Milli Gazete Yazarı Fatih Yılmaz, yeni neslin gidişatında hocaefendilerin rolüne dikkat çekti.
Bu mudur?
İnsan varoluşunun sırlarını kavrarsa hakikat yolculuğu başlamış demektir. Nitelikli bir farkındalık insan hayatının seyrini tamamen değiştirebilir. Sözümüz tarihin sıradan bir nesnesi olmak istemeyenlere. Sıradan biri olmak, imza atmadan ayrılmak, sürüklenip gitmek isteyenlere değil. Yeni bir başlangıç arzusunda olanlara sesleniyoruz. Sözümüz sert bir özeleştiri tavsiyesini kaldırabilecekler için. Merak etmeyin can yakmaz ama biraz yüreğiniz ürperebilir. Eleştirel analiz sahibi olmak çok da kötü olmasa gerek. İstiyoruz ki hayatın ve yaşanılanların farkında olalım. Herhalde hiç kimse farkında olmadığı bir hayatı yaşamak istemez.
Mesajımızı bütün insanlığa ulaştırma arzusundan neden vazgeçelim ki. Renk, ırk ve dilin sahibi biz değiliz. Toprak bizim değil, bu dünya bizim değil, bu beden bizim değil. Her şey O’nun, O, her şeyin sahibi. Herkesi kuşatan, her düşünceden, her çeşit insanla iletişime geçebilecek bir dile sahip olmaktan bahsediyoruz. Bizi, bütün insanlığı kuşatan bir anlayış perspektifinden, düşünsel dünyanın varoşlarına kim attı çok merak ediyorum. Biz bu sokaklara ait değiliz. En acısı biz bu haldeyken geleceği inşa etmeye devam ediyorlar. Evet, bizim geleceğimizi başkaları inşa ediyor. Biz şiir okuyor, edebi sohbetlerde ahkâm kesiyoruz, tarihimizle övünüp, şanlı ecdadımızı anıyoruz. Yerli ve milli dizilerimizi kılıç kalkan eşliğinde izliyoruz. Uzun zamandır sadece izliyoruz ve hâlâ izlemeye devam ediyoruz.
İzleyen edilgendir. Etken değil. Tüketendir, üreten değil. Neyi konuşacağımızı ya da neye karar vereceğimizi başkalarının belirlediği bir hayatı yaşamak can yakmıyor mu? Bedenimize hükmediyoruz ama düşüncelerimize değil. Bizi bizden alanlar, bizim üzerimize sömürü düzeninin yıkılası binalarını diktiler. Bu yüzden bu zalim düzenin yıkılması için en alttakilerin ayağa kalkması şart. Sorun şu ki, en alttakilerde hareket yok, ses yok. Bel ağrısından mıdır, ayaklarında takat kalmadığından mıdır, heyecanın kaybolduğundan mıdır, kıpırdayamıyorlar.
Aslında sorunun merkezinde inanç dünyamızı konuştuğumuz, savunduğumuz halde bilmemek yatıyor. Geleneksel bir hakikat anlayışına sahibiz. Atalarımızdan gördüğümüz, duyduğumuz kadar. Moderniteyi, aklı, mantığı, seküler düşünceyi, liberal kavramları ve dahi her şeyi konuşuyoruz ama bireysel dindarlık bile diyemeyeceğimiz geleneğe dönüşen inanç dünyamızı hep konu dışı tutuyoruz. Dini ve politik popülizmin, medya popülizminin tutsakları haline geldik. Konjonktürün, 21. yüzyıl algısının, modern ötesi hayatın hâkimiyeti altında yaşıyoruz. Postmodern uyuşturucu müptelası yeni bir nesil geliyor. TV dizileri, oyunlar, sosyal medya dünyası, mobil uygulamalardan beyni sulanmış, hayattan kopmuş ve sanal dünyada çevrim içi iken, gerçek dünyada çevrim dışı bir nesil. Öyle bir nesil ki…
Böyle bir tablo karşısında nasıl bir netice bekliyordunuz efendiler. Evet, siz hoca efendiler! Efendiler, hocalığı gitmiş efendiliği kalmış beyler. Kendi cemaatlerinin, takipçilerinin, bireysel ibadetlere hapsedilmiş küçücük krallıkların efendileri. Etliye, sütlüye dokunmak bir yana koklamaya cesaret edemeyen zavallılar.
Neyse, şimdi diyorlar ki, deizm şöyle arttı, ateizm böyle oldu falan filan. Kardeşim sen hasta mısın? Ne bekliyordun? Sen ayakta uyurken yeni nesil ağır sanayi mi kuracaktı! Din adamlarının tüccara döndüğü bir toplumdan ne tür bir medeniyet beklentin vardı! Reel politik adına tüm inanç dünyasına sırt çeviren bir yönetim anlayışından nasıl bir planlama ya da organizasyon bekliyordun! Aç gözünü, biraz etrafına bak, düşün! Olay budur.