Milliyetçi Haraket Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Atila Kaya 12.12.2013 TBMM genel kurulunda Diyanetişleri Başkanlığı hakkında yapmış olduğu bütçe konuşmasında Iğdır Valili'ğince Iğdır Müftüsü'ne hazırlatılan skandal raporu tekrar gündeme getirerek Diyanetişleri Başkanılığına sert çıktı. Kaya giriş konuşmasının ardından sözü rapora getirerek şunları söyledi:
Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı, etnik temelden kalkarak federasyona varmayı hedefleyen siyasi bir açılım projesi başlatmış ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da bu projenin bir ayağı olarak öngörmüştür. Ne var ki; o zamanki Diyanet İşleri Başkanı, kendisine yakışır bir ferasetle, ülkemizde birlik ve beraberliğin sağlanması ile ayırımcılığın önlenmesinin Diyanet’in amaçları arasında olduğunu belirterek, Diyanet’in, şaibeli siyasi projelerin parçası olmak yerine kendi asli işini yapması gerektiğini ifade etmişti. Bunun üzerine; “açılım sürecinde aktif rol alması şartıyla” şimdiki başkan göreve getirilmişti.
Bu sürecin bir sonucu olarak; Sayın Bardakoğlu nasıl saygıyla hatırlanacaksa, Sayın Görmez de bu iktidarın seçimine gerçekten de uygun olmakla hatırlanacaktır. Bu, İslam tarihinde, din işleriyle ilgili mevkilerde bulunanların siyasi otoritelerin haksız uygulamalarına direndiklerinde saygınlık, onu desteklediklerinde zelillikle anılmalarına uygundur.
Referansının İslam olduğunu söyleyen bir Başbakan ve onun yönetimde yer verdiği kadroları bilmelidir ki; İslam dini hiçbir siyasi yönetim modeli öngörmemiş, yüce kitabımız Kur’an sadece temel yönetim ilkeleri vaz etmiştir. Bunlar da ‘Adalet’, ‘Liyakat’ ve ‘Şûra’dır. Aslında, ‘Liyakat’ ve ‘Şûra’ da ‘Adalet’ kavramında mündemiçtir. Yani, İslam’da en temel ilke ‘Adalet’tir. Bunun karşıtı ise ‘Zulüm’dür. Türk devlet geleneğinde de, yönetim, temel ilke olan ‘Adalet’ üzerine bina edilmiştir. Bunun en veciz ifadesi ise, Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Siyasetname’sinde de, Osmanlı devlet adamı Koçi Bey’in Risale’sinde de yer alan aynı cümledir: “Devlet küfr ile çökmez ancak zûlm ile çöker”. “Selçuklu”dan tek nasibi genel merkez binasındaki geometrik desenler; “Osmanlı”dan tek nasibi ise Çamlıca’daki çakma selâtin camii olan bir zihniyetin bunu kavramasını beklemiyorum. Bunları, iktidar ve onun Diyanet İşleri’nin yönetim anlayışının bir uygulaması olan Iğdır Müftülüğü raporunun anlamı iyice ortaya çıksın diye dile getiriyorum.
Bildiğiniz gibi; Iğdır Müftülüğü, Caferi yurttaşlarımızın inancına dil uzatan ve onları devlet güvenliği konusunda “şüpheli” konumuna yerleştirmek isteyen bir rapor hazırlamış ve Iğdır Valiliği de bu raporu onaylayarak Emniyet Genel Müdürlüğüne göndermiştir.
Iğdır Müftüsü, mezhepçi Başbakanından cesaret alarak mı yoksa Diyanet İşleri Başkanından emir alarak mı böyle bir tasarrufta bulunmuştur, bilmiyoruz. Sonuçta, inançları kadar Türklüklerine bağlılıklarıyla da temayüz etmiş yurttaşlarımız rencide edilmiştir. Müftünün densizliği ve valinin basiretsizliğinden ibaret sayılamayacak bu olay, iktidarın, Diyanet’i siyasetinin aracı olarak kullanmasının en rahatsız edici örneklerinden biridir.
Bu örnekten kalkarak diyebiliriz ki: Ya yurtdışında “mezhebe göre dost ve düşman belirleyen” iktidar aynı politikayı ülke içerisinde de uygulamaya çalışmaktadır ya da açılım coğrafyasında Türk bayrağı gibi dikilen bu insanlar “Türküm” demekten imtina eden Başbakan’ı rahatsız etmektedir ve Caferi yurttaşlarımız üzerinde bu tür oyunların oynanması da açılım ihanetinin bir ayağıdır. Muhtemeldir ki, ikisi de…
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Yol için cami yıkmayı göze alıyorsun, BOP yoklamasına yok yazılmamak için kilise açıyorsun” sözleri üzerine, Başbakan da; bu ülkede Hıristiyan, Musevi ve ateist yurttaşların da vergi verdiğini, onların hukukunu korumanın da adalet anlayışı gereği olduğunu söylemişti. Şimdi soruyorum kendisine: Hıristiyan, Musevi ve ateistin de başbakanı olan sen sadece Caferilerin mi başbakanı değilsin? Yoksa senin için ‘Adalet’ kendi çıkarlarının sınırında biten bir şey midir?
Diyanet İşleri Başkanlığı, bugüne dek, en çok bir Sünnî örgütlenmesi gibi çalışmakla eleştirilmiştir. “Iğdır Müftüsü” örneğinde bir kez daha gördüğümüz gibi, bu eleştirilerde haklılık payı da vardır. Ne var ki; devr-i iktidarlarında “sultana bağlılık” Sünniliğin de önüne geçmiştir.