Doğum, doğum yeri ve doğum vakti anlamlarına gelen "mevlid" kelimesi, Hz. Muhammed'in doğumunu anlatmak için kullanılıyor. "Mevlid-i Nebi" olarak da anılan ve Türkiye'de Mevlid Kandili olarak bilinen gece, Müslüman alemi için büyük önem taşıyor.
Ehli Sünnet'e göre Peygamberimiz (sav) Rebiülevvel ayının 11'ini 12'sine bağlayan gece dünyaya gelmiştir. Ehlibeyt kaynaklarında ise bu tarih 16'sını 17'sine bağlayan gecedir. Buna göre iki rivayete göre İslam peygamberi (sav)'in doğum günü olarak bilinen Rebiulevvel ayının 12 ile 17. günleri arası, vahdet haftası olarak adlandırılmıştır. Dünya Müslümanları Allah resulü (sav)'in mübarek varlığı ekseninde birleşmeyi ve böylece İslam dünyasının güçlü bir vahdetle ilerleyip gelişmesini arzu etmektedir.
Peygamber (s.a.a)'in Soyu
Hz. Muhammed (s.a.a)'in babaları şunlardır: Abdullah b. Abdulmuttelib (Şeybetğlhamd, Amr) b. Haşim b. Abdumenaf b. Kusay (Zeyd) b. Kilab (Hakim) b. Murre b. Kâb b. Luvey b. Galib b. Fihr (Kureyş) b. Malik b. Naza (Kays) b. Huzeyme b. Mudrike (Amr) b. İlyas b. Muzar b. Nizar b. Maad b. Adnan…
Resulullah (s.a.a)'in soyunu buraya kadar herkes kabul etmiştir. Ama bunlardan sonraki babaları hakkında çok ihtilaf vardır. Fakat Adnan'ın soyunun İsmail (a.s)'a ulaştığından bizim şüphemiz yoktur.
Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Nesebim Adnan'a ulaştığında ondan öteye geçmeyiniz."(1)
Biz de Resulullah'ın emrine uyarak bu kadarıyla yetiniyoruz.
Peygamber'in (s.a.a) annesi, Benî Zühre kabilesinin büyüğü Veheb'in kızı Âmine'dir. Veheb de Abdumenaf b. Zühre b. Kilab'ın oğludur.
Peygamber'in Doğum Tarihi
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) meşhur görüşe göre(2) "Fil Yılı" nda, yani bisetten kırk yıl önce Mekke'de dünyaya geldi. Şia ve diğer bazı mezheplerin görüşüne göre, Resulullah (s.a.a), rebiyülevvel ayının on yedisinde dünyaya gelmiştir. Bu görüş meşhurdu. Kuleynî'nin de benimsediği diğer görüşe göre ise, Resulullah (s.a.a), rebiyülevvel ayının on ikisinde dünyaya gelmiştir. (3)
Tabersî ve Kuleynî, Resulullah'ın duğumunun Cuma gününde olduğunu vurgularken İmamiye'nin diğer alimleri, Resulullah'ın pazartesi günü doğduğu kanaatindedirler.
Peygamber'in annesinin, "teşrik" günlerinde, yani zilhiccenin on bir, on iki ve on üçüncü günlerinde Hz. Paygamber'e hamile kaldığı da rivayet edilmiştir.(4) Ama bu söz doğru değildir. Çünkü buna göre, hamilelik süresinin üç veya on beş ay olması gerekir. Zira zilhicce ayı ile ardından gelen rebiyülevvel ayı arasında üç ay, bir sonraki rebiyülevvel ayı arasında da on beş ay fasıla vardır. Bu da olacak şey değildir. Çünkü İmamiye'ye göre hamilelik süresi, en az altı ay, en çok da dokuz aydır.
Bazıları bunun, cahiliye Araplarının geleneği olan nesi'(5) esasına göre hesaplandığını ileri sürmüşlerdir. Yani o sırada haram ayların geçek haram aylardan dört ay sonra olduğunu söylemişlerdir. Eğer mezkur rivayetin senedinin sahih olduğunu kabul edersek, veriler bu cevabın doğruluğu, mezkur rivayetin nesil' ayları esasına göre söylenmiş olduğunu ispat etmek gerekir. Çünkü Mâsum İmamlar'ın cahiliye döneminde âdet olan nesi' ayları esasına göre bir söz buyurdukları asla görülmemiştir.
Önemli Bir Nokta
Merhum İrbilî, Peygamber (s.a.a)'in doğum tarihi hakkındaki ihtilafa değindikten sonra şöyle diyor:
"Peygamber (s.a.a)'in doğumu hakkındaki ihtilaflar normaldir. Çünkü o dönemin Arapların, Peygamber ve O'nun geleceğiyle ilgili bir bilgileri yoktu ve okuma yazma da bilmiyorlardı. Kendi evlatlarının bile doğum tarihlerini bilmiyorlardı. Ama Resulullah (s.a.a)'in vefat tarihinde ihtilaf edilmesi şaşırtıcıdır. Elbette ezan ve kametin niteliğindeki ihtilatı görünce buna da şaşırmamak gerekir. Kaldı ki, peygamber'in vefat tarihi konusunda ihtilaf etmek için hiçbir herekçe de yoktu"(6)
Merhum İrbilî'nin sözü net ve açıktır. O şöyle demek istiyor:
Resulullah (s.a.a)'in doğum tarihindeki ihtilafların bazı yorumları olabilir, ama Resulullah'ın vefat tarihi hakkındaki ihtilaflar gerçekten de şaşırtıcıdır. Çünkü Müslümanlar, onun bir kurtuluş meleği ve kendileri için karanlıklardan nura, ölümden hayata giden yolda kılavuzluk eden yüce bir şahsiyet olduğunu çok iyi biliyorlardı. Bu tarihin gizlenmesini, unutturulmasını veya değiştirilmesini gerektirecek siyasî veya kabilevî bir sebep de ortada yoktu.
Bundan da şaşırtıcı olanı, Müslümanların Resulullah (s.a.a)'in zamanında yıllarca tekrarladıkları amellerde ihtilaf etmiş olmalarıdır. Hatta günde beş defa Resulullah'la birlikte aldıkları abdest, kıldıkları namaz hakkında dahi ihtilaf ettiklerini görmekteyiz. Farz edelim ki, bunu da, bazılarının dediği gibi, Müslümanların, Resulullah (s.a.a)'in sakalının hareket etmesinden onun, öğle ve ikindi namazlarında Hamd ve sure okumakla meşgul olduğunu anladıkları,(7) yani Peygamber'in namazda ne okuduğuna, ne söylediğini dikkat etmedikleri şeklinde geçiştirdik, peki onların daima duydukları ezan hakkındaki ihtilaflarına ne diyebiliriz?!
Bu durumu göz önünde bulundurduğumuzda, ashabın ara sıra ihtiyaç duyulan meseleler hakkında ne derecede bilgi sahibi oldukları ortaya çıkmıyor mu?! Bu durumda, ashabın sözleri ve amellerini, bazı fırkaların dediği gibi "sünnet-i maziye" veya "şeriat-ı mutâ'" olarak adlandırmak doğru olur mu?!
Durum bu iken ve bu kadar açık olan konular hakkında ihtilaf edildiğine göre, "Peygamber, hidayete ihtiyaçları olmadığından ümmeti kendi başlarına bıraktı ve onlara bir önder tayin etmeden göçüp gitti." Diyen fırkaların sözlerini kabul etmek mümkün mü?!
Bu konu, araştırmaya değer önemli bir konudur. Ama onun detayına inmek için ayrı bir başlık altında incelenmesi gerekmektedir.
Peygamber (s.a.a)'in Doğduğu Ev
Peygamber (s.a.a), Ebu Talib Şi'bi'nde, Ebu Talip oğlu Akil'in evinde dünyaya geldi. Daha sonraları Reşid'in annesi Hayzaran, o evi cemi yaptı. Halk, orayı ziyaret ediyor ve orada namaz kılıyorlardı. (8) Orası son zamanlara kadar öylece kalmıştı. Vahabiler, Mekke'yi istila edince, orayı yıktılar ve ziyaret edilmesine mani oldular. Bu gibi işlerle, peygamber ve salih insanlara ait tarihî eserleri ortadan kaldırmayı amaçlıyorlardı. Daha sonra da oryı ahıra çevirdiler.(9)
Peygamber'in (s.a.a) Süt Emme Dönemi
Nakledildiğine göre, Peygamber (s.a.a) iki – üç gün annesinden süt emmiştir. Birkaç günde Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe'den süt emmiştir. Bunlardan sonra Halime-i Sa'diyye bir çocuk arayıp ona süt vermek ve bu yolla geçimini sağlamak için bazı kadınlarla birlikte Mekke'ye geldi. Ondan Peygamber'e süt vermesini istediler. Paygamber yetim olduğundan dolayı onu kabul etmedi. Ama başka bir çocuk bulamayınca geri dönüp onu kabul etti. Bu çocuktan çok hayır ve bereketler gördü. İki yıl boyunca ona süt verdi. Beş yaş iki günlük olduğu bir zaman da onu ailesine geri iade etti.
Yine nakledildiğine göre, bir müddet Abdulmuttalib'in, daha sonra da amcası Ebu Talib'in kefaletinde yaşamını sürdürdü.
Araştırmacı Allame, Seyyid Mehdi Ruhanî şöyle diyor: "Halime'nin, çocuğu yetim olduğundan dolayı kabul etmediği sözü, sahipsiz, kimsesiz bir öksüz çocuk hakkında dığru olabilir. Ancak Muhammed (s.a.a)'in o vadinin efendisi olan Abdulmuttalip hibi kefili vardı. Muhammed (s.a.a)'in annesi de Mekke eşrafından olan Vehep kızı Âmine idi. Bazı nakillere göre, Peygamber o zaman yetim bile değilmiş, babasını doğumundan birkaç ay sonra kaybetmiştir. Babasını doğumundan yirmi sekiz ay sonra veya diğer nakillere göre yedi ay sonra kaybettiği de söylenmiştir." (10)
Her halükârda Mekke eşrafı, âdetleri üzere, çocuklarını süt emme döneminde çöllere, çocuk bakımını meslek edinmiş dadıların yanlarına gönderiyorlardı. Çünkü çocuklar bu müddet içerisinde çeşitli yönlerden gelişiyorlardı. O yönler şunlardan ibarettir:
1- Sıhhatli oluyorlardı. Çünkü açık ve temiz bir havada yaşıyorlar, tabiatın zorluklarıyla karşılaşıyorlar, bundan dolayı da çeşitli hadiseler karşısında ve çeşitli şartlar altında dirençli oluyorlardı.
2- Dilleri fasih oluyordu. Çünkü çolde diğer milletlerle karşılaşmıyorlardı. Ama Mekke'de durum bunun tersine idi. Çünkü Mekkelilerin diğer memleketlerin insanlarıyla ticarî ilişkileri vardı. Onlar, ticaret yapmak amacıyla yazın ve kışın komşu olan yabancı memleketlere gidiyor, bir müddet oralarda kalıyorlardı. Doğal olarak onların dil ve geleneklerinden etkileniyorlardı.
3- Çöl yaşantısı, onları cesaretli ve güçlü yetiştiriyordu.
4- Saf ve berrak bir düşünce gücüne sahip oluyorlardı. Çünkü insan, o şartlar altında, şehrin sorunları, rahatsızlıkları ve karışık ilişkilerinden uzak oluyor, şehirde yaşam zorluklarından dolayı sapan fikirleri, oldukça sade ve doğal olan çöl yaşantısında salim kalıyor ve varlık âleminin esrarını anlamak için düşünme fırsatı buluyordu. Ancak bu dönem geçici olmalı, insanın yaşamının tümü veya büyük bir bölümü o bölgede geçmemelidir. Çünku sürekli çölde yaşamak bencillik ve donukluğa sebep olur. Uzun zaman çölde yaşayan biri, genellikle kendisi için birtakım kavramlar ve düşünceler oluşturur,zamanın geçmesiyle birlikte tüm varlığıyla onlara bağımlı hale gelir, artık başka fikirleri kabul etmek onun için oldukça zor olur. İnsan, bu duruma düşmemek ve bir araştırmacı olarak yetişebilmek için muhaliflerin tenkit ve görüşlerini dinlemeli, üzerinde düşünmeli ve doğru bulduğu takdirde kabul etmelidir.
Göğsü Yarmakla İlgili Hadis
Bahsimiz, Peygamber (s.a.a)'in Benî Sa'd kabilesi arasında süt emme müddeti etrafında olduğu için bu münasebetle Peygamber'in göğsünü yarmakla ilgili nakledilen rivayet üzerinde biraz durup bu konu hakkındaki görüşümüzü açıklamak istiyoruz.
Müslim b. Haccac, Enes b. Malik'ten şöyle naklediyor: "Cebrail, Resulullah çocuklarla oynadığı bir sorada onun yanına gelip onu tutarak yere yatırdı, sonra göğsünü yarıp kalbini dışarı çıkardı ve kalbindeki pıhtılaşmış kanı dışarı atarak; "Bu, şeytanın payı idi." Dedi. Daha sonra kalbini altın bir kapta zemzem suyuyla yıkadı, sonra onu yerine geri koydu. Onunla oynayan çocuklar, onun (süt) annesinin yanına varıp; "Muhammet öldürüldü." Dediler. Daha sonra Muhammed'in yanına dönerek onun renginin kaçtığını gördüler. Enes; "Ben o dikişin izini onun göğsünde gördüm." Diyor. Bu olay, Muhammed'in (Mekke'deki gerçek) annesine döndürülmesine sebep oldu."(11)
İmamiyye'den gayrilerinin hadis ve siyer kitaplarında, genellikle bu çeşit hadiselere yer vermiştir. Onlar, Peygamber (s.a.a)'in göğsünün yarılmasının beş defa tekrarlandığını söylüyorlar. Üç yaşında, on yaşında, bi'set zamanında ve miraçta olmak üzere dört defası onların nezdinde sabittir, beşincisi ise ihtilaflıdır.
Rivayetin İzahı
Rivayeti olduğu gibi kabul edenler, Peygamber'in göğsünün defalarca yarılmasının, onun şeref ve makamının yükselmesin den dolayı olduğunu söylemekte ve bunu peygamberlik döneminden önce Peygamber'de beliren harikulade hallerden saymaktadırlar. Müslüman olmayan oryantalistler ise, olaya alaycı bir tavırla yaklaşmaktadırlar. Bazıları da mezkur rivayetin uydurma olduğunu ileri sürmekte ve bunu, "Biz senin göğsünü yarıp genişletmedik mi? Yükünü kaldırıp atmadık mı?"(12) mealindeki ayetin tefsiri olarak kabul edenlerin sözlerini doğru bulmamaktalar.(13)
Mecma'ul-Beyan'ın müellifi, rivayetin zahirini doğru olarak kabul etmiyor ve bu hususta görüşünü şöyle açıklıyor: "Bu rivayeti ilmî açıdan ele alıp yorumlamak mümkün değildir. Çünkü Peygamber (s.a.a) her noksanlık ve kötü sıfattan münezzeh ve pâktı. Kaldı ki, kalbî ve Batınî şeyler suyla nasıl temizlenebilir ki?!"(14)
Şeyh Muhammed Abduh, Ebu Rayye'nin naklettiğine göre, rivayetin sıhhatinde şüphe etmektedir. Şeyh Ebu Rayye'nin kendisi de, "Azvâ Ale's-Sünnet'il-Muhammediyye" adlı kitabında Mezkur rivayeti en çok eleştirenlerden biridir.
Bu Rivayet Hakkında Bizim Görüşümüz
Bu konu hakkında birkaç noktaya değinmek istiyoruz:
1- İbn-i Hişam ve diğerleri şöyle diyorlar: "Peygamber'in (s.a.a) kendi annesine döndürülmesinin sebebi şudur: Habeşistan Hıristiyanlarından bir grup Peygamber'i süt annesiyle birlikte gördüler. Peygamber'e bazı sorular sorduktan sonra süt annesine şöyle dediler: "Biz bu çocuğu alıp kendi memleketimize götürmek istiyoruz."(15)
2- Peygamber (s.a.a)'in göğsünün yarılmasının, onun annesine döndürülmesine sebep olması nasıl mümkün olabilir? Oysaki bunlar, mezkur hadisenin iki veya üç yaşında vuku bulduğunu, Peygamber (s.a.a)'in ise beş yaşından sonra annesine döndürüldüğünü söylüyorlar.
3- Acaba kalpte, kötülüğe sebep olacak ve ondan kurtulmak için de ameliyata gerek duyulacak bir tümör veya bir pıhtılaşmış kanın olması mümkün müdür?
4- Neden bu ameliyat, çeşitli zamanlarda, hatta peygamber oluşundan birkaç yıl geçtikten sonra ve miraca götürüldüğünde bile dört veya beş kez tekrarlanmıştır?!
5- Acaba Allah Teala, kulunun kötü biri olmamasını istediği zaman, halkın gözleri önünde ona bu şekil bir ameliyatı uygulamaya mı gerek duyuyordu?!
Cebrail veya meleklerden diğerleri, tıp ilmini bu derece uzmanlıkta nereden öğrenmişlerdi?!
Acaba rivayet, Resulullah (s.a.a)'in hayır işler yapmaya mecbur kılındığını ve kendisinin herhangi bir iradesinin olmadığını mı anlatmak istiyor?! Çünkü şeytanın payı, cerrahî müdahaleyle kesin ve zorunlu bir şekilde ondan uzaklaştırılmıştır ve Enes bin Malik bunu görmüştür!!
6- Neden peygamberler içerisinde sadece Resulullah (s.a.a) böyle bir ameliyata muhtaç kılınmış ve ondan önceki peygamberler için böyle bir şeye gerek duyulmamıştır?! Acaba Hz. Peygamber (s.a.a), peygamberlerin en üstünü ve en kâmili olduğundan dolayı mı böyle bir ameliyata tabi tutulması gerekli görülmüştür?! Bu durumda nasıl onlardan daha üstün sayılabilir?! Acaba onlarda da mı şeytana ait bir pay vardı da melekler o zamanlar böyle bir cerrahîyi öğrenmemiş olduklarından dolayı onu ameliyatla çıkaramamışlardı?!
7- Acaba bu rivayet, şeytanın Allah'ın halis kullarına bir yolu olmadığını anlatan Kur'an ayetleriyle çelişmiyor mu?
"(Şeytan) Dedi ki: Rabbim, beni azdırmana karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana baş kaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip çekici göstereceğim; ancak onlardan halis kıldığın kulların müstesna."(16)
Yine Allah Teala Şeytan'a hitaben buyurmuştur ki:
"Senin benim kullarım üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün (hakimiyetin) yoktur."(17)
Yine buyurmuştur ki:
"Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (Şeytan) hiçbir zorlayıcı gücü yoktur."(18)
Şurası açıktır ki, peygamberler Allah'ın muhlis kullarının en üstünleridirler. O zaman nasıl olur da Şeytan'ın egemenliği, Resulullah (s.a.a) miraca gidene kadar onun üzerinde devam edebilir?!
Sıraladığımız bu gerekçeler, mezkur rivayetin ne kadar zayıf ve saçma olduğunu ortaya koymaktadır. Kaldı ki, bu rivayet, diğer birçok hadislerle de çelişki içerisindedir.
Hıristiyanlar ve Göğsü Yarma Hadisi
Ebu Rayye (r.a) şöyle diyor:
"Göğsü yarma hadisi, Buharî Müslim, Feth'ül-Bari ve diğer kitaplarda aktarılan bir hadise teyit olarak getirilmektedir. O hadis Sahih-i Buharî de şöyle geçiyor: "Hz. İsa hariç, her insanoğlu, doğduğunda Şeytan parmaklarıyla onu dürter."(19)
Diğer bir rivayette de şöyle geçiyor: "Meryem ve oğlu hariç, her insan doğduğunda Şeytan ona dokunur. İşte Şeytan'ın dokunmasından dolayı bağırarak ağlar."
Bu hadis diğer lafızlarla da nakledilmiştir. Hıristiyanlar, bu hadisi, Meryem oğlu İsa dışında bütün insanların, autta peygamberlerin dahi mâsum olmadıklarına, yani hata ve günah işlediklerine dair delil olarak getirmiş ve bu rivayetin, Hz. İsa'nın uluhiyetini ve insan üstü bir varlık olduğunu vurguladığını söylemişlerdir."(20)
Ebu Rayye daha sonra şöyle devam ediyor:
"Eğer Müslümanlar, Hıristiyan kardeşlerine; "Neden Allah Teala, Hz. İsa'nın ruhu gibi tertemiz bir ruh feda edilmeden Hz. Adem'in hatasını bağışlamadı?" deseler, onlar cevaben Müslümanlara şöyle diyebilirler: "Öyleyse neden Allah Teala, seçtiği Resulünün kalbini, kardeşleri olan diğer peygamberlerin kalpleri gibi, tertemiz yaratmadı da, pıhtılaşmış siyah kan ve şeytanın payının çıkarılması için cerrahîye gerek duyuldu? Hem de bir defa değil, birkaç defa!"(21)
Rivayetin Aslı Cahiliyeden Kaynaklanmaktadır
Gerçek şudur ki, mezkur rivayet, cahiliye inançlarına sahip olan kimselerden kaynaklanmıştır. El-Eğanî adlı kitapta şöyle nakledilmiştir:
"Bu bir efsanedir, hikâyesi ise şöyledir: Ümeyye bin Ebu Salt uyumuştu, iki kuş geldi, biri evin kapısına kondu, diğeri ise içeri girip Ümeyye'nin kalbini parçaladı, daha sonra onu tekrar yerine koydu geri çevirdi. Bu sırada diğer kuş ona; "Anladı mı?" diye sordu. Cevaben; "Evet." Dedi. Tekrar; "Tekrar; "Temizlendi mi?" diye sordu. Bu kez; "Hayır, imtina etti." Dedi.
Diğer bir rivayete göre ise hikâyesi şöyledir: Ümeyye bin Ebu Salt, kız kardeşinin evine gitti, evin bir köşesinde olan divanın üzerine uzanıp uykuya daldı. O sırada evin tavanı yarıldı ve iki kuş göründü. Onlardan biri onun göğsüne kondu, diğeri ise kendi yerinde kaldı. Göğsüne konan kuş, onun göğsündeki kuşa; "Anladı mı?" diye sordu. O da; "İmtina etti." Diye cevap verdi. Sonra kalbini tekrar eski yerine koydu…"
Bu hikâyede daha sonra onun kalbinin dört kez daha parçalandığı anlatılıyor.(22)
Bu hikâyeden, mezkur rivayetin sahte ve uydurma olduğu anlaşılmaktadır. Bunun uydurulmasından amaç ise, bazı bozuk inançları teyit etmek ve Resulullah (s.a.a)'in mâsumluğunu lekelemektir.
HZ. PEYGAMBER (S.A.A)'İN KEFALETİ
2. Bölüm
İlahi takdir gereği Hz. Peygamber (s.a.a) henüz dünyaya gelmeden ve bir diğer rivayete göre bebeklik döneminde babasını kaybetti. Birinci görüşün daha doğru olduğu söylenmektedir. Eğer bu nakil doğru olursa, Halime-i Sadiyye'nin (Hz. Peygamberin sütannesi) Hazreti emzirmek için tereddüt etmesinin de sebebi Peygamberin öksüz olması olabilir. (23)
Resulullah (s.a.a) Beni Sa'd kabilesinden ayrılıp Mekke'ye döndüğü sırada annesini kaybetti; rivayetlere göre o zamanlar Peygamber, dört, altı veya biraz daha büyük bir yaşta idi.
Müslim kendi sahihinde Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Annemi ziyaret etme hususunda Rabbimden izin aldım;Rabbim de bana izin verdi. Öyleyse kabirleri ziyaret ediniz.; zira bu amel ölümü size hatırlatır." (24)
Bu hadiz, kabir ziyaretine mani olanlara karşı açık bir delildir. Bu hadisi teyit eden bir çok hadis ve rivayet vardır. Örneğin: Hz. Fatıma (a.s)'ın, Hz. Hamza'nın kabrini ziyaret etmesi vb. hadisler.
Resulullah (s.a.a), bir süre ceddi Abdulmuttalib'in himayesinde yaşadı. Abdulmuttalip Peygamberi gereğince koruyor ve ona çok ilgi duyuyordu; hatta Hz. Muhammed gelmedikçe yemek yemiyordu. Onun Peygamber olacağını biliyordu.; hatta şöyle rivayet edilmiştir:
"Hz. Muhammed emeklediği sırada, Abdulmuttalib, onun yaklaşmasına engel olmak isteyen birisine şöyle dedi: Oğlumu bırak; şüphesiz mülk (saltanat) ona yönelmiştir." (25)
Bu rivayet zahiren muteberdir. Buna başka bir de Seyf b. Ziyezin'in Yemen'de Abdulmuttalib ile Hz. Peygamber hakkında görüşme olayı vardır. Ve diğer bir çok delil ve alametler, onun Resulullah hakkındaki itikadını daha da güçlendirmiş ve Hazretin onun yanında özel bir mevkiye sahip olmasına sebep olmuştu.
Resulullah (s.a.a) sekiz yapına ayak bastığında ceddi Abdulmuttalib vefa etmeden önce, oğlu Ebu Talib'i Hz. Peygamberi korumakla görevlendirdi ve daha sonra vefat ett. Ebu Talib kardeşlerinin zengini ve yaş açısından da onların en büyüğü değildi; Abdulmuttalib'in en büyük oğlu Haris'ti, mal açısından en zengin olanı Abbas'tı. Fakat Abbas, o zaman yaş açısından küçüktü; zira Abbas Hz. Peygamberden sadece iki yaş büyüktü…(26)
Ebu Talib Hz. Peygamberin babası Abdullah ile öz kardeş idi; bunların annesinin ismi ise Fatimet'ul-Mahzume idi. Bu sebeple de Ebu Talip'in Hazreti daha çok sevmesi ve O'na daha çok ilgi göstermesi doğaldır.
Her halükârda Abdulmuttalib Hz. Peygamberin kefalet ve sorumluluğunu oğlu Ebu Talib'e verdi. Çünkü Ebu Talib kardeşlerinin en cömerdi, en şahsiyetlisi, en vakarlısı ve Kureyş arasında da en sayılanı idi. Ebu Talib (a.s) da Hz. Peygamberi iyi bir şekilde himaye edip gözetti, sürekli ona ikramda bulundu ve daha ilerdeki bölümlerde değineceğimiz gibi hayatı boyunca da onu bütün gücüyle destekledi.
Şam'a İlk Yolculuk ve Buheyra
Şöyle naklediyorlar: Hz. Peygamber (s.a.a) amcası Ebu Talib'le birlikte Şam'a yolculuk yaptı. "Bursa" rahibi olan Buheyra onu görerek, onun bu ümmetin Peygamberi olduğunu amcasına müjdeledi. Buheyra, Yahudilerin kendi kitaplarında yazılı olan alametlerle Hz. Peygamber (s.a.a)'i görünce, tanıyabileceklerini düşünerek Yahudiler tarafından bir tehlikeye maruz kalmaması için Ebu Talib'in onu hemen Mekke'ye geri götürmesi hususunda ısrar etti. Ebu Talip de (onun bu sözü üzerine) kafileden ayrılarak onu Mekke'ye geri çevirdi.
Sahte Bir Rivayet
Ebu Musa Eş'ari'nin rivayetinde şöyle nakl edilmiştir: "Buheyra durmadan, Ebu Talib'in Hz. Peygamberi geri çevirmesi konusunda ısrar ediyordu. Bunun üzerine Ebu Talib, Hz. Peygamberi geri götürdü ve Ebu Bekir de Bilal'ı onlarla birlikte gönderdi. Rahip bir miktar yiyecek ve zeytin yağı da onlara verdi."(27)
Ama bu rivayet kesinlikle doğru değildir. Çünkü İlk olarak: Hz. Peygamber (s.a.a) o zaman 12, bir görüşe göre de 9 yaşında idi.(28) Ebu Bekir ise Hz. Peygamberden iki yaş daha küçük idi. Bilal da Ebu Bekir'den, çeşitli rivayetlere göre beş ila on yaş küçüktü.(29)
Acaba Ebu Bekr'in, böyle bir yaşta Şam'a yolculuk yapması ve böyle önemli bir meselede bir karar alıp sorumluluk üstlenmesi mümkün müdür?!
Acaba yürümeğe kadir olmayan veya henüz doğmamış olan Bilal'ın böyle uzun bir yolculukta Ebu Bekir'le birlikte olması ve Hz. Peygamberin ondan yaşça büyük olmasına rağmen Busra'dan Mekke'ye kadar Peygamberi geri döndürme sorumluluğunu üstlenebilmesi makul mudur?!
İkincisi: Acaba Ebu Bekir'in Bilal'a emir verebilmesi için, aralarındaki ilişkinin düzeyi nedir? Şüphesiz Ebu Bekir Bilal'ın efendisi değildi! Bilal'ın maliki Ümeyye b. Halef idi. Nitekim bir nakle göre Ebu Bekir, bu olaydan 30 yıl geçtikten sonra onu almış azat etmiştir. Oysa bize göre bu rivayet bile doğru değildir; Hz. Peygamberin bizzat kendisi onu alıp azat etmiştir ve Ebu Bekir kesinlikle ona sahip olmamıştır.yeri gelince bu konuya da değineceğiz inşallah.
Üçüncüsü: Bu rivayetin ravisi olan Ebu Musa, o zaman kesinlikle doğmamıştı. Zira denildiğine göre o, bi'setten 8 veya 10 yıl önce dünyaya gelmiş ve o, hicretin 7. yılında yani Hayber savaşının vuku bulduğu yılda Medine'ye gelmiştir. Mezkur olay ise bi'setten 30 yıl önce vuku bulmuştur. Zehebi de bu hadis hususunda şöyle diyor: "Zannedersem bu hadis uyduruk ve onun bir kısmı da batıldır."(30)
Şayet değindiğimiz şeylerin tümü veya bazısından dolayı Tirmizi mezkur hadisin garip (ilginç) olduğuna hükmetmiştir. İbn-i Kesir, Dimyati ve Muğultay da o hadis hakkında şekketmişlerdir.
Bu Hadisin Uyduruluş Gayesi
Bu hadisin uydurulmasının sırrı ise Ebu Bekir'in Hz. Muhammed'in Peygamberliğine iman etmesini ispatlamak ve onu bu konuda bütün insanlardan, hatta Hz. Ali, Hz. Hatice ve Hz. Resulullah'ın kendisinden bile öne geçirmektir!
Nevevi şöyle diyor: "Ebu Bekir, herkesten önce iman getirdi; Ebu Bekir o zaman 20 veya 15 yaşında idi."(31)
Safuri-yi Şafii de şöyle diyor: "Ebu Bekr'in İslam'ı kabul etmesi (iman etmesi), Ali b. Ebu Talib'in doğumundan önce idi."(32)
Diyarbekri de Buheyra kaziyesi hakkında İbn-i Abbas'tan bir rivayet naklederek şöyle demiştir: "Hz. Muhammed (s.a.a) Peygamber olmadan önce, Ebu Bekrin kalbinde (onun Peygamberliğine dair) bir yakin ve tasdik oluştu."(33)
Burada şu soru akla geliyor: Acaba neden onlar, orada hazır bulunan Buheyra, Bilal ve Haris gibi diğer kimseleri de İslam'ı ilk kabul eden kimselerden saymadılar?! Acaba onlardan önce Ebu Bekr'in kalbine İslam'ın yerleşmesini onlara haber veren kimdir?!
Buheyra kıssasında tartışılacak daha bir çok nükteler de baki kaldı, fakat bizim bundan daha fazla bu konu üzerinde durmamızı gerekli ve yararlı görmüyorum...
Hz. Peygamber (s.a.a)'in Füccar Savaşına Katılması
Tarihçilerin naklettiğine göre, Kays kabilesi ile Kureyş ve Kenane kabileleri arasında, haram aylarda(34) savaş çıktı; bundan dolayı bu savaşa, Füccar (facir ve kötü insanların) Savaşı denildi.
Resulullah (s.a.a)'in de bazı günler amelen bu savaşa katıldığı söylenilmektedir. Ama biz bu naklin doğruluğunu onaylamıyoruz; aksine, bu konu hakkındaki kuşkularımızın delillerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Füccar Savaşı haram aylarda vuku bulmuştur. Biz Ebu Talib ve Hz. Peygamberin o ayların ihtiramını yok etmesine bir cevaz göremiyoruz. Eğer bir adam bu iki büyük şahsiyetin sire ve hayatına göz atmış olursa, onların makamlarının bu gibi işlere bulaşmaktan çok yüce olduğunu ve onların bu çeşit meselelerden ne kadar titizlikle kaçındıklarını açıkça görmüş olacaktır. Zira onlar Hanif (Hz. İbrahim'in) dini üzere idiler; hatta Kafi kitabının bazı rivayetlerinde, Peygamberlerin vasiyetlerinin Ebu Talib'in yanında emanet olarak bulunduğunu nakletmektedir. El-Gadir gibi bir çok kitaplarda, Ebu Talib'in azamet ve dindeki sebatını gösteren diğer bir çok deliller de vardır. Bu sebeple Hz. Peygamberin böyle bir savaşa katılması düşünülemez.
Ama buna şöyle bir yorum getirilebilir: Füccar Savaşı "Nesiy(35)" aylarında vaki olmuş veya o savaşın sebebi haram aylarda, fakat savaşın kendisi ise Şaban veya Şevval aylarında gerçekleşmiştir." (36)
Ama böyle bir yorumun tarihi bir dayanağı yoktur; bu yüzden itimat edilemez.
2- Yakubi ismiyle meşhur olan İbn-i Vazıh şöyle diyor: "Rivayete göre Ebu Talib, Füccar Savaşına katılmayı Beni Haşim'in hepsine yasaklayarak şöyle dedi: "Bu (savaş), zulüm, tecavüz, akrabalık bağını kesmek ve haram ayların saygısını çiğnemektir; ne kendim ve ne de ailemden olan hiçbir kimse bu savaşa katılmayacaktır."
Ebu Talib, savaşa katılmış olan Zübeyr b. Abdulmuttalib'i de zorla o savaştan çıkardı. Abdullah b. Cez'an-i Neymi ve Harb b. Ümeyye de; Beni Haşim'in katılmadığı bir savaşa biz de iştirak etmeyiz, diyerek kendilerini bir kenara çektiler.(37)
3- Hz. Peygamber (s.a.a)'in o savaşa katıldığına dair nakl olunan rivayetler, Hazretin o savaşta rolünün ne olduğu hususunda tezat içerisindedir. Bazıları şöyle rivayet ediyor: "Resulullah'ın ameli sadece amcalarına ok ulaştırmaktı; Hazret düşmanın attığı okları onlara veriyor ve onların meta ve mallarını koruyordu." (38)
Diğer bir grup da şöyle demiştir: "Resululla (s.a.a) o savaşta birkaç ok (düşmana) attı; Hazret hiç ok atmamayı sevmiyordu."(39)
Üçüncü bir grup da şöyle rivayet ediyor: "Resulullah –s.a.a- on dört(40) yaşında veya daha genç olmasına rağmen ok ile, Ebu Bura'yı, hedef alarak atın üzerinden yere serdi."(41)
Ben bilmiyorum acaba Araplar, buluğ çağına ermemiş gencecik birinin savaş alanına ayak basmalarına izin veriyorlar mıydı? Üstelik bu rivayetler arasında çelişki de vardır. Örneğin:
Bir rivayet şöyle diyor: "Resulullah (s.a.a) Fil Yılında doğdu, 14 yaşında da Füccar Savaşına katıldı…" daha sonra şöyle ekliyor: "Füccar Savaşı, Fil Yılından 20 yıl sonra vuku bulmuştur."(42)
Burada diğer bir çelişkiye de değiniyoruz; o da şu ki, Yakubi'den naklettiğimiz söz, Harb b. Ümette'nin bu savaşa katılmadığını açıkça vurgulamaktadır; oysa diğer rivayetler, onun mezkur savaşa katılarak Kureyş ve Kenane ordusunun komutanlığını üstlenmiş olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu Rivayetle Oynanılmasının Sebebi
Son çelişki üzerinde biraz durmamız gerekir. Eğer ihtilaf, ordunun normal bir ferdi hakkında olsaydı, bir rivayet onun savaşa iştirak ettiğini diğerinin ise onun iştirak etmediğini nakletmesi normal sayılır ve önemli bir makama sahip olmadığından bu ihtilaflar kasıtlı değildir denilebilirdi!!
Ama eğer bir rivayet; "Harb b. Ümeyye, ordunun komutanı idi", diğeri ise; "O, bu savaşa asla katılmamıştır" diyorsa, o zaman bu tür rivayetlerin yalan içerdiği asla kuşku götürmez.
Bu yalanı uydurmaktan amaç bütün tarihlere muhalif olsa da, Harb b. Ümeyye'yi, haram aylarda baş gösteren zulüm ve tecavüzle dolu böyle bir savaşa katılmadığını söz konusu ederek onu aklamaktır. Çünkü Emevi Hükümeti, Harb b. Ümeyye'yi, yalan uydurmakla olsa dahi temize çıkarmak ve onun makamının yüceltmek istiyordu.
Az önce değindiğimiz gibi İslam düşmanları Harb b. Ümeyye'yi aklamak için uydurdukları sözün aksine Hz. Peygamberi lekelemek için O'nun aleyhinde kasıtlı bir takım rivayetler uydurarak Resulullah'ın da haram aylarda Füccar Savaşına katıldığını göstermeğe çalışmışlardır. Hatta Hazretin birkaç ok attığını ve ok atmadan durmayı sevmediğini bile söylemekten çekinmediğini ileri sürmüşlerdir.
_________________
Kaynakça:
1- Keşf'ül-Gumme, c. 1, s. 15.
2- Tarih'ul-Hamis, c. 1, s. 195.
3- Usul-ü Kafi, c. 1, s. 364.
4- Usul-ü Kafi, c. 1, s. 365; Tarih'ul-Hamis, c.1, s. 169.
5- Nesi', cahiliye Araplarının haram ayları ileri veya geri almalarına denir.
6- Keşf'ül-Gumme, c. 1, s. 15.
7- Sahih-i Buharî, c. 1, s. 90; Müsned-i Ahmed, c. 5, s. 109-112; sünen-i Beyhakî, c. 2, s. 37-54. (Buharî ve Müslim'den nakletmektedir.)
8- Usul-ü Kafi, c. 1, s. 364.
9- A'Yan'uş-Şia, c. 2, s. 7.
10- Saffet'üs-Safa, c. 1, s. 51; Keşf'ül-Gumme, c. 1, s. 16.
11- Sire-i İbn-i Hişam, c. 1, s. 174; Tarih-i Yakubî, c. 2, s. 10 ve diğer kaynaklar.
12- İnşirah/ 1-2.
13- Muhammed Hüseyin Heykel, Hayat-u Muhammed, s. 73; Hatib, en-Nebi Muhammed, s. 197.
14- el-Mizan, c. 13, s. 34, Mecma'ul-Beyan'dan naklen.
15- Çocuğun annesine döndürülme sebebi olarak göğsünün yarılması olayını zikreden önceki rivayet, bu beyanla şüpheli görülmektedir.
16- Hicr / 39-40.
17- İsra / 65.
18- Nahl / 99.
19- Sahih-i Buharî, c. 2, s. 143, Hicrî 1309.
20- Azva Ale's-Sünnet'il-Muhammediyye, s. 186, İbrahim Luka'nın el-Mesihiyye Fi'l-İslam adlı kitabından naklen.
21- Azva Ale's-Sünnet'il-Muhammediyye, s. 187.
22- el-Eğanî, c 3, s. 188-190
23- İşte bu nakile göre, Keşf'ul-Gumme'de (c. 1, s. 16) nakledilen: "Resulullah (s.a.a) iki yıl dört ay babasıyla birlikte yaşadı diye var olan rivayetin" doğru olmadığı ortaya çıkar. Gerçi Keşf'ul-Gumme kitabının müellifi Erbili yine aynı eserinde o sözden birkaç sayfa sonra (s. 22'de) şöyle diyor: "Hz. Peygamberin babası, annesi hamile iken vefat etti."bu konuda şu kaynaklara müracaat edebilirsiniz: Tarih'ul-Hamis. c. 1, s. 285; Tarih-i Taberi, c. 2, s. 33; Sire-i İbn-i Hişam, c. 1, s. 193.
24- Keşf'ul-Gumme, c. 1, s. 16 (Müslim'den nakletmekte); Sahih-i Müslim s. 65. bu hadis, bir çok kaynak kitaplarda nakledilmiştir…
25- Usul-u Kafi, c. 1, s. 372; 1388 yılının baskısı.
26- Gerçi bizim itikadımıza göre, eğer Abbas'ın yaşı Hz. Peygamberin sorululuğunu üstlenecek kadar büyük de olsaydı, yine de Abdulmuttalib böyle sorumluluğu ona vermezdi. Çünkü o hacılara su vermek sorumluluğunu üstlenmişti ama dünya malına olan ihtirasından dolayı fakir hacılara mali yardımda bulunmayı ve onları konaklamayı kabul etmiyordu. Yine onun, Ömer'den bir mal koparmak için bazı yöntemlere baş vurduğu tarihte kayıtlıdır.
27- İbn-i Habban, "Es-Sikar", c. 1, s. 44; el-Bidaye Ve'n-Nihaye, c. 2, s.285; Tarih-i Taberî, c. 2, s. 34 (İstikamet baskısı); Tarih'il-Hamis, c. 2, s. 285; Sire-i Halebi, c. 1, s. 120; Müstedrek-i Hakim; Beyhaki; İbn-i Asakir ve Tirmizi. Tirmizi; "Bu söz güzel ve gariptir (ilginçtir)" demiştir. Dehlan'ın-Siresin'de de (c.1, s. 49) Hz. Peygamberin Ebu Bakir ve Bilal'le Mekke'ye döndüğü nakledilmiştir.
28- Tarih-i Taberi, c. 2, s. 33; el-Bidaye ve'n- Nihaye, c. 2, s. 286; Siret'ul-Halebiyye, c. 1, s. 120; Son zikrettiğimiz kitabın müellifi: "Huda kitabının sahibi bu kavli tercih etmiştir" diyor.
29- Elbette İbn-i Habban ve "el-İsabe" (c. 1, s. 168), Ebi Nuaym'den, Bilal'ın Ebu Bakir'le aynı yaşta olduğunun zikretmekteler. Ama Ebu Bekr'in, Bilal'den birkaç yaş büyük olduğu daha meşhurdur; nitekim biz de onun büyü olduğunu zikrettik; bkz. Sire-i Halebi'ye (c. 1, s. 120)
30- Tarih'ul-Hamis, c. 1, s. 259; Sire-i Halebi, c. 1, s. 120.
31 - El-Gadir, c.7, s.278.
32 - Nuzhet'ul-Mecalis, c.3, s.147.
33 - Tarih'ul- Hamis, c. 1, s. 261.
34 - Haram aylar, hac ayları olan Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayıdır.
35 - İslam'dan önceki cahiliyet döneminde bir gelenek üzere uygulanan toplu bir karar gereğince bazı çıkarlar uğruna gerçek Haram aylarının yerine kabul edilen diğer aylara nesi ayları denir.
36 - Sire-i Halebi, c. 1, s. 128'e müracaat edebilirsiniz; o kitapta şöyle diyor: "Füccar savaşının meydana gelmesine sebep olan olaylar haram aylarda olmuştur, ama savaş Şaban ayında baş göstermiştir." Ama bu rivayetin doğruluğuna gölge düşüren konu ise acaba bu savaşa neden Füccar-azgınlar-savaşı denilmiştir? Diğer yandan Yakubi bu savaşın Recep ayında vuku bulduğunu açıkça vurgulamaktadır.
37 - Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 15, Sadır bakısı.
38 - Sire-i İbn-i Hişam, c. 1, s. 198. Tarih'ul-Hamis, c. 1, s. 259.
39 - Dehlan'ın Sire-i Nebevisi, c. 1, s. 5. Siret'ul-Halebiyye, c. 1, s. 127.
40 - Aynı kaynaklar; Sire-i İbn-i Hişam, s. 195.
41 - Sire-i Nebevi li'd-Dehlan ve Sire-i Halebi.
42 - Tarih'ul-Hamiş, c. 1, s. 259; Sire-i İbn-i Hişam, c. 1, s. 195 ve 198. 3