İngiltere Başbakanı David Cameron'un başlattığı AB tartışmasının, Birlik bütçesinin ele alınacağı Brüksel'deki zirvede de gündeme gelmesi bekleniyor. Avrupa Birliği'ne birlik olma çağrısında bulunan Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz'a göre, uluslararası rekabetin sertleştiği bu ortamda hiçbir ülke tek başına ayakta kalamaz. Birlik içinde bazı reformların şart olduğunu dile getiren Martin Schulz, AB'de devam eden tartışmalara ilişkin Alman basınına açıklamalarda buludu.
Martin Schulz: Beni zorlayacak sorular soruyorsunuz. Bence ekonomi, çevre ve para politikaları gibi alanlarda dünya genelinde yaşanan rekabet, uluslararası finans piyasalarında spekülasyonlarla mücadele ve göç gibi konular göz önünde bulundurduğunda, diğer AB ülkeleri gibi İngiltere de tek başına kalması halinde sıkıntıya düşer. AB ise ancak üye ülkelerin güçlü siyasi iradesini arkasına aldığında bunların üstesinden gelebilir. Bu Almanya için de geçerli, İngiltere için de… Geçenlerde bir kamuoyu araştırmasının sonuçlarını gördüm. Buna göre, 30 yaşın altındaki İngiltere vatandaşlarının yüzde 60'ı Avrupa Birliği'nde kalınmasından yana. Bence bunun üzerine gidilir ve ‘lehte-aleyhte' şeklinde soru yöneltilirse, İngiltere'de referandumu kazanmak mümkün olabilir.
AB'nin yeterince şeffaf olmaması, sorunların tespit edilmesinde yetersiz kalması, Brüksel'de kimin ne yaptığının belli olmaması gibi eleştirilerinde haklıydı. Bence Avrupa Birliği Komisyonu'nun her şey olmadığını ve her şeyin Komisyon tarafından düzenlenmemesi gerektiğini çok daha önce anlamamız gerekiyordu. Ancak bunu David Cameron'un söylemesine gerek yok. Ben bunu zaten senelerdir dile getiriyorum. Bu nedenle belli yetkilerin üye ülkelere iade edilmesi konusunun tartışılması taraftarıyım. Ancak üye ülkeleri zorlayan konularda AB devreye girmeli. Cameron bir konuda daha haklı: Avrupa Birliği'nin demokratikleşmesi şart. Yani, Avrupa Birliği'nin aldığı her karara, parlamento onayı aracılığıyla meşruiyet kazandırılması gerekiyor. Bu da Avrupa Parlamentosu'nun güçlendirilmesi demek. Ama David Cameron bunu istemediğini söylüyor. Yani kendisinin sebebiyet verdiği bir sorundan yine kendisi yakınıyor.
Schulz: Bütçe müzakerelerinde söz konusu olan İngiltere'nin tutumundan ziyade, 27 AB üyesi ülkenin hükümetlerinin Avrupa Parlamentosu ile anlaşmasının sağlanması. Şunu açık bir şekilde dile getirmem gerekiyor: Anlaşılan o ki; aralarında Alman hükümetinin de bulunduğu bazı hükümetler, İngiltere'yi AB'de tutabilmek için AB bütçesinde açık vermeye hazır. Ama ben bu işin içinde yokum! AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy, 7 yıla yayılan 960 milyar euroluk bir harcama planı çıkardı. Ne var ki AB'ye verilen malî yetki 900 milyar euro ile sınırlı, çünkü David Cameron bunun yükseltilmesine karşı çıkıyor. Böyle bir durumda, yedi yılda 60 milyar euroluk bir açık oluşmuş olur ki bu da AB'yi borçlu bir birliğe çevirir. Bugüne kadar borçsuz kalmayı başarmış bir yer varsa, o da Brüksel'di. Tasarruf hakkında konuşulabilir, tasarrufa ben de hazırım. Ama bir 'borç birliğine' adım atmaya 'hayır' diyorum. Şayet bu David Cameron'ı AB'de tutmak pahasına olacaksa, benim buna yanıtım hayır!
Martin Schulz: Hep birlikte Avrupalılar olarak bu Birlik için mücadele etmeli, insanları reform yapabileceğimize, özeleştirel olduğumuza, Birlik'e kör bir hayranlıkla değil, onun açıklarını da görebilecek şekilde bağlı olduğumuza inandırmalıyız. Aynı zamanda şu noktaları açıklığa kavuşturmakla yükümlüyüz: Bütçe açıklarını nasıl kapatabiliriz? AB'nin faydaları nelerdir? AB istihdam, sosyal güvenlik, çevrenin korunması, eğitim, rekabetin artırılması gibi konularda nasıl katkı sağlamaktadır? Biz bunu başaramazsak, AB şüphecileri de işte o zaman güç kazanır. Ancak önceden olduğu gibi bugün de AB'nin ölçülü bir özeleştiri ve özgüvenle 21'inci yüzyılın en doğru projesi olduğunu düşünüyorum açıklamasında bulundu.