'ın (s.a.a.) yanına gelerek olayı haber verdiler. Resulullah (s.a.a.) da Halid'in yaptıklarından beri olduğunu ilan edip, Ali bin Ebi Talib'i Cezime Oğullarına göndererek mallarını geri vermesini ve ölenlerin diyetini ödemesini emretti.1
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 203 ve c. 9, s. 91 - 92.
Bu olay hakkında daha fazla bilgi için Abbas Mahmud Akkad'ın (meşhur Mısırlı yazar) "Abkariyyetu Halid" (Halid'in Kahramanlığı) adlı kitabına başvurulabilir. O kitabının 57 ve 58. sayfalarında bu konuda şöyle yazar:
"Mekke'nin fethinden sonra Resulullah (s.a.a.) Mekke'nin etrafındaki kabilelerin de putlara tapmaktan vazgeçmeleri amacıyla seriyeler (kendisinin katılmadığı ordu) göndererek onları İslam'a davet etti. Bunlardan biri de, Halid bin Velid komutasında Muhacirler, Ensar ve Selim Oğullarından oluşan üç yüz elli kişilik bir seriye idi. Resulullah onları Cezime Oğullarına davetçi ve tebliğci olarak göndermiş ve onlara asla savaşma emri vermemişti. Cezime Oğulları, cahiliye devrinin en vahşi kabilelerinden biriydi. Onların öldürdükleri adamlardan bazıları şunlardır: Fakih bin Muğayre ve kardeşi (Halid'in iki amcası), Abdurrahman bin Avf'ın babası ve Selim Oğullarından Malik bin Şerid ile üç kardeşi. Bunların dışında çeşitli kabilelerden diğer bazılarını da öldürmüşlerdi.
--------------------------
1- Tarih-i Taberi, c. 3, s. 67.
Halid onlara geldiğinde Selim Oğullarının da kendisiyle birlikte olduğunu anlayınca silahlarını alarak savaşa hazırlandılar. Halid onlara, "Sizler Müslüman mısınız?" diye sorunca bazılarının; "Evet", bazılarının da; "Biz putlara tapmaktan vazgeçtik, biz putlara tapmaktan vazgeçtik." dedikleri söylenir. Halid, "Peki niçin silahlandınız?" dediği zaman; "Bizim Arap kabilerinin biriyle aramızda düşmanlık var, sizin de onlardan olmanızdan korkup silahlandık!" cevabını verdiler. Halid dedi ki: "Silahlarınızı yere koyun; çünkü halk Müslüman olmuştur." Onlardan "Cahdem" adlı biri feryad edip dedi ki: "Eyvahlar olsun size ey Cezime Oğulları! O Halid'dir. Vallahi eğer silahlarınızı yere koyarsanız esirlikten ve daha sonra da ölümden başka bir şey göremeyeceksiniz. Vallahi ben silahımı asla yere koymayacağım." Onlar, onu ikna etmek için çok çalıştılar ve sonunda o da diğerleri gibi silahını yere bıraktı.
Halid hemen onların ellerini bağlamalarını ve sonra öldürmelerini emretti. Selim Oğulları ile bedeviler Halid'in emrine itaat ettiler, ama Ensar ve Muhacirler Halid' e karşı çıktılar. Çünkü Resulullah (s.a.a.) onların öldürülmesini emretmemişti. Sonunda haber Resulullah'a (s.a.a.) ulaştı. Peygamber ellerini havaya kaldırıp üç kez; "Allah'ım! Ben Halid bin Velid'in yaptıklarından beriyim." dedi. Sonra onların mallarını geri vermek ve ölenlerinin diyetini ödemek üzere Ali bin Ebi Talib'i gönderdi.
Seriyede bulunan veya bulunmayan ashabın ileri gelenleri, Halid bin Velid'i şiddetle kınadılar. Hatta Abdurrahman bin Avf, Halid'i amcalarının intikamını alabilmek için kasten Müslümanları öldürmekle suçladı."1
Evet, Abbas Akkad olayı bu şekilde anlatıyor. Ama o da diğer Ehl-i Sünnet düşünürleri gibi Halid bin Velid' i savunmak için akıl sahiplerince kabul edilemeyecek, hiçbir delile dayanmayan mazeretler gösteriyor. Abbas Akkad'ın , Halid'i savunmak için, "Halid'in Kahramanlığı"nı yazıyor olmaktan başka hiçbir mazereti yoktur. Dolayısıyla Halid'i savunmak için gösterdiği mazeretler tümüyle geçersiz olup, tıpkı örümcek yuvası gibi çürüktür.
Sayın Akkad'm kendisi, Resulullah'ın (s.a.a.) onları savaşmak için değil, İslam' ı tebliğ etmek için gönderdiğini ve Cezime Oğullarının Halid' in hilesine aldanarak silahlarını yere bıraktıklarını, hatta Halid' in hilesine aldanmamalarını vurgulayan Cahdem'i dahi iknaya çalıştıklarını söylemektedir. Bütün bunlar, onların Müslüman ve iyi niyetli olduklarını göstermektedir.
Sayın Akkad! Kendin de söylediğin gibi, Resulullah onları savaşa değil de davete göndermiş idiyse, o zaman Halid ne diye Resulullah'ın (s.a.a.) emrine muhalefet etti? Sayın Akkad! Ben sizin bu düğümü çözebileceğinizi sanmıyorum.
Siz kendiniz diyorsunuz ki, hepsinin elini bağlatarak onları kılıca sundu. Bu da çözemeyeceğiniz bir başka düğümdür. Acaba İslam, Müslümanlara "sizinle savaşmayan insanları öldürün" diye mi emrediyor? Onların Müslümanlıklarını ilan etmediklerini farz etsek dahi, İslam dini asla böyle bir şeyi emretmemektedir. İslam düşmanları işte bu gibi olayları bahane ederek İslam'ı karalamaktadırlar.
--------------------------
1- Akbariyyetu Halid, s. 57 - 58.
Kendiniz, Resulullah'ın (s.a.a.) Halid'e o kavimle savaşma emri vermediğini, bundan dolayı da Ensar ve Muhacirlerin ona itiraz ettiklerini itiraf ediyorsunuz. Peki şimdi Halid için nasıl bir mazeret göstereceksiniz?
Kaldı ki, Akkad'ın kendisi kendisiyle çelişiyor. Bir yandan Halid'i temize çıkarmak için mazeretler gösterirken, diğer yandan, "Seriyede bulunan veya bulunmayan ashabın ileri gelenleri, Halid bin Velid' i şiddetle kınadılar. Hatta Abdurrahman bin Avf, Halid' i amcalarının intikamını alabilmek için kasten Müslümanları öldürmekle suçladı." diyor.
Resulullah'ın (s.a.a.) ellerini göğe kaldırarak üç kez Halid'in yaptıklarından beri olduğunu söylemesi,1 ardından mallarını geri vermek ve ölenlerinin diyetini ödemek için Hz. Ali'yi göndermesi, onların İslam'ı kabul ettiklerini ve Halid'in onlara zulmetmiş olduğunu göstermektedir. Düşünebiliyor musunuz?! Resulullah (s.a.a.) üç kez Halid'in yaptıklarından beri olduğunu söyleyecek, sahabenin ileri gelenleri onu kınayacaklar, olaya tanık olan sahabiler gördükleri vahşete dayanamayarak seriyeden 'kaçacaklar, kendisi seriyede bulunan ve Halid' i Akkad'dan daha iyi tanıyan Abdurrahman bin Avf, Halid'in, amcalarının intikamını almak için onları kasten öldürdüğünü söyleyecek, ama bütün bunlara rağmen Akkad kalkıp Halid'in yanlış işlerini doğru göstermeye çalışacak!
Allah, hakikatleri tersine göstermeye çalışan kör bağnazlığı ve cahiliye taassubunu kahretsin. Buhari, her ne kadar olayı dört satırda özetlemişse de aktardıkları, Halid' i ve suçsuz Müslümanları katletmekte ona itaat eden sahabileri mahkum etmek için yeterlidir. Akkad, onları öldürmekte sadece Selim Oğulları ve Bedevilerin Halid'e itaat ettiklerini yazıyorsa da Buhari, sahabeden sadece iki veya üç kişinin Halid'e uymayıp olayı Resulullah'a (s.a.a.) haber vermek için kaçtıklarını söylüyor. O halde sayın Akkad! Kendin söylediğin gibi sayıları üç yüz elliyi bulan Muhacir ve Ensar'ın Ha1id'e uymayıp hepsinin kaçtığını söyleyerek bizi kandıramazsın! Bunu hiçbir araştırmacı kabullenemez. Anlaşılan, sen hakkı gizlemek pahasına da olsa onları savunmak istiyorsun. Ama artık perdelerin kalkıp hakikatin açığa çıkmasının zamanı gelmiştir.
Tarih, Halid bin Velid'in işlediği birçok cinayeti kaydetmiştir. Özellikle Ebu Bekir'in, Halid bin Velid'i, içinde birçok sahabinin de bulunduğu büyük bir orduya komutan olarak tayin ettiği "Betah" olayında Halid, Malik bin Nuveyre ve kavmini hile ile aldatmış, silahlarını yere koyunca da ellerini bağlatıp hepsinin boynunu vurmuştu. Aynı gece Malik'in karısı Leyla Ümmü Temim'e de tecavüz etmişti. Ömer bin Hattap kısası uygulamak isteyerek Halid'e; "Ey Allah'ın düşmanı, seni recmederek öldüreceğim. Sen bir Müslümanı öldürdün, sonra da karısına zorla tecavüz ettin." dediyse de Ebu Bekir, Halid'i savunarak Ömer'e dedi ki: "Halid'e dil uzatma. Çünkü o içtihat ederek hataya düşmüştür."1
1- İbn-i Hişam, es-Siret'ün-Nebeviyye, c. 4, s. 73.
Evet, zalim güçlü ve hükümete yakın biri olduğu zaman mazlumun hakkını arayan, mazlumu savunan olmaz; bilakis zalimin zulmü onaylanır, savunması bile yapılır. Bakınız Buhari, Cezime Oğulları olayını nasıl kesik kesik anlatıyor:
"Peygamber, Halid'i Cezime Oğullarına gönderdi. O, onları İslam'a davet etti, ama onlar "Müslüman olduk" söyleyemeyip, "Puta tapmaktan vazgeçtik, puta tapmaktan vazgeçtik." dediler."1
---------------------------
1- Tarih-i Taberi, c. 3, s. 276; el-Eğani, c. 15, s. 298 - 302.
Sayın Buhari! Yoksa Cezime Oğulları Fars, Türk veya Alman mıydılar da "Müslüman olduk" anlamına gelen Arapça bir kelimeyi söyleyemiyorlardı?! Onlar da Arap kabilelerinden değiller miydi?! Kur'an onların diliyle inmemiş miydi?! Gerçek şu ki, kör bağnazlık ve ashaba toz kondurmama siyaseti, Buhari'ye bu sözleri söyletmiştir.
Aynı şekilde Akkad da şöyle diyor:
"Halid onlara, "Sizler Müslüman mısınız?" diye sorunca bazılarının; "Evet", bazılarının da; "Biz putlara tapmaktan vazgeçtik, biz putlara tapmaktan vazgeçtik." dedikleri söylenir... "
Şu "söylenir" kelimesine dikkat ediyor musunuz? Bakın, Halid'i temize çıkarmak için nasıl kelimelerle oynuyorlar! Niçin mi? Çünkü Halid, zamanın gasıp hükümetinin keskin kılıcıdır; o ve arkadaşları, Resulullah'ın (s.a.a.) vefat ettiği gün Sakife kahramanlarının temelini attığı düzenin savunucusu ve koruyucusudurlar.
-------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 203.
RESULULLAH'IN (S.A.A.) VEFATINDAN SONRA ASHABIN ONUN EMİRLERİ KARŞISINDAKİ TUTUMU
Buhari, Sahih'inin "Namazı Zayi Etme Babı"nda şöyle yazar:
Gaylan, Enes bin Malik'ten şöyle dediğini nakleder: Resulullah'ın (s.a.a.) zamanında olan hiçbir şey göremiyo- mm." "Namazı görmüyor musun?" denildiğinde, "Onu da değiştirip zayi etmediniz mi?" dedi.
Yine Zühri'den şöyle nakleder: Şam'da Enes bin Malik'in yanına gittiğimde onun ağladığını gördüm. "Niçin ağlıyorsun?" diye sorunca, dedi ki: "Namaz dışında Resulullah'ın zamanında olan hiçbir şey kalmadı. Namaz da zayi edildi."1
Buhari, Sahih'inin "Sabah Namazının Cemaatle Kılınmasının Fazileti Babı"nda A'meş'ten, o da Salim'den şöyle nakleder:
Ümmü Derda der ki: Bir gün Ebu Derda çok sinirli bir halde eve geldi. Sebebini sorunca, "Vallahi, Muhammed'in (s.a.a.) ümmetinde sünnet olarak sadece namazların cemaatle kılınması kalmıştır." dedi.2
Buhari, Sahih'inin "Minbersiz, Musallaya Çıkmak Babı"nda Ebu Said-İ Hudri'den şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) Kurban ve Ramazan bayramı günleri musallaya çıkar, önce namaz kılar, ondan sonra halka nasihat ederdi. Resulullah'tan sonra da bu böyle devam ediyordu. Ama bir kurban veya Ramazan bayramı günü Medine valisi Mervan ile musallaya çıktığımda namazdan önce minbere çıkmak istediğini gördüm. Elbisesinden tutup çektim. Fakat o aldırmayarak minbere çıktı ve namazdan önce konuşma yaptı. Ben; "Vallahi değiştirdiniz." deyince; "Ey Ebu Said! Senin bildiklerin artık yok olup gitmiştir!" dedi. Ben; "Vallahi, bildiklerim bilmediklerimden daha hayırlıdır." dedim. Bunun üzerine Mervan dedi ki: "Halk namazdan sonra oturup bizi dinlemiyorlar. Onun için konuşmayı namazdan önceye aldım."1
------------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. I, s. 141.
2- Sahih-i Buhari, c. I, s. 166.
Evet! Görüldüğü gibi ashap daha Enes bin Malik, Ebu Derda ve Mervan bin Hakem'in zamanında, yani Resulullah'ın zamanına çok yakın olan bir zamanda, Resulullah'ın sünnetlerini değiştiriyor; her şeyi, hatta namazı dahi zayi ediyorlar, alçakça çıkarları uğruna Mustafa'nın (s.a.a.) sünnetlerini bozuyorlardı. Bilindiği gibi, Ümeyye Oğulları minberlerde her hutbeden sonra Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'e lanet okurlardı. Halkın çoğu, Kurban ve Ramazan bayramı namazından sonra hemen dağılıyor, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'e lanet okunmasını duymak istemiyorlardı. Bu sebeple Ümeyye Oğulları Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini değiştirerek hutbeleri bayram namazından önceye aldılar. Böylece çoğunun karşı çıkmasına rağmen Müslümanların huzurunda Hz. Ali'ye lanet okuyorlardı. Bu işi Muaviye başlatmış ve zamanla bir sünnet haline gelmişti. Birçok insan, Hz. Ali'ye lanet okumanın, insanı Allah'a yakınlaştıracak en büyük sünnetlerden olduğunu zannediyordu! Tarihçilerden biri şöyle yazar: "İmamlardan biri Cuma namazı hutbelerinde Hz. Ali'ye lanet okumayı unutmuştu. Minberden inip namaz kılmak isteyince halk her taraftan, "Sünneti unuttun! Sünneti unuttun!" diye bağır" maya başladı!"
----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 22.
Evet, Muaviye'nin bu bidati seksen yıl Müslümanların minberlerinde devam etti! Bugün bile bunun izlerini görmek mümkündür. Ama bütün bunlara rağmen Ehl-i Sünnet ve Cemaat, Muaviye ve ashabını sever, sayar ve "ashaba karşı saygılı olma" adı altında onun eleştirilmesine, yaptıklarının anlatılmasına izin vermemektedirler.
Ama Allah'a şükürler olsun ki, artık samimi araştırmacılar hakkı batıldan ayırmaya başlamış ve birçokları Muaviye ve adamlarının oluşturduğu "sahabe düğümünü" çözmeyi başarabilmişlerdir. Fakat Ehl-i Sünnet ve Cemaat, bu çirkin çelişkinin farkına varmış olmakla birlikte, hala ashabın hepsini savunmakta ve onlardan herhangi birine dil uzatanlara lanet etmekteler. Onlara; "Bu lanetiniz, herkesten önce Muaviye'ye gider. Çünkü o, bütün sahabenin en üstünü olan Ali'ye sövmüş ve lanet etmiştir. Bu vesileyle de Resulullah'a sövmek istemiştir. Çünkü Resulullah;"Ali'ye küfreden, bana küfretmiş olur; bana küfreden de Allah'a küfretmiş olur."1 diye buyurmuştur." söylediğimiz zaman da kekelemeye başlayıp cevap veremiyorlar. Verdikleri cevaplar, akıllarını çalıştırmadıkları ve kör taassuptan kurtulmadıklarını göstermektedir. Mesela, bazıları; "Bunlar, Şiilerin uydurduğu yalanlardır!" diyorlar. Bazıları da; "Onlar, Resulullah'ın sahabesidir. Birbirleri hakkında ne isterlerse söyleyebilirler. Biz onları eleştirecek düzeyde değiliz!" diyorlar.
----------------------
1- Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 121 (Hadisin Buhari ve Müslimce sahih olduğunu yazar. ); Müsned-i Ahmed, c. 6, s. 323; Hasais-i Nesei, s. 93, h. 88.
Allah'ım! Seni tenzih eder ve sana şükrederiz. Kur'an'daki şu ayetin bana kabullenmesi ağır olan gerçekleri öğretti: "İnsanlardan ve cinlerden çoğunu cehennem için hazırladık. Onların kalpleri vardır ama düşünmezler. Gözleri vardır ama görmezler. Kulakları vardır ama işitmezler. Onlar tıpkı hayvanlar gibidirler, hatta daha da sapık. İşte gafiller onlardır."
Bu ayeti ne zaman okusam şaşkınlığımı gizleyemeyerek, şöyle düşünürdüm: Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? Dilsiz bir hayvan insandan daha fazla hidayet üzere olabilir mi? İnsan kendi eliyle bir taşı yontarak ona tapıp ondan rızık ve yardım isteyebilir mi? Ama Allah'a hamdolsun ki, Hindistan' a yolculuğum sırasında oradaki hayret verici gerçekleri görünce şaşkınlığım ortadan kalktı. Anatomi ilmiyle uğraşan ve insanın vücudundaki hücrelerin inceliklerini bilen doktorların ineğe taptığını gördüm. Eğer bu günahı Hindistan'ın cahil ve bilgisiz halkı işleseydi, belki mazeretleri kabul olurdu. Ama onların aydınlarının bile inek, taş, deniz, güneş ve aya taptıklarını gördüm. Dolayısıyla, Kur'an-ı Kerim'in ayetine teslim olarak insanların hayvandan daha sapık olabileceğini kabullenmek, zorunda kalıyoruz.
----------------------------
1- A'raf Suresi /179.
BAZI SAHABİLER HAKKINDA EBUZER'İN TANIKLIĞI
Buhari, Sahih'inin "Zekâtı Verilen Şeyin Servet Olmadığı Babı"nda Ahnef bin Kays'dan şöyle nakleder:
Kureyş'ten bir grupla oturmuştuk; o sırada saçları, elbisesi ve görünümü sert bir adam içeri girdi ve selam verdikten sonra şöyle dedi: "Servet toplayanlara müjdeler olsun! Kızgın cehennem taşlarını onların göğüslerine koyacaklar da taşlar onların sırtından çıkacak veya sırtlarına koyacaklar da göğüslerinden çıkacak ve bütün bedenleri titreyecek." Sonra bir köşeye oturdu. Kim olduğunu bilmediğim halde gidip onun yanına oturdum. Ona; "Bunların senin sözlerinden hoşlanmadıklarını görüyorum." dedim. Adam dedi ki: "Onlar bir şey anlamıyorlar. Dostum bana demişti ki..." "Dostun kimdir?" diye sorunca, şu cevabı verdi: "Dostum Resulullah'tır (s.a.a.). O, bana demişti ki: "Ey Ebuzer! Şu Uhud dağını görüyor musun?" Ben, güneşe bakarak gündüzün bitmek üzere olduğunu görünce Resulullah'ın (s.a.a.) beni bir iş için göndereceğini bekleyerek "Evet." dedirn. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Benim Uhud dağı kadar altınım olsaydı, hepsini Allah yolunda dağıtır, kendime sadece üç dinar saklardım. Dünya malını toplayanların aklı yoktur. Vallahi, ben Allah'ın huzuruna kavuşana kadar onlardan ne dünya istiyorum, ne de dini konularda görüş belirtmelerini."1
Buhari, Sahih'inin "Havuz Babı"nda, "Biz sana Kevser'i verdik." ayetiyle ilgili olarak, Ebu Hureyre'den şöyle nakleder: Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: "(Kıyamet günü) Ben ayakta olduğum halde bir grubu görüp tanıyacağım. Sonra benimle onların arasından birisi çıkarak onlara; "Haydi gelin." diyecek. Ben "Onları nereye götürüyorsun?" diye sorunca; "Vallahi cehenneme!" diyecek. Ben; "Onların suçu nedir?" diye soracağım; diyecek ki: "Bunlar senden sonra cahiliyeye dönüp mürted oldular." Sonra bir grup daha görüp onları da tanıyacağım. Yine onlarla benim aramda birisi çıkarak onlara; "Haydi gelin." diyecek. Ben; "Bunları nereye götürüyorsun?" diye sorunca; "Vallahi, ateşe!" diye cevap verecek. "Bunların suçu nedir?" diye sorunca; "Bunlar da senden sonra cahiliyeye dönüp mürted oldular." Onlardan kurtulanlar, sadece deve sürüsünden ayrılan birkaç deve sayınca olacak."
1- Sahih-i Buhari, c. 2, s. 133 - 134.
Ebu Said-i Hudri'nin rivayetinde de şöyle geçer "Bunların senden sonra neler yaptıklarını biliyor musun?!' denilecek. Ben de; "Benden sonra dinde değişiklik yapanları benden uzaklaştırın." diyeceğim."1
Buhari, Sahih'inin "Hudeybiye Gazvesi Babı"nda "Andolsun ki, o ağacın altında sana biat ederlerken Allah müminlerden razı olmuştur."2 ayetiyle ilgili olarak. Ala bin Museyyib'den o da babasından şöyle nakleder:
"Bera bin Azib'i gördüğümde ona; "Ne mutlu sana! Resulullah (s.a.a.) ile birlikte oldun ve ona ağacın altın, biat ettin." dedim. Bunu üzerine Bera; "Ey kardeşim oğlu! Bizlerin ondan sonra ne bidatler çıkardığımızı biliyor musun?" diye cevap verdi."1
1 - Sahih-i Buhari, c. 8, s. 150 - 151
2- Fetih Süresi / 18.
Bu, en azından kendisine ve halka karşı açık sözlü olan bir sahabinin önemli tanıklığıdır. Onun bu sözleri yüce Allah'ın şu ayetini hatırlatıyor:
"Eğer Peygamber ölür veya öldürülürse, gerisin geriye (cahiliyeye) mi döneceksiniz?"2
Bera bin Azib, sahabenin ileri gelenlerinden olup ağacın altında Resulullah'a (s.a.a.) ilk biat edenlerdendi. O, kendisinin ve diğer sahabilerin Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra bidatler çıkardıklarına tanıklık ederek, Resulullah (s.a.a.) ile birlikte olma ve ağacın altında ona biat etmenin, kendilerinin Peygamber'den sonra sapıp mürted olmalarına engel olmadığını açıklamaktadır.
Buhari, Sahih'inde, Resulullah'ın (s.a.a.), "Sizden öncekiler ne yaptıysa, siz de aynısını yapacaksınız." sözüyle ilgili olarak, Ebu Said-i Hudri' den şöyle nakleder:
Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki:"Sizler, karış karış ve adım adım sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz; hatta onlar bir keler yuvasına girmiş olsalar dahi, siz de gireceksiniz." Biz; "Ey Resulullah! Öncekilerden, Yahudi ve Hıristiyanları mı kastediyorsun?!" diye sorduk; buyurdu ki: "Başka kimi kastedeceğim?!"3
SAHABE HAKKINDA TARİHİN TANIKLIĞI
Kur'an ve sünnetin dışında iddiamızı onaylayan başka bir tanık daha var. Bu tanığın ifadeleri belki daha açık ve nettir. Çünkü halkın kendisi onları görmüş ve yaşamış, sonra da yazılarak tarihe geçmiştir.
-----------------------------
1- Sahih-i Buhari, c. 5, s. 159-160.
2- Al-i İmran Suresi /144.
3- Sahih-i Buhari, c. 9, s. 126.
Taberi, İbn-i Esir, İbn-i Sa' d, Ebu-l Fida, İbn-i Kuteybe ve diğerleri gibi Ehl-i Sünnet tarihçilerinin kitaplarını okursak, çok ilginç ve dehşet verici şeylerle karşılaşır ve Ehl-i Sünnet'in sahabenin adaleti ve onlara itiraz etmemenin gerekliliği konusundaki görüşlerinin hiçbir delile dayanmadığını anlarız.
Bu görüşü, heva ve heves üzerine konuşmayan ve yaptığı her şey hak olan Resulullah (s.a.a.) ile Kur'an'ın, münafık ve fasık olduklarına tanıklık ettiği sahabiler arasında fark gözetmeyen bağnazlar dışında hiçbir akl-ı selim sahibi kabul etmez. Bu görüş taraftarları, ashabı savundukları kadar Resulullah'ı (s.a.a.) savunmazlar. Buna bir örnek verelim:
Mesela Ehl-i Sünnet'ten birine; "Abese Suresi Resulullah hakkında nazil olmamıştır; yüzünü buruşturup sırtını çeviren Resulullah değildir. Bu ayetler, kör birini gördüğünde yüzünü buruşturup sırt çeviren ve gururlanan ashabın ileri gelenlerinden birisi hakkındadır ve Allah Teala onu kınamaktadır." dediğinizde, bu tefsiri kabul etmeyerek şöyle der: "Muhammed de bir insandır. Defalarca hata yapmış, Rabbi de birçok konuda onu kınamıştır. O, sadece Kur'an'ı iletmekte masumdu, başka bir konuda değil"1 Resulullah (s.a.a.) hakkındaki görüşü bu!
----------------------
1- Sünen-i Tirmizi, c. 5, s. 432, h. 3331; Tefsir-İ Kebir, c. 31, s.54.
Ama örneğin ona; "Ömer bin Hattap teravih namazı bidatini koyarken hata yapmıştır. Çünkü Resulullah (s.a.a.) bunu menetmiş ve "Sünnet namazları evinizde ve yalnız başınıza kılın." buyurmuştur." dediğinizde, hemen Ömer' i savunarak şöyle der: "Bidat olsa da güzel bir bidattir." Resulullah'ın (s.a.a.) bunu menettiğine dair nass mevcut olduğu halde kendilerini mutlaka Ömer' i savunmak zorunda hissederler.
Ona; "Ömer, Allah'ın Kur'an'daki hükmü olan "müellefet'ül-kulup" payını (zekattan gönülleri İslam' a ısındırılacak olanlara verilen pay) yürürlükten kaldırdı." dediğinizde, der ki: "Efendimiz Ömer, artık İslam'ın güçlendiğini bildiği için onlara; "Bizim artık size ihtiyacımız yoktur." dedi. O, Kur'an'ın hükümlerini herkesten daha iyi biliyordu. "
Allah aşkına, bu tutuma şaşırmıyor musunuz?!
Dahası da var! Bir gün onlardan birisine; "Güzel bidat ve müellefet'ül-kulup konularını bir tarafa bırakalım. Ömer'in, biat etmezlerse Hz.Fatıma'tüz-Zehra'nın evini içindekilerle birlikte yakacağı tehdidini nasıl savunacaksın?" dediğimde, bana şu cevabı verdi: "Ömer haklıydı. Zira eğer böyle yapmasaydı, birçok sahabi Hz. Ali'ye uyup Ebu Bekir'e biat etmezdi ve böylece fitne çıkardı."
Ben böyle adamlarla tartışmanın hiçbir faydası olmadığına inanıyorum. Maalesef Ehl-i Sünnet'in çoğu böyle bir inanca sahiptir. Çünkü onlar hakkı, Ömer bin Hattap ve yaptıklarıyla tanırlar. Oysa hak kişilerle tanınmaz, bilakis kişiler hakla tanınır. Hz. Ali (a.s.) buyuruyor ki: "Hak ehlini tanıyabilmek için önce hakkı tanı."
Ehl-i Sünnet, sadece Ömer bin Hattap hakkında değil, diğer bütün ashap hakkında bu inanca sahiptir. Onlara göre; ashabın hepsi adildir ve hiçbir kimsenin onları eleştirmeye, yaptıklarına itiraz etmeye hakkı yoktur. Bu inanç, doğal olarak Ehl-i Sünnet araştırmacılarının önüne çelikten bir set çekerek hakka ulaşmalarına engel olmuştur. Bu nedenle, ancak azim ve irade sahibi cesur araştırmacılar, gerçekleri bulup kurtuluşa erebilirler.
Tarihe geri dönecek olursak, bazı sahabilerin ayıplarının açıldığını, yüzlerindeki maskenin düştüğünü ve kendileri ve dostlarının yıllarca halktan gizlemeye çalıştıkları gerçek yüzlerinin ortaya çıktığını görürüz.
İlk dikkati çeken şey, onların Resulullah'ın (s.a.a.) vefatının hemen ertesi günündeki tutumlarıdır. Onlar, Resulullah'ın (s.a.a.) cenazesini yerde bırakıp gusül, kefenleme ve defnetme işleriyle uğraşmayarak alelacele "Beni Saide Sakifesi"ndeki konferanslarına koşup hilafet konusunda tartışmaya başladılar. Halbuki onlar gerçek halifeyi tanıyorlardı ve ona Resulullah'ın (s.a.a.) sağlığında biat bile etmişlerdi. Onlar, Hz Ali ve Haşim Oğullarının, Resulullah'ın (s.a.a.) mübarek naaşını yerde bırakıp Sakife'ye koşamayacaklarını bildikleri için firsatı ganimet bilerek işi bitirmek ve Hz. Ali ve Haşim Oğullarını olup bitmiş bir işle karşı karşıya bırakmak istiyorlardı. Böylece itiraz edemeyip susmak zorunda kalacaklardı. Çünkü "Sakife Ashabı" karara karşı çıkan herkesi, Müslümanlara muhalefet ve fitne çıkarma suçuyla katledip ortadan kaldırma kararı almışlardı.
Tarihçiler, o dönemde çok şaşırtıcı ve ilginç şeylerin vuku bulduğunu yazarlar. Mesela; daha sonra "Resulullah'ın Halifesi" ve "Müminlerin Emiri" ünvanını alanlar, halktan zorla biat almışlar. Hz. Fatıma'nın evine saldırmış, Hz. Fatıma'yı kapının arkasına sıkıştırarak karnındaki yavrusunu düşürmesine sebep olmuşlar. Ali'nin ellerini bağlayarak evinden dışarı çıkarmış, biat etmezse öldürüleceğini söylemişler. Hz. Fatıma'nın bağış ve miras yoluyla elde etmiş olduğu haklarını ve "Zi'l-Kurba" ünvanıyla humustan aldığı payı gasp etmişler. Hz. Fatıma da her namazdan sonra onlara beddua etmiş ve nihayet onlara gazaplı olarak dünyadan göçmüş, cenazesi gece yarısı gizlice defnolunmuş, onların hiçbiri cenaze namazına katılamamıştır.
Gadir-i Hum'da kendisine biat ettikleri Hz. Ali'nin niçin hilafetten uzaklaştırıldığını öğrenmek istedikleri için Ebu Bekir'e zekat vermekten kaçınanları katletmişler.l
Allah'ın belirlediği sınırları aşarak suçsuz Müslümanları öldürmüş, sonra da karılarına tecavüz etmişler. 2
Kur'an'da ve sünnette açıklanan Allah'ın ve Peygamber'in hükümlerini değiştirmiş, yerine kişisel çıkarlarına yarayan kendi içtihatlarını koymuşlar. 3
Bunların bazıları, Müslümanların hâkimleri ve valileri oldukları halde şarap içmiş ve sürekli zina yapmışlar.1
-----------------------------
1- Malik bin Nüveyre olayı, hemen hemen bütün Sünni tarih kaynaklarında yazılıdır.
2- Halid bin Velid, Leyla bint-i Minhal'in kocasını öldürerek ona tecavüz etmişti.
3- Örneğin; Hz. Fatıma'nın mirasına el koymuş, humustan Peygamber'in yakınlarının (Zi'l-Kurba) hakkına sahip çıkmış, zekattan müelleft'ül-kulup payım vermemiş, mut'a nikahını kaldırmış ve Hacc-ı Temettu'da umre ihramından çıktıktan sonra eşiyle ilişkide bulunmayı yasaklamışlardır.
Ebuzer'i Resulullah'ın (s.a.a.) şehri Medine'den sürgün etmişler ve hiçbir suçu olmayan bu aziz sahabi ıssız ve sıcak bir çölde yapayalnız can vermiş.
Ammar-ı Yasir'i döverek fıtık etmişler.
Abdullah bin Mesud'u döverek kaburga kemiklerini kırmışlar.
Sadık ve samimi sahabileri hükümet makamlarından azletmiş, İslam düşmanları olan Ümeyye Oğullarının fasık ve münafıklarını iş başına getirmişler.
Allah'ın, kendilerinden her türlü pisliği uzaklaştırıp ter- temiz kıldığı Ehl-i Beyt'e lanet okutmuş, Ehl-i Beyt'i seven pak sahabileri şehit etmişler. 2
Zor, hile ve tehditle hilafete ulaşmış, muhalifleri çeşitli biçimlerde ortadan kaldırmışlar.3
Peygamber'in şehri Medine'de, istedikleri her şeyi yapmaları için Yezid'in ordusuna izin vermişler. Oysa Resulullah (s.a.a.); "Medine benim haremimdir. Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti orada cinayet işleyenin üzerine olsun." buyurmuştur.1
-----------------------
1- Muğayre bin Şube'nin Ümmü Cemil ile zina etmesi tarih kitaplarında meşhurdur. Örnek olarak bkz. Tarih-i Taberi, c. 4, s. 69.
2- Örneğin; Muaviye bin Ebu Süfyan değerli sahabilerden Hicr bin Adiy'i Hz. Ali'ye lanet etmeyip sövmediğinden dolayı şehit etmiştir. Bkz. İbn-i Sa'd, et-Tabakat'ul-Kubra, c. 6, s. 217 ve Tarih-i Taberi, c. 5, s. 275.
3- Tarihçiler yazarlar ki: Muaviye, muhaliflerini sarayına davet eder ve onlara zehirli bal yedirirdi. Onlar Muaviye'nin yanından ayrılıp evlerine döndüklerinde ölürlerdi. -Sonra Muaviye; "Allah'ın baldan ordusu vardır." derdi.
Allah'ın evi Kabe'yi mancınıkla taşlamış, Harem-i Şerif"i yakmış ve Harem'in içinde bazı sahabileri öldürmüşler.
Alçakça arzuları uğruna Cemel, Sıffin ve Nehrivan harplerinde Resulullah'ın (s.a.a.) Ehl-i Beyt'inin büyüğü, Müminlerin Emiri ve Resulullah'a göre, Musa'ya göre Harun yerinde olan Hz Ali'ye karşı savaşmışlar.
Cennet gençlerinin iki efendisi olan İmam Hasan ve İmam Hüseyin'i şehit etmişler. İmam Hasan'ı zehirle, İmam Hüseyin'i de kılıçla. İmam Hüseyin'le birlikte Peygamber'in soyunu katletmişler ve bir tek İmam Hüseyin'in oğlu İmam Zeynelabidin kurtulmuştur.
Bunların dışında insanlığın yüzünü kızartan ve yazmaktan utandığım birçok cinayetler işlemişlerdir. Ehl-i Sünnet ve Cemaat alimleri de, bunların çoğunu biliyorlar. Bundan dolayı da Müslümanları, tarihi okuyup ashabın hayatını incelemekten sakındırıyorlar.
Tarih kitaplarından aktardıklarım bu işlerin hepsini, hiç kuşkusuz sahabe yapmıştır. Peki, bunları okuyan akıl sahibi bir insan, bütün bunlara rağmen yine de bütün ashabı temize çıkarıp adil olduklarına hükmedebilir mi?! Meğer ki aklını yitirmiş olsun.
Burada şu noktayı da belirtmek zorundayım: Bizler, bazı sahabilerin gerçekten de takvalı, adil ve temiz insanlar olduğuna, Allah ve Resulünü gerçekten sevdiklerine inanı-yoruz. Onlar gerçekten de Peygamber' e verdikleri söze sadık kalarak Allah'ın dinini değiştirmediler ve Allah da, onlardan razı olarak onları Habibi Resul-i Ekrem'in yanına, götürdü.
-----------------------------
1- Hi1yet'ul-Evliya, c. 4, s. 165.
Bu gruptaki sahabiler en küçük bir kınanmadan veya, iman ve takvalarının azlığından uzaktırlar. Çünkü Allat Teala, Kur'an-ı Kerim'de yer yer onlara övgüler yağdırmıştır. Tarih de onların adına yiğitlik, takva, kararlılık ve; olgunluklar kaydetmiştir. Ne mutlu onlara ki, Adn Cennetleri kapılarını onlara açmış ve bundan da önemlisi, Allah onlardan razı olmuştur! İşte budur, şükredenlerin mükâfatı! Ama unutmayalım ki, Allah Teala'nın buyurduğu gibi, şükredenler pek azdır.
Ancak teslim olup da kalplerine iman girmeyen ve korku, tamah veya başka bir sebepten dolayı Resulullah'ın (s.a.a.) ashabının içinde yer alan kimseler, hiçbir saygı ve takdire layık değildirler. Çünkü Allah Teala Kur'an'da onları kınamış, tehdit etmiş ve onlara azap vaad etmiştir. Resulullah da onları uyarmış, insanları onlardan sakındırmış ve birçok yerde onlara lanet etmiştir. Tarih de onların birçok çirkin işlerini kaydetmiştir. Evet; bu gruptaki sahabilerden asla razı olamaz ve onların peygamberler, şahitler ve salihlerle birlikte olduklarını söyleyemeyiz.
İşte hak ve adalet ölçüleriyle örtüşen ve Allah'ın müminleri sevmek, münafıklara düşman olmak yönündeki sınırlarını aşmayan doğru tavır budur.
Yüce Allah, aziz kitabında şöyle buyurmaktadır:
"Bakmaz mısın şunlara ki, Allah'ın gazab ettiği bir topluluğu dost edinirler. Onlar ne sizinledir, ne de onlarla; ve bilip dururken de yalan yere yemin ederler. Allah, onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekten de ne kötü işler yapıyorlar. Yeminlerini kalkan ederek halkı Allah yolundan menediyorlar ve aşağılatıcı azap artık onlaradır. Malları ve evlatları hiçbir şekilde onları Allah'tan kurtaramaz. Onlardır cehennem ehli; orda ebedidir onlar. Allah'ın onların hepsini diriltip topladığı gün, size yemin ettikleri gibi, O'na da yemin ederler ve gerçekten bir şey yaptıklarını sanırlar.
Bilin ki, şüphesiz yalancıdır onlar. Şeytan onlara musallat olup da Allah'ı anmayı unutturdu. İşte onlar şeytanın hizbidirler. Ve şüphesiz Şeytanın hizbi hüsrana uğrayanlardır. Allah'ın ve Peygamberinin hudutlarına uymayanlar var ya, onlardır en aşağılık kişilerin içinde bulunanlar. Allah yazdı ki, ben ve peygamberlerim mutlaka galip geleceğiz.
Ve Allah kuvvetli ve azizdir. Allah'a ve kıyamete iman eden bir topluluğu, Allah'ın ve Peygamberinin sınırlarına aykırı hareket edip onlara karşı gelen birisini sever bulamazsın; isterse onlar babaları, yahut oğulları, yahut kardeşleri, yahut da yakınları olsun. Onlar öyle kişilerdir ki Allah, onların kalbine iman nasip etmiş ve onları kendinden bir ruhla kuvvetlendirmiştir. Ve onları kıyılarından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada ebedi olarak kalırlar. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlardır Allah'ın hizbi ve şüphesiz, sadece Allah'ın hizbidir muradına erenler."1
1- Mücadele Suresi /14 - 22.
Burada hemen şunu belirtmeliyim ki, bu konuda hak ve doğru olan Şia'nın tutumudur. Çünkü onlar, sadece vı sadece Muhammed ve Ehl-i Beyt'ini ve onların izinde giden ashap ile kıyamete kadar onlara güzellikle tabi olan müminleri severler. Ama Şia'nın dışındaki Müslümanlar Allah ve Resulünün belirlediği sınırları aşanlar da dahi olmak üzere bütün ashabı severler. Buna da çoğu zaman şu ayeti delil gösterirler:
"Rabbimiz! bizleri ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı kin bırakma. Rabbimiz! Şüphesiz, sen Rauf ve Rahim'sin."1
Böylece, Hz. Ali'yle Muaviye'yi birlikte razı etmek istediklerini görürsün. Oysa Muaviye'nin yaptığı işler, er azından onun kafir, sapık ve Allah ile Resulü'nün düşman olduğunu gösterir. Daha önce nakletmiş olduğumuz şu hikayeyi bir kez daha nakletmemizin sakıncası olması gerek:
Değerli sahabilerden Hicr bin Adiyy-i Kindi'nin kabrin ziyarete giden bir mümin, kabrin yanında bir adamın şiddetle ağladığını görür. Onun Şii olduğunu zannederek:
- Niçin ağlıyorsun? diye sorar.
- Efendimiz Hicr'e ağlıyorum. Allah ondan razı olsun!
- Ona ne olmuştu ki?
- Efendimiz Muaviye -Allah ondan da razı olsun- onu öldürtmüştür.
- Peki Muaviye niçin onu öldürdü?
------------------------
1- Haşr Suresi / 10.
- Efendimiz Ali'ye -Allah ondan razı olsun lanet okumamıştı da ondan.
O salih adam ona diyor ki:
- Ben de sana ağlıyorum. Allah senden razı olsun!
Bütün ashabı sevme hususundaki bu kadar ısrar ve inadın sebebi nedir acaba? Bakıyorsun, Muhammed ve Al-i Muhammed'e salat ederken ashabı da ekliyorlar! Halbuki ne Kur'an onlara bunu emretmiş, ne Resulullah (s.a.a.) onlardan böyle bir şey istemiş, ne de ashaptan biri bunu söylemiştir. Kur'an'ın emrettiği ve Resulullah'ın (s.a.a.) halka öğrettiği salat, Muhammed ve Al-i Muhammed'e salat etmektir.
Her şeyde şüphe etsem dahi, Allah Teala'nın müminlerden Peygamber'in yakınları olan Ehl-i Beyt'i sevmelerini istemiş olduğunda ve bunu Peygamber'in çektiği zahmetlerin karşılığı olarak onlara farz kıldığında asla şüphe edemem. Yüce Allah buyuruyor ki:
"De ki: Ben, peygamberliğimin karşılığı olarak sizden sadece yakınlarımı (Ehl-i Beyt'imi) sevmenizi istiyorum."1
Bütün Müslümanlar, Ehl-i Beyt'i sevmenin gerekliliği konusunda ittifak etmişlerdir. Ama başkalarını sevme konusunda ihtilaf etmişlerdir. Resulullah da (s.a.a.) buyuruyor ki: "Şüpheli olanı bırak, kesin olanı tut."2
------------------------------
1- Şura Suresi /23.
2 - Sünen-i Tirmizi, c. 4, s. 668, h. 2518; Sünen-i Nesei, c. 8, s.328.
Şiilerin, Ehl-i Beyt'i ve onlara uyanları sevmek konu- sundaki görüşlerinde hiçbir şüphe yoktur; ama Sünnilerin bütün ashabı sevmek konusundaki görüşlerinde büyük bir şüphe vardır. Bir Müslüman hem Ehl-i Beyt'i, hem de onların düşmanları ve katillerini nasıl sevebilir?! Bu, açık bir çelişki değil midir?'
Tasavvufçuların da arasında var olan bazı cahillerin; "Allah'ın kullarına karşı kalbinde zerre kadar kin ve nefret olan bir şahıs, kendisini temizleyemez ve kalbine gerçek iman giremez. Yahudi, Hıristiyan, müşrik ve kafir olsalar dahi, Allah'ın bütün kullarını sevmek gerekir." yönündeki sözlerine sakın aldanmayasın! Onlar, tıpkı Hıristiyan mis- yonerler gibi her şeyin sevgiden ibaret olduğunu söylerler. Onlara göre, Allah sevgidir; din de sevgidir. Dolayısıyla Allah'ın kullarını sevenlerin namaz, oruç, hac vs. ye ihtiyacı yoktur.
Bunlar, Kur'an, sünnet ve de aklın kesinlikle reddettiği saçmalıklardır. Bakın, Kur'an-ı Kerim ne buyuruyor:
"Allah'a ve kıyamete inanan bir kavrnin Allah ve Resulünün düşmanIarml sevdiğini göremezsin."1
"Ey iman edenIer! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden kim onları dost edinirse, onlardandır. Şüphesiz, Allah zalim kavmi hidayet etmez."2
"Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz küfrü imana tercih ediyorlarsa, onları dost edinmeyin. İçinizden onları dost edinenler, hiç şüphesiz zalimdirler."1
"Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları onları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz, oysa onlar size gelen hakkı inkar etmişler!" 2
---------------
1- Mücadele Suresi /22.
2- Maide Suresi / 51
Resulullah (s. a. a.) ise şöyle buyuruyor:
"Mümin, Allah için sevip Allah için buğz etmedikçe, imanı kâmil olmaz."
"Bir müminin kalbinde hem Allah sevgisi, hem de Allah düşmanının sevgisi bir arada olamaz."
Bu konuda hadisler oldukça fazladır.
Akıl da bunu onaylamaktadır. Çünkü Yüce Allah imanı müminlere sevdirmiş ve onu, onların gönüllerinde süslemiştir; küfrü, fiskı ve isyanı da onlara çirkin göstermiştir. Bu nedenle bakıyorsun insan, hakka karşı çıkıp şeytanın yolunda yürüdüğü için kendi oğlu, babası veya kardeşinden nefret ediyor; ama İslam ve iman kardeşliğinden başka aralarında hiçbir bağ olmayan yabancı birini seviyor.
Bütün bunlardan dolayı, sevgi ve nefretimiz yalnızca Allah için olmalıdır. Allah'ın sevmemizi emrettiği kimseleri sevmeli, dost edinmeli; uzak durmamızı, nefret etmemizi emrettiği kimselerden de uzak durmalı, nefret etmeliyiz.
İşte biz, bu nedenle Hz.Ali ve onun evlatları olan İmamları seviyor ve onlara uyuyoruz. Çünkü Kur'an, sünnet, tarih ve akıl onlar hakkında hiçbir şüphe ve soru işareti bırakmamıştır. Aynı nedenle de, Ali ve evlatlarının hakkı olan hilafeti gasp edenlerden beri ve uzak olduğumuzu ilan ediyoruz. Çünkü Kur'an, sünnet, tarih ve akıl onlar hakkında geride birçok soru işareti bırakmıştır. Resulullah da (s.a.a.); "Şüpheli olanı bırak, kesin olanı tut." buyurmuş olduğuna göre, bir Müslümana şüpheli şeyin peşinde koşup, kendisinde hiçbir şüphe olmayan Kur'an'ı bırakması yakışmaz.
1- Tevbe Suresi /23.
2- Mümtehine Suresi / 1.
Artık Müslümanlar, taklitçiliği bir kenara bırakmalı, tutkularından kurtulmalı ve akıllarını hakem kılmalıdırlar. Şeytan ve nefsin, insanın kötü amellerini iyiymiş gibi gösteren iki tehlikeli düşman olduğunu unutmamalıdırlar. Busiri ne güzel demiş:
"Şeytana ve nefsine aldanma, uyan!
Hayrını istiyoruz deseler, inanma, yalan!"
Ayrıca, Allah'ın salih kulları hakkında takvalı olmalıdırlar. Takvasız kullara gelince; onların saygınlığı yoktur. Resulullah (s.a.a.); "Fasıkın gıybeti caizdir." buyurmuştur. Fasıkın yaptıkları anlatılmazsa, Müslümanlar onu tanıyamaz, hilelerine aldanır ve onu dost bile edinirler.
Bugün Müslümanlar kendilerine karşı doğru olmalı ve içinde bulundukları acı durumlarını görmelidirler. Eğer zannettiğimiz gibi geçmiştekiler dürüst kimseler olup doğru hareket etselerdi, bizler bugünkü hazin duruma düşmezdik. Bütün bunlar, Hz. Resulullah'ın -benim ve bütün alemlerin canı ona feda olsun- vefatından sonra meydana gelen değişimin sonucudur.
"Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana - babanızın ve akrabalarınız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. Zengin veya fakir olsun, Allah ona daha yakındır. Tutkularıza uyup adaletten sapmayın. Eğer büker veya kaçınırsanız, Allah yaptıklarınızdan haberdardır."1
ZİKİR EHLİNİN BAZI SAHABİLER HAKKINDA Kİ SÖZLERİ
Hz. Ali (a.s.) ilk İman edenlerden sayılan bu sahabiler hakkında şöyle buyuruyor:
"Ben işi elime alınca bir bölük biatten döndü, ahdini bozdu. Öbür bölük ok yaydan fırlar gibi fırladı, inancından vazgeçti. Öbürleri de itaatten çıktı. Sanki onlar her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ın, "İşte ahiret yurdu! Biz onu, yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz ve sonuç takvalılarındır."2 buyurduğunu duymamışlardı.3 Evet, andolsun Allah'a; duydular da ezberlediler de. Fakat dünya, gözlerine bezenmiş bir şekilde göründü ve onun ziyneti onlara hoş geldi."4
Yine onların hakkında şöyle buyuruyor:
"İşlerini başarmak için şeytana başvurdular. Şeytan da onları kendisine ortak etti; gönüllerine oturup kuruldu, yumurtasını koyup civciv çıkardı. Sonra da civcivlerini onların kucaklarında besledi, yetiştirildi. Onların gözleriyle baktı, gördü; dilleriyle söyledi, dedi. Onları sürçtürdü, kaydırdı; kötülüklerini bezedi, güzel gösterdi onlara. Şeytanın hükmü altına girenin, onunla ortak olanın işidir bu. Şeytan batıl sözü onun diliyle söyler."1
---------------------------------
1- Nisa Suresi / 135.
2- Kasas Suresi /83.
3- Şeyh Muhammed Abduh, Nehc'ül-Belağa'ya yazdığı şerhinde (c. 1, s. 36), Hz. Ali'nin bahsettiği üç grubun Cemel, Nehrivan ve Sıffin' de kendisine karşı savaşanlar olduğunu bildirmektedir.
4- Nehc'm-Belağa, Şıkşıkıyye hutbesi diye bilinen 3. hutbe.
Meşhur sahabi Amr bin As hakkında da şöyle buyuruyor:
"Şaşarım şu kötü kadının oğluna!... Gerçeği olmayan bir söz söylemiş, günaha girmiştir. Bilin ki, sözlerin en kötüsü yalandır. O, konuşur, yalan söyler; söz verir, sözünden döner; kendisinden bir şey istendiğinde cimrilik yapar, vermez. Fakat kendisi istediğinde direndikçe direnir, istemekten vazgeçmez. Ahdine hıyanet eder; yakınlığa riayet etmez, arayı keser gider."2
Resulullah da (s.a.a.) şöyle buyuruyor:
"Münafığın iiç alameti vardır: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz ve kendisine güvenildiğinde hıyanet eder."3
Bütün bu kötü sıfatlar fazlasıyla Amr-ı As'da mevcuttu.
Yine Ali (a.s.); Ebuzer'i övüp, onu sürgüne gönderen, yapayalnız bir halde ölmesine sebep olan Osman ve adamlarını yererek şöyle buyuruyor:
---------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 7. hutbe.
2- Nehc'ül-Belağa, 84. hutbe.
3- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 15; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 78, h. 59.
"Ey Ebuzer! Sen Allah için öfkelendin. Bu yüzden O'nun lütfunu ummalısın. Onlar, dünyaları için senden korktular. Sen ise dinin için onlardan korktun. Onların senden korktukları şeyi onlara bırak. Senin onlardan korktuğun şeyi de onlardan kaçır. Onları menettiğin şeye ne de düşkündür onlar! Seni menettikleri şeyeyse hiç mi hiç meylin yoktur senin. Pek yakında kimin karlı, kimin zararlı olduğunu anlarsın.
Gökler, yerler bir kula kapansa, fakat o kul noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'tan korkuyor, çekiniyorsa Allah ona bir kurtuluş yolu açar, kurtarır onu.
Seninle ancak hak, eş - dost olur; senden ancak batıl kaçar. Eğer onların dünyalarıyla işin olmasaydı, seni severlerdi. Dünyadan kendine bir pay ayırsaydın, senden emin olurlar, endişeleri olmazdı."1
Sahabenin ileri gelenlerinden olan Muğayre bin Ahnes hakkında ise şöyle buyuruyor:
"Ey lanetlenmiş, soyu kesilmiş, hayırsız ve köksüz, dalsız kişinin oğlu! Allah'a andolsun ki, Allah, yardımcısı sen olanı üstün etmez. Senin kaldırdığın kişiyi ayakta tutmaz. Allah seni uzak etsin! Yıkıl git yanımızdan! Sonra da elinden geleni ardına koyma. Dilediğin kötülüğü yapmaktan geri kalırsan, Allah seni sağ koymasın."2
Hz. Ali'ye (a.s.) biat ettikten sonra biatlerini bozup kendisiyle savaşan iki meşhur sahabi Talha ile Zübeyr hakkında şöyle diyor:
-----------------------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 130. hutbe.
2- Nehc'üI-Belağa, 135. hutbe.
"Vallahi, benden çıkan bir kötülük veya benimle aralarında olup biten bir haksızlık yüzünden beni terk etmediler. Onlar, kendilerinin terk ettikleri hakkı dile- mekteler; kendi döktükleri kanı istemekteler. Onlar, ancak isyan eden bir bölüktür ki o bölükte kin vardır, haset vardır; tuttukları yol şüpheli yoldur, kapkaran- lıktır. Oysa ki her şey apaçık ortadadır; batıl kökünden koparılmış, söyleyecek sözü kalmamıştır....
Osman öldürülünce, doğum anı gelmiş kadınların çocuklarını beklemeleri gibi başıma üşüştünüz, biat biat diye bağrıştınız. Ben elimi yumup çektikçe siz tuttunuz, açtınız.
Allah'ım! Bu iki kişi yakınlık bağlarını kestiler; ba- na zulmettiler; biatimi inkar ettiler; halkı aleyhime kışkırttdar. Bağladıklarmı sen çöz; düğümlediklerini sen gevşet; umdukları, yaptıkları şeydeki kötülüğü sen göster onlara. Savaştan önce tövbe etmelerini bekle- dim, nimeti hor gördüler, esenliği teptiler."1
Onlara yazdığı bir mektubunda şöyle buyuruyor:
"... A iki kocalmış adam! Düşüncenizden vazgeçin. Çünkü şimdi düştüğünüz en ağır şey utançtır; fakat utançla cehennem birleşmeden yaptığnızdan vazgeçin. Vesselam."2
Cemel savaşında esir alıp sonra serbest bıraktığı biat bozanlardan bir diğeri Mervan bin Hakem hakkında ise şöyle buyuruyor:
"Onun biatine ihtiyacım yoktur. Onun eli Yahudi elidir. Bana eliyle biat etse düzeniyle aleyhimde çalışır. Köpeğin burnunu yalaması kadar bir müddet beylik sürecek; dört keçinin babası olacak; ümmet onun ve evladının yüzünden kızıl ölüme uğrayacak."1
-----------------------------
1- Nehc'üI-Belağa, 137. hutbe.
2- Nehc'ül-Belağa, 54. mektup.
Aişe ile birlikte Cemel savaşı için Basra'ya hareket eden ve içlerinde Talha ile Zübeyr'in de bulunduğu topluluğa da şöyle hitap ediyor:
"Bir cariyeyi satın alıp oradan oraya götiirür gibi, Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih'in hürmetini hiçe sayarak, Aişe'yi alıp Basra'ya yöneldiler. Kendi kadınlarını ise evlerinde sakladılar. Resulullah salla'llahu aleyhi ve alih'in zevcesini kendileri ve başkaları için meydana attılar. Hem de bir ordu içinde ki onlar bana biat etmişlerdi; hem de dileyerek ve isteyerek, zorla değil. Basra'daki valime, Müslümanların mallarını korumakla görevli olan memurlara ve onlardan başkalarına saldırdılar. Bir kısmını yakalayarak, bir kısmını da hileyle ele geçirerek öldürdüler. Öylesine zulmettiler ki, vallahi Müslümanlardan birisini bile bu şekilde suçsuz olarak öldürselerdi, yalnız onu öldüreni değil, zulme şahit olup dilleriyle ve elleriyle ona karşı durmadıkları için bütün o orduyu öldürmek helal olurdu bana. Kaldı ki, onlar kendilerinin sayısı kadar Müslüman öldürdüler."1
------------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 73. hutbe.
Aişe ve Cemel Savaşı'nda ona uyan sahabe hakkında ise şöyle buyuruyor:
"Sizler, kadının (Aişe) ordusu olmuş, hayvana (Aişe'nin devesi) uymuştunuz. Hayvan bağırınca koş- tunuz; öldürülünce de kaçtınız. Huylarınız alçak, biatiniz çürük, dininiz nifaktır."2
Bir başka yerde de şöyle buyuruyor:
"O (Aişe), kadınca bir düşünceye kapılmış, içinde demirci kazanı gibi kaynayıp duran kine yenik düşmüştü. Bana yaptıklarını bir başkasına yapması teklif edilseydi, kesinlikle yapmazdı. Ama yine de önceki saygınlığına sahiptir. Ahirette ise sorgu suali Allah'a aittir."3
Hepsi ashaptan olan Kureyş hakkında da şöyle buyuruyor:
"Nesep yönünden en üstün ve Resulullah'a (s.a.a.) en yakın ve en bağlı olan, biz olduğumuz halde, bu makamı (hilafet) bize uzak bulmalarına gelince; o öyle bir şeydi ki, bazıları ona çok haris oldular, bazıları da o konuda cömertçe davrandılar. Hüküm ise Allah'ındır ve ahiret gününde dönüş O'nadır. Etrafında bağırılıp çağırılan ganimeti (hilafet) boş ver sen. Sen gel de Ebu Süfyan'ın oğlunun (Muaviye) işi nereye vardırdığına bak! Felek, ağlattıktan sonra güldürmüştür beni! Vallahi buna şaşmamak gerekir. Çünkü o, eğrilikleri çoğaltma yönünde öyle işler yapıyor ki, insan gülsün mü, ağlasın mı bilemiyor! Onlar, Allah'ın nurunun lambasını söndürmeye ve fışkırdığı kaynağını kurutmaya çalıştılar. Benimle kendileri arasında bir içimlik vebalı
bir suyu karıştırdılar. Benimle onların arasındaki bu fitnenin sıkıntıları ortadan kalkarsa, onları saf ve temiz hakka (boyun eğmeye) zorlayacağım. Bir daha fitne çıkaracak olurlarsa da, hiçbir korku ve endişem olmaz; çünkü Allah onların yaptıklarndan haberdardır."1
--------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 172. hutbe.
2- Nehc'ü1-Bc1ağa, 13. hutbe.
3- Nehc'ül-Belağa, 156. hutbe.
Bütün kadınların hanımefendisi Hz. Fatıma'yı toprağa verdikten sonra Resulullah'a (s.a.a.) hitap ederek şöyle diyor:
"Ümmetinden çektiklerimizi kızın sana haber verecektir. Ona sor, durumu ondan haber al. Hem de bunlar, senden ayrılığımız uzamadan, senin anın unutulmadan olup bitti."2
Muaviye'ye yazdığı bir mektupta şöyle diyor:
"Yazıklar olsun sana ey Muaviye! İçinde bulunduğun nimetler seni aldatmış, bencilleştirmiş, şeytan boğazına sarılmış, seninle murada ermiş, senin içine girmiş, can, kan bulunan her yerini kendine gezinti yeri etmiştir.
Ey Muaviye! Siz ne zaman halka hâkimlik hakkına sahip oldunuz, ne zaman ümmetin buyruğunu elinize almaya hak kazandınız, hem de geçmişte hiçbir hakkınız ve üstün bir şerefiniz yokken? Allah'a sığınırız kötülüğe düşüren sebeplerden. İsteklerine aldanarak ayrılığa düşmekten çekinmeni öğütlerim sana.
--------------------
1- Nehc'ü1-Belağa, 162. hutbe.
2- Nehc'üI-Belağa, 202. hutbe.
Beni savaşa çağırdın. Halkı bir yana bırak, tek başına karşıma çık; iki tarafı da savaş zahmetinden kurtar da hangimizin kalbi kararmış, can gözü kapanmış belli olsun. Ben Ebu'l-Hasan'ım; senin atanı, dayını, kardeşini Bedir günü öldürenim. O kılıç şimdi de yanımda. O yürekle düşmanımla buluşacağım. Dinimden dönmedim, yeni bir peygambere uymadım. Ben sizin isteyerek terk ettiğiniz, zorla ve istemeyerek girdiğiniz dosdoğru yoldayım."1
Bir başka mektubunda Muaviye'ye şöyle yazıyor:
"'Biz de Abdumenaf oğullarıyız' sözüne gelelim. Ümeyye, Haşim gibi, Harb, Abdulmuttalib gibi değildir. Ebu Süfyan da Ebu Talib'e benzemez. Muhacir, azad edilene benzemediği gibi, şüpheli olmayan da şüpheli soydan gelene benzemez. Hakka uyan, batıla uyana; inanan, inanmayana denk olmaz. Atalarına uyup da cehennem ateşine düşen evlat, ne kötü evlattır!
Bizim elimizde, üstün olan kişiyi hor - hakir eden ve aşağı sayılana üstünlük veren peygamberlik üstünlüğü var. Siz ise, ilk iman edip hicret edenler, ilklik üstünlüğünü elde ettikten sonra, Allah Arapları bölük bölük kendi dinine sokunca ve bu ümmet isteyerek veya istemeyerek Müslüman olunca, kimisi gönüllü olarak, kimisi de korkarak dine girenlerin arasındaydınız!"1
-----------------------------
1- Nehc'ül-Be1ağa, 10. mektup.
Bir mektubunda da ona şöyle yazıyor:
"Sen bizi Kur'an'ın hükmüne çağırdın; oysa sen Kur'an ehli değilsin. Biz senin çağrına uymadık, Kur'an'ın hükmüne uyduk. "2
"De ki: Hak geldi, batıl yok oldu gitti. Doğrusu batıl, zaten gidiciydi."3
Dr. Muhammed Ticani
---------------------
1- Nehc'ül-Belağa, 17. mektup.
2- Nehc'ül-Belağa, 48. mektup.
3- İsra Suresi /81