Peygamber sevgisi
1) Yaradılış, bir sevgi tecellisidir. Allah, sonsuz ve sınırsız sevgi kaynağıdır. Çünkü Allah; Rahman, Rahim ve Vedud’dur. Meveddet’in, Vedad’ın; Rahmet’den özel bir anlamı vardır. Hubb da öyledir. Rahmetin anlamı, başkalarına şefkat, merhamet duymak iken, sevmek daha özel bir anlam taşır.
2) Sevgi, yöneleceği bir sevgili arar. Allah’tan başka bir ikinci Vacibu’l-Vücud, mutlak varlık, bir ilâh -hâşâ- olmadığı için, Allah yüce ve tek yaratıcı, sevgi nuru’nun yüce mazharı, İsm-i A’zam’ının mazharı olarak, İnsan-ı Kâmil ve Vârisi Âdem olarak Resul-i Ekrem’i (s.a.a) yaratmıştır.
Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim’de, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) ulu bir yaratılış üzerinde olduğu beyan buyurulur. (Kalem, 68/4)
3) İblis, Âdem yaratılıp risalet verilmeden önce Allah’ın ona verdiği bazı maddi üstünlükleri, yaradılışından gelen özellikleri, Vâris-i Âdem olan İnsan-ı Kâmil’e, Nur-i Muhammedî’ye üstünlük belirtisi sayarak yanılmış, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) Seyyid-i Kâinat ve Eşref-i Mahlûkat oluşunu kıskanarak “hased”i dolayısı ile yoldan çıkmış; Allah’ın sevgisinden mahrum kalınca da, “hased”ini insana düşmanlığa dönüştürmüş, insanları ayartma mehli istemiştir.
4) Allah, “insan”ın “nefs”ine, sevgi ile Allah’a yönelme özlemini “Elestu bi Rabbikum?” ahdi ile, Âdem sonrası insan nesli için koymuştur. (A’râf, 7/172). Nefs’e (Ego), “Fücur’unu, sevgi yolundan sapmasının ne demek olduğunu ve takvasını, ilâhî sevgi yolunda ilerlemesinin ne demek olduğunu ilham etmiştir.” (Şems, 91/7–8)
5) Sonsuz inayet ve rahmetiyle, Âdem’den sonra da Arz’a, yeryüzüne sevgi elçileri göndererek ilâhî sevgi yoluna hidayet etmiştir. İnsanın yeryüzünde yüklendiği emanetin, Kitab ve Masum sevgi elçilerini rehber edinerek, ilâhî sevgi yolunda ilerlemek olduğunu insanlığa bildirmiştir.
6) Bu sevgi elçilerinin, sevgi ahlâkını gösteren ve öğretenlerin ilki olan Âdem, Milad’dan önce 5594 yılında Arz’a, bugün Arafat tepesi olarak bildiğimiz noktaya indirilmiştir. Âdem’in Arz’a gelişinden 6163 yıl sonra, Milad’ın 569 yılında, 24 Mayıs cuma gecesi, Vâris-i Âdem ve Eşref-i Mahlûkat olan Resul-i Ekrem (s.a.a), Âdem’in Milad’dan önce 5594 yılında insanlığa tebliğe başladığı kutlu vadi içinde, bir yıl sonra ilk binası açılacak olan Kâbe (M.Ö. 5593, 10 Eylül / 10 Zilhicce) civarında (Beytü’l-Atiyk) yeryüzünü şereflendirmiştir.
7) Âdem Aleyhisselam’ın tebliği, yeryüzünde, 10 Ekim / 10 Muharrem günü başlamış; fakat haset ve kinine mağlup olmakta devam eden İblis’in karşı tebliği ve “masum” olmayan insanların iç âlemlerinden (suduri’n-nas) vesvese ihdas etmesi de derhal başlamıştır. Babasının gösterdiği medeniyet yolu yerine avcılık ve kan dökülücülüğü seçen Kabil’in, İblis’in iğvası ile Habil’i öldürmesi de, İblis’in yoldan çıkmasına benzer şekilde olmuştur. İblis, Resul-i Ekrem’in (s.a.a), Vâris-i Âdem’in, Ehlibeyt’in, Nebi, Resul ve velilerin derecesine haset etmiş, Kabil de onun aldatması ile Habil’e haset etmiştir. Bu haset, insanlığa bir işaret ve ibret olarak, Âdem’in tebliğinin başladığı M.Ö. 5594 yılı 10 Ekim’inde olduğu gibi, ay yılı ile de yine 10 Muharrem’e tekabül eden M.S 680 yılında, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) gözbebeği Seyyidü’ş-Şüheda, Zibh-i Azim Hüseyin’in aynı kabileden ve Abdüenaf Oğulları soyundan gelen menfur Yezid ordusu tarafından şehit edilmesi olayında da, kendisini gösterecektir.
8) İblis, Havva vasıtası ile Âdem’in “Terk-i Evla”sına yol açmakla, insanlığı lanetli kılan bir korkunç günaha sebep olmuş değildir. Sevgi elçileri, günah işlemekten korunmuşlardır. Ancak, bu “Terk-i Evla” vaktinden önce “Haram” değil, “Helal” olan bir eyleme girişmesi, Âdem’de derin bir nedamet duygusuna yol açmış, Allah, onun vârisi olan Rahmeten Li’l-Âlemin’in ismini ve diğer ilâhî nur mazharlarının isimlerini Âdem’e bildirerek Âdem’i sonsuz rahmetiyle teselli etmiş, onun “Terk-i Evla”sını bağışlamıştır. İnsanlığa da ilk önce Âdem vasıtası ile “İblis’e kul olmamalarını, İblis’in Benî Âdem’in açık düşmanı olduğunu” tebliğ etmiştir.
9) İnsanlık, Âdem’den sonraki bin yıl içinde İblis’e uyarak batıl ilâhlara ve batıl dinlere tâbi oldu. Âdem’den (900) yıl sonra Nuh Aleyhisselam insanlığı doğru yola, ondan başka ilâh olmayan Allah’ın yoluna çağırdı. Çoğunluğun İblis kulluğunda direnmesi, Tufan musibetine sebep oldu. Tufan’dan sonra Nuh’un soyundan gelen insanlık önderleri, Mezopotamya’dan, Afrika, Avrupa ve Asya’ya, Asya’dan Bering Boğazı yolu ile Amerika kıtasına kadar giderek insanlığa ilâhî sevgi yolunu tebliğ ettiler. Ne var ki, buralarda da İblis saptırması ile “irtica hareketleri” oldu.
10) M.Ö. 1700–1750 yıllarında İbrahim Aleyhisselam’ın peygamberane imtihanından başarıyla çıkması sonunda Allah, bundan sonra en yüksek derecede insanlık önderlerinin, İshak ve İsmail soyundan olmak üzere, İbrahim soyundan geleceğini İbrahim’e bildirdi. Ne var ki İbrahim ve İsmail soyundan gelecek olan Son Peygamber ve Rahmeten Li’l-Âlemin’in torunu Hüseyin’in “Zibh-i Azim” olacağını, yeryüzünde sevgi ve sevgi’nin adaletini hâkim kılacak olan Mehdi’nin, annesi Meryem vasıtası ile İshak soyundan gelecek olan İsa Mesih ile işbirliği yapacağını da bildirdi.
11) İşte bu bilgiler ile bütün önceki Tanrı Elçileri’nin müjdelediği, İsm-i A’zam mazharı “kâinat”da sevgi odağı olan Nur-i Muhammedî’nin hamili Resul-i Ekrem (s.a.a) Milad’dan sonra 569 yılında, rebiyülevvel / Mayıs ayının 17/24. günü gecesinde Mekke’de doğdu. Atası İsmail ve İbrahim’e kadar hiç şirke ve iffetsizliğe kapılmamış tertemiz bir soydan geliyordu. Dedesi Abdulmuttalib ve amcası Ebu Talib de bu manevî vasıfları korumuş idiler. M.S. 599 yılında, Ebu Talib’in soyundan ve Kâ’be içinde Arz’a teşrif edecek Emirül’l-Müminin Ali’nin (a.s) Nur’u da Resul-i Ekrem’in (s.a.a) Nur’undan idi. Nûr Suresi’nde ve Nur ayetinde Mişkat, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) mübarek iç âleminin, sadrının simgesidir. Bu Mişkat’daki Misbah, Emir’ül-Müminin Aleyhisselam’ı, misbahı kuşatan inci parlaklığındaki yıldız gibi sırça da Resul-i Ekrem’in (s.a.a) “Can Parçası” Fatıma’yı simgeler. “Nurun Ala Nur”da da İmam Hasan-i Mücteba aleyhisselam’dan Kaim-i Ali Muhammed’e kadar on bir İmam’a, hidayet rehberlerine işaret vardır.
12) Resul-i Ekrem’in (s.a.a) sevgi dairesine dâhil olmaksızın, Allah ile sevgi ilişkisi kurmak, kâmil ve nihaî anlamda mümkün değildir. (Kur’ân-ı Kerim, Âl-i İmrân, 3/31) Ehlibeyt sevgisi de Resul-i Ekrem sevgisinden ayrılmaz. Resul-i Ekrem’i (s.a.a) nasıl mümin sevmeden yapamaz, münafık bir türlü sevemez ise, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin ile Hüseyin’in soyundan dokuz pak imam için de böyledir.
13) Resul-i Ekrem’i (s.a.a) ve Ehlibeyt’i sevmenin Felah ve Necat vesilesi olduğunu pek iyi bilen İblis, Nas şeytanları vasıtası ile bu sevgi bağının kurulmasını engellemek için nice yalanlar uydurtmuştur. Bu gibi isnatlardan Ehlibeyt’i tenzih etmek vazifemizdir. 24 Mayıs 569 cumadan 25 Mayıs 632 pazartesi sabahı tarihine kadar geçen (63) yıl içinde, Yüce Sevgili’nin kutlu dünya hayatında en küçük günah noktası, tozu yoktur. Allah melekleri vasıtası ile ona her an müteal sevgisini yöneltmekte, o da Rahmeten Li’l-Âlemin ve insanlığın temsilcisi olarak insanlığın sevgisini Yaratıcı’ya yöneltmektedir. (Ahzâb, 33/56)
Bu kez de bu kadar şerh-i derd-i iftirak edelim. Edriknî Ya Rasulullah! Ya Rahmeten Li’l-Âlemin!
Lezzet mi var hayatta / Kalbin kılıp musaffa / Bir gün Resul-i Ekrem rüyanda gülmeyince
Essalatu vesselamu aleyke ve ala itretike ya Rahmeten Li’l-Âlemin! Ya Şefie’l-Müznibin!
Allemlerin rabbi Allah şöyle buyurmaktadır:
"Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri peygambere selat etmektedirler. Ey iman edenler siz de ona selat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin"[1]
Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Peygamber anıldığında, ona çok selat edin. Çünkü kim ona bir defa selat ederse, Allah-u Teala ona bin selat eder..."[2]
Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
"Kim bana bir yazıda selat yazarsa, ismim o yazıda olduğu müddetçe melekler sürekli olarak ona mağfiret dilerler."[3]
Salavat çeşitli şekillerde söylenebilir, ama en meşhur olanı, teşehhüdde de sürekli söylediğimiz şu cümledir: "Allahumme salli ala Muhammed'in ve al-i Muhammed."
Şunu da hatırlatalım ki, Peygamber'in âli'ni söylemeksizin O'na selat etmek yani "Sallallahu aleyhi ve sellem" demek doğru değildir. Hazret'in kendisi böyle bir salavatı nehyetmiş ve onu doğru bilmemiştir. Doğrusu şudur: "Sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem"
Biz O Sultan-ı Kavneyn'in şahsiyetini ve fazlını ne kavrayabilir ne de anlatabiliriz. Biz nasıl O'nu anlayabiliriz? Oysa bütün âlem O'nun şan ve hürmetine yaratılmıştır. En iyisi sözümüzü kısa kesip, bu konudaki bahsimizi Hilmi Dede'nin şu beytiyle sona erdirelim:
Sensin ol sultan-ı Kavneyn-i risalet kim müdam
Astan-ı dergâhında Cebrail olmuş nedim
Gelmesen bu kevne, gelmezdi vücuda kün fekân
Nuru vechiz çün vücuda geldi eşyayı adim
Zahir-u batında kurb-i barigah-i izzete
Şer'i pakın de cihan içre sırat-el müstakim.
Enver-i arşı guzinsin ya Muhammed Mustafa!
Nuri çerh-i hef-ü minsin yâ Muhammed Mustafa!
Şanına Levlake levlak nazil oldu şüphesiz
Rahmeten lil âleminsin ya Muhammed Mustafa!
[1] -Ahzab: 56
[2] - Kafi c. 2 s. 492
[3] -Munyet-ül Murid s. 347