14-01-2016 tarihinde eklendi
Kılıç,Sultanahmet'te bombalı saldırıyı kınadı
Caferider Başkanı Av.Sinan Kılıç,Sultanahmet'te yaşanan bombalı saldırıyı ve bölgemizde yaşanan gelişmeleri değerlendirdi

Sultanahmet saldırısının arkasında kimler var? Hedef sadece oradan geçen turistler miydi?

  Haber merkezlerinin, yetki makamların ve hükümet üyelerinin kamuoyuna açıkladığı bilgiler çerçevesinde, saldırının tekfirci terör tarafından yapıldığına kuşku yok. Canlı bombanın kendisini patlatmak suretiyle gerçekleştirdiği eylemde, bombacının Suudi Arabistan uyruklu olduğu tesbit edilmiştir. Bombacının uyruğu öyle olmasa bile, bu teröristlerin üretim fabrikasının Suud rejimi olduğunu bütün dünya biliyor. Tunus, Libya, Somali, Yemen, Irak, Suriye, Afganistan, Pakistan gibi bir çok bölgede terör eylemleri yapan  bütün teröristlerin ideolojisi vahabiliğe, strateji ve finans kaynakları da Suud rejimine dayanmaktadır. 

Bölgede terörün kaynağı, üreticisi, destekçisi Suudilerdir. İslam’ın iki göz nuru olan Mekke ve Medine gibi kutsal kentleri sözüm ona İslam devleti adı altında yöneten Suud hanedanlığı, Müslüman toprakların petrol gibi doğal kaynaklarından ve Hac gibi ibadetlerden elde etikleri serveti terörü finanse etmek için kullanıyorlar. Yani Müslümanlar Müslüman bir ülkenin parasıyla öldürülmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun ortadan kaldırılması için Batı ile işbirliği yapan Vahabi Suud hanedanlığı o gün nasıl Osmanlıyı arkadan vurduysa bugün de bölgede Filistin topraklarını işgal ederek, kendisine yaşam alanı yaratmaya çalışan Israil ile sıkı iş birliği halindedir. Savaşların, terör olaylarının yaşandığı bölgelere baktığımızda bu bölgelerin stratejik konumu, ticari ve ulaşım pozisyonu, enerji kaynaklarının varlığı, doğal kaynakların ve enerji kaynaklarının iletişimi açısından İsrail için hayati öneme sahip olduğunu görüyoruz. Suud rejimi, İsrail’in bu hayati çıkarlanın korunmasına yardım ediyor. Bunu yaparken de İslam’ı ters yüz ediyor. Yani gerçekte sömürüye, emperyalizme karşı olan İslam’ı, kendi anlayışı olan vahabiliğe eviriyor. Böylece Müslümanların refleksini, direncini kırıyor. Ancak Batı’ya taşeronluk eden Suud rejimi ve yandaşları, Irak ve Suriye hattında hiç ummadıkları bir direnişle karşılaştılar, yenilgiye uğradılar. Şimdi bu yenilginin telafisi adına olsa gerek Suudi petor/dolarlarından beslenen ülkelerle “ordu” kuruyorlar. Türkiye’de dış politikasındaki tercihleri doğrultusunda bu ordunun bir unsuru haline getirilmek istenmektedir. Ancak bir kısım taraftarına rağmen Türkiye’nin ve kamuoyunun buna karşı olduğunu görüyoruz. Mehmetçiğin Suudi rejiminin vurucu gücü olması ve dolayısıyla İsrail çıkarlarına hizmet etmesi istenmiyor. Bu nedenle Sultanahmet saldırısı Türkiye’nin Suud ittifakında yerini sağlamlaştırmayı amaçlamış da olabilir.

Dış politikamızın bugün geldiği durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Suudilerin kurduğu ittifaka katılmamızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

  Osmanlı İmparatorluğunun dağılma aşamasındaki mandacı dış politikası, Cumhuriyetin kurulmasıyla “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesiyle dengeli ancak özellikle bağımsız bir dış politika anlayışına dönüşmüştür. Türkiye bir yandan yüzünü Batı’ya dönerek Batı medeniyetinin bir parçası olmayı hedeflerken, bir yüzünü de Doğu’ya dönerek Doğu medeniyetini yeniden yüceltmeyi amaçlamıştır. Bu maksatla genç Türkiye Cumhuriyeti bir yandan Birleşmiş Milletler’e üye olurken diğer yandan da Sadabat Paktı’nı kurmuştur. Son on yılda bu dış politika anlayışından vaz geçildiğini görüyoruz. Bölgede değişen yönetimlerin ülkelerin haritalarını da değiştireceği beklentisiyle Yönetim, askeri operasyonları da içeren daha aktif dış politika izlemiştir. Aslında bu anlayış emperyal bir anlayıştır. Oysa Türkiye,  tarihsel açıdan bakıldığında emperyalist bir ülke değildir. Dolayısıyla, özellikle başta Suriye politikası olmak üzere dış politikamız bize göre yanlış bir hedefe yönelmiştir.  Bu politika gerçekçi de değildir, bölgenin gerçeklerine uygun da değildir. Nitekim bugün vardığımız nokta bu eleştirimizin haklılığının kanıtıdır. Türkiye komşularıyla kavgalıdır ve bölgede yalnız kalmıştır. Bu yalnızlık “İsrail’e mecburiyet” noktasına varmıştır. “Stratejik ortak”, “işbirliği” gibi içi boş kavramlarla müttefik olduğumuz Batı dünyasına karşı “teslimiyetçi” politikaların da Türkiye’nin geleceğine olumlu katkı yapacağına inanmak mümkün değildir. 

Biraz önce söylediğimiz gibi Suud ittifakı bir şer ittifakıdır. Çünkü sorunun kaynağı, terörün üreticisi ve destekçisi zaten Suud rejimidir. Bu rejim kendi ülkesinde de bölgede de kendisinden olmayanları, ülkesiyle inancıyla, medeniyetiyle, kültürüyle, insanıyla birlikte yok etmektedir. İslami olamayan ama İslami elbise giyen Suudiler, Müslümanlar arasındaki küçük ayrılıkları bile derinleştirmekte, mezhep çatışması yaratmaktadır. “İslam Ordusu” kurduğunu söyleyenler sadece Suud petro/dolarlarıyla beslenen ülkeleri ve yine sadece sünni ülkeleri ittifaka dahil etmiştir. Sünni olmayan ülkeler Müslüman değil mi? Onlar neden bu ittifakın içinde değiller. Böyle bir “İslam Ordusu”nun Müslüman olmayanlara karşı savaşması beklenmez mi? Ancak kurulan ittifakın sünni ve hatta vahabi bir ittifak olduğu açıkça belli olduğuna göre, kiminle savaşması umuluyor?

Dolayısıyla Türkiye’nin Suudiler tarafından kurulan herhangi bir ittifakta yer alması, tarihsel kimliğine, medeniyet anlayışına, sosyal ve kültürel yapısına tamamen zıttır. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu antiemperyalist bir mücadelenin sonucudur. Bu gidişatı tersine çevirerek, bugün emperyalist oyunun bir parçası olmamız mümkün değildir. Anadolu coğrafyası İslam’ı Ahmet Yesevi’lerin, Hacı Bektaşı Veli’lerin, Mevlana ve Yunus’ların gülen yüzüyle tanımıştır. Bu hamurla mayalanmış Türk milletinin ve onun bağrından çıkan Mehmetçiğin  vahhabi ve tekfirci bir anlayışa hizmet etmesi beklenemez. 

İsrail Devletiyle “dost” olmamız,” İsrail’e ihtiyaç duymamız” ise kabul edilebilir bir durum değildir. Çünkü İsrail devletler hukukunun kabul ettiği kıstaslarla kurulmuş meşru bir devlet değildir. Gasıp bir devlettir. Filistin halkına katliam uygulayan ve halen Filistin toprakları üzerinde işgalini genişleterek sürdüren bir oluşumdur. Bu mütecaviz ve “gasıp devlet”le dost olmak için İslam inancımızı ve Türk kimliğimizi yeniden tanımlamamız gerekir.

Kurulan ittifakın bir diğer anlamı da İran’la ilgilidir. Uzun yıllardır Batı’dan izole edilen ve ambargo uygulanan İran, nükleer enerji konusundaki başarılı diplomasisiyle, Batı ile yeniden resmi ilişkiler kurmayı başarmıştır. Bu durum İran’ın siyasal ve ekonomik olarak gelişimine yükselişine yol açacaktır. Nitekim İran’da kendi yönetimini reformist bir hedefe yönelterek dünya ile entegre olma yolunu seçmiştir. İşte bu gelişme, İsrail yönetimini ciddi şekilde kaygılandırdığından dostları Suudi rejimi eliyle bölgede yeni bir güç odağı oluşturmak istemektedir.

Geçtiğimiz gün Ankara’da yakalanan IŞİD üyelerinin Keçiören'de bulunan Caferilere ait Muhammediye Camiinde keşif yaptığı ortaya çıktı. Caferi Camiiler için özel bir güvenlik önlemi çalışmanız var mı?Emniyet ile görüşmeleriniz oluyor mu?

Bütün bu bölgesel gelişmeler içerisinde Türkiye vatandaşı Caferiler, tarihin her döneminde olduğu gibi öncelikle Müslümanların, vatanları olan Türkiye’nin birlik ve beraberliğini düşünmüştür. Caferiler, Türk milleti ailesinin fertleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarıdır. Herkesten daha çok bu ülkenin varlığını ve selametini istemektedirler. Ancak biraz önce bahsettiğimiz şer odakları, biz Caferiler hakkında kara propaganda yaparak karşıtlaştırıp çatışmayı arzu ediyorlar. İslam inancının öze ait olmayan farklı yorum ve kabullerini öne çıkararak, eğip bükerek, saptırarak  “Müslüman kardeşliğini” parçalamak istiyorlar. Caferiler, her türlü fedakarlığı yaparak bu tuzağa düşmemiştir, düşmeyecektir de. Caferiler mağduriyetlerine rağmen ülkesinin devleti ve milleti ile bütünlüğünden, Müslüman kardeşliğinden taviz vermeyecektir. İşte bu onurlu duruşu yıkmak için tekfirci terör Caferilere saldırmaktadır. Tekfirci terör Caferilerin İnançlarına saldırmakta, Camilerini yakmaktadır. Yakalanan teröristlerin beyanlarından anlaşılacağı gibi canlı bomba eylemleri yapmak istemektedirler. Gerek yöneticilerimizin gerekse emniyet birimlerimizin bu konudaki hassasiyeti nedeniyle bu güne kadar bu emellerine ulaşamadılar. İnşallah da ulaşamazlar. Biz CAFERİDER olarak bu konuda yöneticilerimizle ve emniyet birimlerimizle diyalog ve işbirliği halinde gerekli tedbirleri almaya çalışıyoruz. Ayrıca kendi içimizde de güvenlik önlemlerine dair çalışmalarımız oluyor.

Şunu da belirtmek gerekir ki, tekfirci teröre karşı güvenlik önlemleri gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Asıl atılması gereken adım, tekfirci terörü ülke yönetimi olarak mahkum etmek, beslendiği damarları ve kaynaklarını kurutmak gerekir. Polisiye tedbirler fikri ve sosyal tedbirlerle desteklenmediği sürece yeterli olamaz.

http://caferider.com.tr/--kilicsultanahmet-te-bombali-saldiriyi-kinadi_h15951.html