İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özcan Hıdır, Anadolu Ajansı için kaleme aldığı analizde, 'Veliaht' olarak atanmasının ardından Muhammed bin Selman’ın Suudi Arabistan siyasetinde öne çıkmaya başladığını belirtti.
Hıdır, özetle şunları kaydetti: * Ortaya ilk kez atılıp politika halinde uygulandığı 11 Eylül sonrası süreçte, Amerikan politika üretim merkezlerinde üretilen ve üzerine bir hayli literatür de oluşan 'ılımlı İslam'ın tam olarak neye tekabül ettiği, tümdengelimci bir tavırla 'ılımlılığın' ne kadar başarılı olacağı tartışmaları bir yana, bu açıklama öncesindeki dönemde kamuoyunun üzerinde pek durmadığı bazı adımlar söz konusuydu.
Bunlardan biri, geçtiğimiz Eylül ayında New York’ta İslam dünyasının her bir yanından gelen yaklaşık 400 alimin/kanaat önderinin katıldığı 'Amerika ve İslam Dünyası İlişkileri' başlıklı bir toplantı, dünya çapında örgütlü bir Suudi Arabistan kuruluşu olan Rabıta tarafından düzenlenmesiydi.
Bu toplantının bir kaç açıdan önemi vardı. Birleşmiş Milletler toplantılarının yapıldığı hafta Manhattan’da BM binasına çok yakın bir otelde gerçekleştirilen bu çapta bir toplantının, New York’un yabancı devlet başkanları, bakanlar ve bürokratlar açısından en yoğun olduğu bir zaman diliminde düzenlenmesi (ya da düzenlenmesine izin verilmesi), aslında başlı başına bir mesaj içeriyordu.
FETÖ'nün yerini Suud alıyor
Kaldı ki ileriye dönük bir amacının olduğu, açılım politikalarına zemin teşkil edileceği, konuşmacılar teşkilinden de belliydi. Zira konuşmacıların önemli bir kısmı Amerika’dan seçilmiş Yahudi-Hıristiyan din adamları ve İslam dünyasına yönelik çalışan oryantalistlerden oluşuyordu. İslam dünyasından seçilen konuşmacılar da bu amaca hizmet edecek konuşmalar yaptılar. Bu toplantının bir diğer önemi ise sonuç bildirgesi ve toplantının kapanış konuşmasını yapan meşhur Kabe imamı Abdurrahman es-Sudeys’in, Türk medyasında da geniş tepkiyle karşılanan 'Amerika ve Suudi Arabistan, dünyanın iki kutbu olarak dünyayı yönetiyoruz' açıklamasıydı. Es-Sudeys’in bu ifadeleri, Suudi Arabistan’ın şu anki konumuyla çok da mütenasip olmadığı düşünüldü. Derken bu toplantıdan birkaç gün sonra, New York toplantısının düzenleyicisi olan Râbıta’nın başkanı Muhammed bin Abdülkerim el-Îsâ Vatikan’a gidip Papa ile görüştü. Bu görüşmenin de çok önceden planlandığı söylenebilir.
Suud dönüşüyor
Dışarıda bu adımlar atılırken Suudi Arabistan’ın içinde, sembolik de olsa bazı açılım politikaları devreye girdi. Nitekim göreve gelişinden itibaren Veliaht’ın dünya ve bölge liderleriyle görüşmeleri ve bu esnadaki liberal politikalara ilişkin vurguları öne çıkıyordu. Ancak somut ilk adım, 26 Eylül’de kadınlara ehliyet hakkı tanınması için gerekli düzenlemelerin yapılması emrinin yanı sıra, kadınlara yönelik diğer bazı özgürlüklerin de getirileceğinin açıklanması oldu.
Bunu bir dizi başka sembolik adım izledi: Devlete ait kültür kanalında konserler yayınlanması, sinema ve tiyatroların açılacak olması, klasik literatürde 'hisbe' diye nitelenen ve Suudi Arabistan’da 'iyiliği emir/teşvik, kötülükten sakındırma teşkilatı' olarak bilinen kurumun yetkilerinin kısıtlanması bunlardan bazılarıydı. 'Neom' projesini de bu meyanda zikretmek gerekir.
Zira bu projenin gerçekleşeceği 470 km’lik havza, sıradan bir serbest ticaret bölgesinin ötesine geçerek, kadınlarla erkeklerin birlikte denize girebildikleri Dubai’dekine benzer plajları içeriyor. 'Şeriatsız bölge projesi' olarak nitelenen bu bölge ve benzeri bölgeler, aslında kısmen de olsa Suudi Arabistan’da Yanbu ve Dammâm gibi petrol bölgelerinde vardı. Amerikalılara ait özel anlaşmalı bu bölgelerde yabancılar serbestçe yaşayabiliyorlardı.
ABD'den eğitime müdahale Bu adımların 'ılımlı İslam’a dönüş' açıklamasıyla örtüşen en önemli unsurları, İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine dair söylemler ve Riyad’da ABD’nin yardımıyla kurulan bir merkezde okullardaki müfredata dair çalışmaların yapılacağının ilan edilmesi oldu.