Ali Bulaç- Zaman Gazetesi
Hepimizin gözü önünde ölmekte olan Suriye’ye bir darbeyi de Batılı güçler vuracak. Amaçları belli: Suriye’de ne Müslüman gruplar, ne de İran-Hizbullah inisiyatifi ele geçirsin.
Operasyon, Afganistan ve Irak gibi Suriye’yi de sonu belirsiz bir kaosa sürükleyebilir. Suriye’de herkes kaybetti. En başta Türkiye, İran, İslamcılar, hepimiz! Şimdilik krallar, emirler, şeyhler, İsrail ve belki de bölgede yerleşmeyi planlayan postmodern Haçlılar kazanmış görünüyor. “Onların bir hesabı var, Allah’ın da bir hesabı var.” Bir muhasebe yapmalıyız:
1) 2011’den bu yana Türk dış politikası “Suriye’de zalim bir lider var, halkını katlediyor, biz mazlumlara yardım ediyoruz” diye üzerimize estirdiği hegemonik söylemi kritik etmenin zamanıdır. Evet zalim bir rejim var, ama onu devirmenin yolu bu değildi. Üç ay dendi, 30 ay geçti; insan zayiatı olmasın dendi, 100 bin insan hayatını kaybetti; Suriyeli milyonlar çil yavrusu gibi dağıldı. Kadınları ve çocukları fuhuş ve organ mafyasının eline düştü.
2) Suriye değişiyordu, Türkiye Suriye için yol haritasıydı. Sivil muhalefet militarize edilmeseydi, Esed ve yönetimi yavaş da olsa olumlu yönde değişecekti, ama krallar bundan korktu, çünkü sıra onlara gelecekti. Türkiye, kralların ve Batı’nın tuzağına düştü.
3) Sünni ekolün yönetim değiştirme yöntemi harici ayaklanma ve kan akıtma değil, “temkin”dir. Türkiye, Mısır muhalefetine ve İhvan’a tavsiye ettiği doğru aklı Suriye’de neden esirgedi? Akademisyenlerin, hocaların, İslamcı yazarların aklı nasıl tutuldu?
4) Dışişleri, Suriye’nin sosyo-politik ve askerî yapısını A’dan Z’ye yanlış okudu: Baas rejiminin arkasında nüfusun yaklaşık yüzde 45’ini oluşturan a) Nusayriler, b) Hıristiyanlar, c) Sünni laik-Arap milliyetçisi kalabalık bir kitle var; bunlar Esed’in yanında. d) Kürtler stratejik olarak ne Esed’e karşı oldular ne tam olarak yanında durdular. e) Sünni alimler silahlı mücadele ile Esed’i devirmeye kalkışmanın yanlışlığını ısrarla vurguladılar, Türkiye’ye yalvardılar: Mesela merhum Ramazan el Buti, Türkiye’ye geçen Cevdet Said vd. f) İş dünyasında, bürokraside, askeriyede sadece Nusayriler değil, Sünniler de etkin ve bunlar silahlı mücadeleye karşı. Dışarıdan kimselerin gelip iç savaşta taraf olmalarını hiç istemediler. Muaz el Hatip gibi aklı başında muhalefet liderleri sonunda susmak zorunda kaldı.
5) Bölgesel olarak İran, Irak, Suriye ve Lübnan Hizbullah’ı bir blok oluşturmuşlardır. Türkiye’nin askerî bir müdahalede bulunması halinde bu dört ülke ile savaşa girmeyi göze alması gerekirdi ki, bu mümkün değildi.
6) Suriye’nin arkasında apaçık Rusya ve Çin var. Amerika, Suriye için Rusya ile savaşı göze alamaz. Onunla anlaştığı oranda adım atabilir ancak.
7) Suriye’de bir iç savaş Türk hariciyesi, bilgiden yoksun düşünce kuruluşları ve fevri-propagandist dailerin hesap ettiği gibi “üç ayda” bitmez. Suriye iç savaş sonunda ya bitkin düşer, dış bir müdahaleye maruz kalır veya Irak gibi parçalanır, artık Suriye kalmaz.
8) Suriye’de iç savaş mezhep çatışmasını derinleştirir; Sünni-Şii; Şii-Vehhabi, Sünni-Alevi çatışmasını büyütür, çatışmalar bölgeyi cehenneme çevirir, çeviriyor da.
9) Bölge ülkelerini rekabete ve savaş tehlikesine sürükler; vekalet savaşları yoluyla veya doğrudan birbirlerine zararlar vermeye başlarlar.
10) İslam ülkeleri birlik olup bir iç savaşı önleyemiyorlar. Aralarındaki aptalca rekabet, mezhep taassubu ve çıkar çatışması Batılı güçlerin askerî işgallerini biraz daha genişletir, kalıcı hale getirir. Geçmişte nasıl Müslümanlar arası ihtilaflar Haçlıların bölgede iki asır hakimiyet kurmalarına yol açtıysa, bugün de Türkiye, İran ve Suudiler arasındaki rekabet Batı’nın işgallerini kolaylaştırmaktadır.
11) Söz konusu rekabetten en büyük zararı Filistin davası görür, İsrail en büyük kazancı elde eder.
Bu uyarıları bu köşede üç senedir yapıyoruz. Bizi kimse dinlemedi. Şimdi Batılı güçler gelsin de mazlumları kurtarsın diye yalvarıyoruz. Kendimizi muhasebeden geçireceğimize 19. yy’da üzerinde güneş batmayan Büyük Britanya’nın kendine yakıştırdığı sıfatı, “değerli yalnızlığı” kendimize yakıştırıyoruz. Yazık!
|
|