14-02-2019 tarihinde eklendi
Şeyh Hamit TURAN’ın Vefatının 2. Yılı Münasebetiyle Zeynebiye'de Anıldı (Foto)
Türkiye Caferileri Lideri Şeyh Selahattin Özgündüz'ün dâvâdaşı, Hüccetül İslâm vel Müslimîn Şeyh Hamit TURAN, vefatının 2. yılı münasebetiyle Zeynebiye Camii'ndeki anma merasimiyle yad edildi.

12 Şubat  Salı günü İstanbul Zeynebiye Camii'nde Hüccetül İslâm vel Müslimîn Şeyh Hamit TURAN'ın vefatının 2. yılı münasebetiyle  Zeynebiye Camii'nde anma merasimi düzenlendi.
 
Sunumunu Muhammet Çaça’nın yaptığı anma merasimi CABİR alimlerinin katıldığı program CABİR alimlerinden Ş. Kemal Otay’ın Kur'an-ı Kerim tilaveti ile başladı.
 
Program Türkiye Caferileri Lideri Selahattin Özgündüz'ün dâvâdaşı, Hüccetül İslâm vel Müslimîn Şeyh Hamit TURAN'ın cenaze merasim klibi ile devam etti.
 
Özgündüz, konuşmaşında Turan'la geçen 50 yıllık dostluğunu anlattı. Özgündüz'ün Turan'la anılarını anlattığı konuşma Ehlibeyt dostlarına duygu dolu anlar yaşattı.
 
Daha sonra Halkalı Bağlar Beyazit Cami İmam Hatibi ÖMER KURT bir konuşma yaptı. Kurt şunları söyledi; “Bu güne kadar kitaplarda az da olsa Ehli Beyt ile ilgili aşk hakkında yüzeysel bilgilerimiz vardı. Başta liderimiz Selahattin Özgündüz hocamızın da teveccühüyle beraber, hem de meslektaşım olan Hamit Turan hocam ile beraber bunu derinden anlamak şerefine nail oldum. Bundan dolayıdır ki kendisini burada en kalbi duygularımla rahmetle anıyorum. Şükranlarımı sunuyorum ve gördüm ki şunu da ifade edeyim: Zeynebiye de gerçekten üstün bir insan sevgisi, muhabbeti geriye bırakmıştır. Sizlerin olan o en güzel Ehli Beyt sevgisini, aşkını çok iyi donatmıştır ki sizlerden de, ondan sonra da çok değerli Ehed hocama kadar çok değerli şeyler öğrendik.
 
Sizin bu çok değerli sevginiz, muhabbetiniz, birliğiniz; tabi ki başta Selahattin Özgündüz hocamla birlikte ama tabi ki Hamit Turan hocamızın da çok değerli emekleri vardır.
Ummadığımız bir anda rahatsızlandı. İnanın ben hâlâ inanamıyorum çünkü rahatsızlığından kısa bir süre önce sohbet etmiştik, çay ocağında. Uzun uzun konuşmuştuk, ondan çok değerli bilgiler öğrendim. Rahatsızlığından sonra da bir daha görüşme, konuşma fırsatımız olmadı. Zaten ardından da Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Yolunu Allah açık etsin.
 
Türkiye’ de görmüş olduğum en büyük cenaze merasimlerinden birini de burada yaşadım. O gün de çok duygulandım. Ehli Beyt sevgisinin ne kadar derin olduğunu, sözde değil gerçekte ne kadar etkili olduğunu gömüş oldum. Ehli Beyt’e olan saygınızın, sevginizin, muhabbetinizin ne kadar fazla olduğunu orada görmüş oldum. Allah kendisinden razı olsun. Ben kendisinden çok razıyım, ebediyen kendisine duacıyım. 
Rabbim bizi Ehli Beyt’in yanında buluşmaya ve görüşmeye nasip kılsın. Bütün Ehli Beyt’i, âlimlerimizi, hocalarımızı hürmetle anıyorum. Allah hepinizden razı olsun, geceniz mübarek olsun. Allah bütün göçmüşlerimize rahmet etsin.” dedi.
 
Türkiye Caferileri Lideri Selahattin Özgündüz; en yakın dostu, dava yoldaşı olan Merhum Şeyh Hamit Turan hakkında duygulu bir konuşma yaptı. Konuşmaşında Turan'la geçen 50 yıllık dostluğunu anlattı. 
Özgündüz şunları söyledi; “Şehitlerimizin ruhu şad olsun. Ulemamızın ruhu şad olsun.
Hamit Turan ile beraber bu ülke de geçmişten bugüne Ehli Beyt’in tanıtılmasında emeği geçen bütün ulemamızın Allah sevdikleriyle haşr etsin. Resul-ü Ekrem ve hanedanının şefaatine nail etsin. Bir rivayetin üzerine ben çok düşündüm. Şimdilerde daha iyi anlıyorum. Bir âlim öldüğünde İslam’da bir gedik açılır, o gediği kimse dolduramaz. Onun yeri dolmaz. Anlamakta zorlanıyordum çünkü belki ondan daha iyi bir âlim gelip onun yerini dolduracak, ama öyle olmuyor… Şimdilerde diyorum, daha iyi anlıyorum. O gelen âlim kendi yerini dolduracak, vefat edenin değil.
Hiç kimse bir diğerinin tıpkısının aynısı olamaz. Yani olur ki ondan daha bilgili bir kimse olsun ama karakteri diğerine benzeyemez. Parmak izi gibi. Baba-oğulun bile parmak izi bile birbirinin aynısı değildir. Karakter de böyledir.
 
Masumlarda da Allah’ın emrine uyma noktasında hepsi kusursuz olmak durumunda ama onların da karakterleri farklıdır. Örneğin; Hz. İbrahim (a.s) ile Hz. İsa’nın (a.s) karakteri aynı değil. Yani hepsi günah işlememiş masumdur ama karakterleri farklıdır. 14 masuma gelelim; Resul-ü Ekrem (s.a.v) ile Hz. Ali’nin (a.s) karakteri aynı değil. Ayrı portredirler. İmam Hasan (a.s) ile İmam Hüseyin (a.s) ikisi de farklıdır birbirinden.
 Dolayısıyla Hamit Turan’ın yerini kim dolduracak? Bu açıdan kimse alınganlık etmesin ama kimse onun yerini doldurmayacak. Herkes kendi yerini dolduracak. Peki, Hamit Turan benimle nasıldı? Benimle bir elmanın
iki yarısı demek doğru tabir olmaz çünkü farklı karakterdik. Ama birbirimizi tamamlayıcıydık. Benim eksiğimi tamamlıyordu. İkimiz aynı olsaydık bu kadar faydalı olamazdık. Benim kırıp döktüğümü hiç değilse o topluyordu. Bunun için herkes sadece kendi yerini dolduruyor, bir başkasının yerini dolduramıyor. Resul-ü Ekrem’den sonra Hz. Ali (a.s) Kuran’ın yaveri olarak Resul-ü Ekrem’in yerini doldurabildi mi? Dolduramadı. Bu böyle devam eder.
 
Bu sadece İslami hareketlerde böyle değildir. Lenin’in yerini Stalin doldurabildi mi? Dolduramadı. Atatürk’ün yerini İsmet doldurabildi mi? Dolduramadı. Bu bir eksiklik belirtmiyor çünkü herkes kendi yerini doldurabilir ancak. Bu açıdan büyük boşluk hissediyorum. Yani Zeynebiyemizin hareketi adına büyük boşluk hissediyorum. Diğer ulemamız ondan eksiktir demiyorum. Konuştuğumdan bu anlaşılmasın. Ümmetin, Müslümanların, Camiamızın birliği, dirliği için çalışan âlimlerimizin Allah hepsini muvaffak etsin. Onlar kendilerinin yerini dolduruyorlar. Ben de Hamit Turan’ın yerini dolduramıyorum. Ben kendi yerimdeyim. Kendi yerimi doldurabilirsem ne iyi. Benden bekleneni verebiliyorsam ne mutlu. Ama takdir buyurursunuz ki geniş dünyada ihtiyaç duyulmadan bana karşı olan insanlar sıkışınca, bana ihtiyaç duyunca o zaman ‘’Sen lidersin, bu duruma, bu sıkıntıya çözümü sen getireceksin.’’ Diyorlar. Bu durum ister istemez insanın boynuna ağır yükler getiriyor, ağır yükler getiriyor, dertler getiriyor. Genelde de keyfi yerinde olan gelmiyor, derdi olan geliyor.  Hani bu evlenmeyi kolaylaştırdığımız dönemde birisi evlenmek isteyince aracı da oluyorduk. Aile çevrenizden birileri aracı olmuş evlenmenize eğer evlenenler mutluysa aracılar akla gelmez ama eğer evlenenler mutsuzsa her yakarışta, beddua da ismin geçer ‘’Nereden buldu getirdi bunu benim yanıma’’ diye. Bana yüklenen görev aynı böyledir. Bir hata yapsam hareket adına her şey tepe taklak olur. Birisi de çıkıp demez ki
‘’Bizim de görevlerimiz var, amaçlarımız var biz de bir şeyler yapalım.’’. 40 senedir yaptığım her şey tek bir yanlışla yıkılabilir. 
 
Buradaki meselem; bu baskı, bu yükümlülük, birileri tarafından destek çıkılmalı. Merhum arkadaşım bu işi yapıyordu. Emir-ul Muminin derdini kuyulara diyordu. Ben kendi anladığımı söylüyorum. Başka ulemalar başka düşünceler dile getiriyorlar, getirsinler. Benim düşündüğüm şu: Hz. Ali (a.s) Hz. Fatima (a.s) hayattayken derdini onunla paylaşıyordu. Bir denge vardı. Hz. Fatima vefat ettikten sonra Hz. Ali’nin (a.s) derdini dinleyecek kimse kalmadı. Ama insan masumda olsa Hüccetüllah da olsa derdini dökmeye ihtiyacı var. Kime etseydi? Dengi yok ki. Çocukları, Hz. Fatima vefat ettiğinde 7, 8 yaşlarındaydı.  Koca koca dertlerini nasıl onlara anlatsın. O da kuyuya döküyordu içini. Derdini anlatmak bir ihtiyaçtır, ağlamanın olduğu gibi. Şükür ki Allah bize Hz. Hüseyin’i (a.s) bize tanıtmış ki onun sayesinde hem ağlayıp ihtiyacımızı gideriyoruz, hem onun adına dua ediyoruz. Ağlamayan insan kupkurudur, merhametten yoksun, acımadan yoksun, robot gibi insanlar. Dertleşmek, deşarj olmak ciddi bir ihtiyaçtır. Benim konumumdaki birisi için de çok büyük bir ihtiyaçtır. 
 
O merhum hayattayken her şey bir yana bu ihtiyacım da karşılanıyordu. İnanın hiç kimseye dökmeyeceğim içimi ona döküyordum rahatlıkla. Emindim çünkü o benim eminimdi. Yarım asırlık yoldaşlıkta boşuna değildi ki.  İki kardeş o kadar beraber olabilir mi? Bakıyorum pek yoktur. Kendimi boşlukta hissediyorum çünkü hiç kimse onun yerini dolduramıyor ki. Ona döktüğüm derdimi kardeşime, oğluma dökemiyorum ki, çünkü olmuyor, olmaz. Onunla vizyon, hedef birliğine de varmıştık. Bunun için bu kadar uzun yıllar beraberdik. Yoksa eğitim gördüğümüz yerde bir sürü başka öğrenciler de vardı.
 
Yine diğer arkadaşlarım, meslektaşlarım üstlerine alınmasınlar. Dünya ve ahiret işinde tereddüt edip hangisini tercih etsem diye düşündüğü yoktu. Ahiret öncelikliydi, dava öncelikliydi. Trilyonluk kişisel çıkarı da olsa davaya feda ederdi. Bencilliği yoktu, benim bu işte payım nedir diye bir düşüncesi, saplantısı yoktu. Davayı özümsemişti. Yani öyle insan tanıyorum ki mesleğinin olup olmaması önemli değil, biz cümleten bir hareketin üyeleriz ama şunu demekte hiç zorlanmıyor ‘’Senin için ben bunu yaptım!’’ Senin benim için yaptım dediğin şeyi benim işin yapmadın dava için yaptın. Sen sevabını da de hafiflettin ettin onu Allah için yaptığını söylemeyip benim için yaptığını söyleyerek. Bu yol sadece benim yolum değildir ki; şehitlerin, âlimlerin, Müminlerin yoludur. 
Salihler Topluluğu yeryüzüne İslam sancağını dikecek olan topluluktur. Bunların önderi kimdir? İmam Mehdi. (a.s)  Biz ne diye dua ediyoruz Allah’a: Bizi Peygamberin, masumların yolundan ayırma.
Yani senin gittiğin yol benim yolum değil, ben de senin gibi o yolda ilerlemeye çalışıyorum ama o yol benim değil, yani eğer elde edeceğin bir şey varsa onu da benden almayacaksın o yol Allah’ın yoludur alacağın varsa verecek olan da Allah’tır.
 
Hamit benim abimdi eli üstte olması gereken oydu ama o ikinci adam olmayı seçti, benim elimi üste koydu. Ben ikinci kişi olmayı gönülden isterdim ama o ikinci kişi olmayı seçti. Bana yar, yaver oldu sonuna kadar. Hiç vefasızlığını gördünüz mü? Ben görmedim. Aynı şeyleri beraber kurguluyorduk daha yirmili yaşlarımıza basmadan önce. Bu yola beraber baş koyduk, döneklik yapmadı, arıza çıkarmadı. Birbirimize yeri geldi kızdık, bağırdık. Ben ona kütük fırlatmadım ama o bana fırlattı. Ben onun yakasını yırtmadım ama o benim elbisemin yakasını yırttı. Keşke hayatta olsaydı da her gün bir elbisemin yakasını yırtsaydı.
Çok ihtiyaç duyuyorum ona. Boşluğunu çok acı bir biçimde hissediyorum. Kendimi teselli etmeye çalışıyorum. Biz kardeş olduk, o sonsuzluğa benden önce gitti. O orada benim yolumu gözleyecek. Necef’e gittiğimizde o bana teselli oldu. Sonsuzluğa giden yolda beni bekliyor bununla teselli bulmaya çalışıyorum.
Necef’e gittiğimde yeni olgunlaşmış bir gencim. Necef’te mollaların tutumu çok sıkıyordu beni ama bu onların geleneğiydi bana özel bir durum değildi bu. Okulda bile kesilmeyen saçımı medreseye girer girmez üç numaraya kestiler. 
 
Allah geçmişlerinize rahmet etsin. Kelbayı Molla Necef vardı. O zaman ki talebeler arasında en uzun oydu. Ben yeni olgunlaşmaya başlamışım. Bana o zaman onun giysilerini getirdiler. Yürürken paçalarını elimde toplayıp öyle yürüyordum. Hamit baktı sıkılıyorum, benden sekiz ay önce gelmişti o. Beni güldürmek için, mutlu etmek için şakalar yapıyordu, komiklikler yapıyordu. Ondan sonra Necef’e alıştım, nereye gitsem sıkılırdım ama Necef’e gitsem ata yurduna gitmiş gibi mutlu olurdum. 
 Allah hepimizi en az onun kadar bu yola, bu davaya sadık yarenler etsin. Baş ağrısı verdiysem affedin ki onu da derdimin çokluğundan veriyorum.” dedi.
Şeyh Mir Haşim Erdoğan’ın okuduğu mersiye Zeynebiyelileri gözyaşılarına boğdu. Vurulan sinelerin ardından matem programı dualarla son buldu.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
http://caferider.com.tr/seyh-hamit-turanin-vefatinin-2--yili-munasebetiyle-zeynebiye-de-anildi-foto_h22787.html