27-12-2013 tarihinde eklendi
İslami Düşüncede Aklın Yeri


 Temel İslami kaynaklar; her tür ifrat ve tefritten uzak bir şekilde akıl ile vahyin konumunu tanımlayarak, her birini layık oldukları yere oturtturmuştur.

Elinizdeki yazı, İslami Düşünce ve Kültür Araştırma Merkezi tarafından “Akıl ve Vahy” ismiyle yayınlanan kitabın 8. faslının çevirisidir. Kitap, bir cilt ve sekiz fasıldan oluşmaktadır. Bir grup araştırmacının hazırladığı bu kitap Farsça diliyle kaleme alınmıştır. Yazı hacimli olmasın diye, iki bölüme  ayırdık; diğer bölümü sonraki sayıda gelecek.

Temel İslami kaynaklar; her tür ifrat ve tefritten uzak bir şekilde akıl ile vahyin konumunu tanımlayarak, her birini layık oldukları yere oturtturmuştur. Bu temel üzerine Kuran ve Sünnet, bir taraftan aklın makam ve menziletini övmüş, onu hüccet ve ilahi bir peygamber olarak tanıtmıştır. Diğer taraftan ise; insanın idrak etme aracı olan aklın noksanlıklarına parmak basarak, aklın hataya düştüğü yerleri hatırlatmıştır. Müslüman düşünürler, özellikle Ehl-i Beyt mektebini izleyenler, akıl ve vahyin uyum içinde olduklarını vurgulayarak, her ikisinin arasında gerçek bir uyuşmazlığın varlığını doğru görmemişler ve "akli hüsn ve kubh" ile "şer’i hükümle akli hüküm arasındaki mülazeme" kurallarını öne çıkartarak, akıl okşayan asil İslam kültürünün çehresini göz önüne sermişlerdir. Mutedil akılcılık şeklinde adlandırabileceğimiz bu görüşe göre; akıla değer verme kastıyla dinin kutsiyetini küçümsemediğimiz gibi, dinin kutsallığını korumak amacıyla da aklın önemini ve değerini görmezlikten gelemeyiz. Akıl ve vahy, ilahi iki hüccettir. Bundan dolayı, iç peygamberin verileri ile dış peygamberlerin öğretileri arasında çelişkinin olmayışı bir tarafa, belki aralarında tam bir uyum ve birliktelik bulunmaktadır. İbn-i Rüşd’ün güzel deyimiyle: “Hakkın hakla düşmanlığı yoktur, belki onu destekler ve hak olduğuna şahitlik eder.”1                                                                                                                                                                     

AYETLER VE RİVAYETLER IŞIĞINDA AKIL

Ku’ran, insanları düşünmeye çağırırken ilahi bir vergi olan akıla karşı duyarsız kalanları şiddetle yermekte ve hatta akılından yararlanmayanları canlılaların en kötüsü olarak nitelendirmektedir. Bu hidayet edici kitapta öncekileri körükörüne izlemek, sorgulamadan ve düşünmeden onlara bağlanmak şiddetle kınanmış ve onun hikmet dolu ayetleri, akıl sahipleri için ibret ve yarar kaynağı olmuştur. Kur’an-ı Kerim insanlar,ı dinsel inançları kanıtsız kabul etmeye çağırmadığı gibi, bizzat kendisi akli delil ikame ederek, muhataplarına bu yöntemle hareket etmelerini önermiştir. Kur!an, insanı cehenneme götüren sebeblerin ana kaynağını ve en köklü günahını, aklın yol göstericiliğinden yüz çevirmek olduğunu beyan ederek; cehenneme düşenlerin hasret çekme ve hayıflanma sebebini şöyle ifade etmekte:" Eğer işiten kulağımız olsaydı, ya da düşünseydik cehenneme düşenlerden olmazdık". (Mülk 10).

Ehl-i Beyt  (as) ise; akla üstün bir makam vererek, herkesten daha ileri bir düzeyde akıla önem vermişlerdir. Bu arada Hişam İbn-i Hakem’in, İmam Musa İbn-i Cafer (as) ‘den naklettiği rivayet parlak bir konuma sahibtir. İmam Kazım (as), bu hikmet dolu hadiste; aklın ve akledenlerin bir kısım özellikliklerini sayarken şöyle buyurmakta: "Allah insanlara iki hüccet vermiştir; biri insanın içinde, diğeri ise insanın dışındadır. Dışardaki hüccet peygamberler ve imamlardır; içerdeki hüccet ise, insanoğlunun aklıdır". (El-kafi c. 1. s.60 Kuleyni)

Dedi ben akılım, resülü zulcelalim,

Hüccetullahım, her delaletten uzağım.    (Mevlana)

Rivayetlerin gözüyle aklın bazı özelliklerine değinerek, akledenlerin dikkatini bu rivayetler üzerine çekelim:

"Dinin temeli akıl üzerine kuruludur ve yalnız onun vesilesiyle tanınabilir. Akıl sahibi, Allaha varmayı akıl dışı bir yolla arayanların tümünden, ona daha yakındır". (Biharul-Envar  c. 1. s. 94  Meclisi)

"İnsan akıl ile ayaktadır ve akıl olmadan hak dini bulamaz". (a.g.e.  )

"Cennet ehlinin dereceleri aklın ölçüsüyle ölçülür ve her kişi aklını kullandığı ölçüde rabbine yakın olur".(El-kafi  .c. 1.s. 54-55)

"Akla uymak yolun bulunmasına, uymamak ise pişmanlığa sebebtir". (Biharul-Envar c. 1. s. 96)

"Akıllının uykusu, akılsızların uyanık halinden daha üstündür ve yemek yemesi onların oruç tutmasından daha hayırlıdır". (El-hayat c.  1.  s. 45 Muhammed Rıza- Muhammed- Ali Elhakimi)

"Aklın olmayışı, ruhun insandan ayrılması gibidir; öyle ki, ardında cansız bir bedenden başka bir şey bırakmaz". (a.g.e,  s.46)

"Akıl, ilahi bir peygamberdir".  (a.g.e. )

"Akıldan yoksun olmak kadar acı bir yoksulluk yoktur". (Nehcül- Belaga 54cü hikmet)

"Dindarlık ve hayalı olmak, hiç bir zaman akıllılıktan ayrılmazlar ve onu yalnız bırakmazlar".  (El-kafi c.1. s.53)

"Sinedeki akıl insanın dostu, cehalet ise azılı düşmanıdır". (El-kafi c.1. s. 54)

KUR’AN’IN BAKIŞINDA AKLIN DEĞERİ

Dış peygamberlerin son halkasının mesajı olan Kur’an-ı Kerim, akılsal veriler ile çatışmamakla birlikte, değişik şekillerde içsel peygamberin mesajlarını destekleyerek onaylamıştır. Bu iki peygamberin beraberliğini ve gönüllerindekinin aynı olduğunu, aynı şeyi paylaştıklarını, aşağıdaki örneklerde gömek mümkündür:

1-Düşünmeye Çağrı

Kur’an’ın nazar, tedebbür, tefekkür, itibar, tezekkür, ve tefekkür gibi çeşitli  sözcükler ile düşünmeye çağırması, akıl karşıtlığının Kur’an mantığıyla uyuşmadığını göstermektedir. Bu yönde hakkın varlığının nişaneleri olan tekvini ve teşrii ayetler bir çok konuda akıl sahiplerinin istifade kaynağı olmuştur. Şimdi, gönül aydınlatan bu ayetlerin bir kısmına bakalım:

"Devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?"(Gaşiye 17–20)

"(Resülüm!) Sana bu mübarek Kitabı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik."(Sad 29)

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar; ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken(her vakit) Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!" (Al-i imran 190 – 191)

"Kuşkusuz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size, onların karnındaki fışkı ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen halis bir süt içiriyoruz." (Nahl 66)

"Andolsun, biz cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır".(Araf 179)

2-Akli Kanıtın İkamesi:

Kur’an, akılsal kanıtları bulmayı sadece muhataplarına bırakmamakta ve birçok yerde özellikle tevhid, nübüvvet ve ahiret gibi konularda bizzat kendisi aklı kanıt getirmektedir. Mesela; tevhidi ispatlarken şöyle buyurmaktadır: "Eğer onlarda (yeryüzü ve gökyüzünde) Allah’tan başka ilahlar olsaydı, kesinlikle (yer ve gök) bozulurdu". (Embiya 22)

Bunun yanında Kur’an-ı Kerim, kendi muhaliflerinden kanıt isteyerek, şöyle buyurmaktadır:

"Ve dediler ki; yahudi ve hristiyanlardan başka kimse cennete girmeyecektir. De ki; eğer doğru söylüyorsanız kanıtınızı getirin".  (Bakara 111)

Maalesef, bazı yüzeysel düşünenler, kendi zanlarına göre, (güya) Kur’an’ın şanını ve menziletini korumak amacıyla ve onu insani kanıtların düzeyine indirmemek için, Kur’an mantığıyla Yunan mantığının ayrıldığı noktaları açıklamaya çalışarak, Kur’an’ın akli delillerinin kendine özgü olduğunu söylemişlerdir. Bu kimselere göre Kur’an’ın akıl yürütme yöntemi, çeşitli yönlerden Yunan mantığıyla ayrışmaktadır. Örneğin; Yunan mantığında kanıt iki önermeye dayalı olduğu halde, Kuran bir önermeyle ile sonuca varır. (2)

Sanki bu kimseler, aklın ilahi bir lutuf olduğunu; müslüman ve gayr-i müslim herkese eşit düzeyde bahşedildiğinden gafil kalmışlardır. Akli kanıtların ilk yöntemlerinin Yunanlılar aracılığıyla derlenmesi, insanlara hitaben ve akıllarıyla anlaşılır şekilde nuzul eden Kur’an’ı öne sürdüğü akılsal kanıtlara, bilinen insani akıldan başka bir temel aramamıza neden olmaması gerekir; ta ki, tefekkürü teabbüdleştirme gibi semeresiz bir çabanın içine düşmeyelim.

3-  Nedensellik İlkesinden Yararlanmak:

Nedensellik ilkesi, akli düşüncenin temelidir. Bu ilke olmadan kanıta ulaşmak mümkün değildir. Kur’an, daima bu ilkeyi kabul ederek genel bir şekilde bildiğimiz sebebleri onaylamasıyla birlikte melekler ve şeytanlar gibi fiziksel olmayan bir takım nedenlerin rollerini, etkilerini beyan ederek; nedensellik ilkesinin daha geniş bir alanı kapsadığını açıklamaktadır. Kur’an açısından, insanın kötü amelleri ile kara ve denizde meydana gelen fesat ve bozgunluk arasında bile kopmayan bir ilişki bulunmaktadır:

"İnsanların kendi elleriyle yaptıklarından dolayı karada ve denizde bozgunluk ortaya çıktı...".(Rum 41)

Buna mukabil, iman ve takva yerdeki ve gökteki bereketlerin kapılarını insan ve insani toplumların yüzüne açar: "O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık...".(Araf, 96 ) Bunun da ötesinde, müslümanların öncekilerin yaşam öyküleri hakkında bilgi edinmeleri ve ders çıkartmalarına teşvi edilmes ve yönlendirilmesi Kur’an’da nedensellik ilkesinin geçerliliğini göstermektedir. Zira; eğer geçmiştekilerin başına gelen olaylar tesadüfen ve raslantı sonucunda meydana gelmiş olsaydı, bu hadiselerden ders çıkarmak ve öğüt almak anlamını yitirirdi.

Bazı İslami fırkalar, fiili tevhidi savunmak adına, nedensellik ilkesini inkar etmişlerdir ve Kur’an’ın da bu görüşü açıkladığını belirtmişlerdir. Ancak ilahi ayetler üzerinde durulduğunda, bu düşüncenin dayanaksız olduğu ortaya çıkmaktadır ve akledenlerin eline şu nükte geçmektedir; yaratılmışların nedenselliği tüm sebeblerin müsebbibi ve yaratıcısı olan Allah’ın nedenselliğinin uzantısındadır. Ve bunun da Allah’ın fiili vahdaniyeti (kainatta Allah’tan başka müessirin olmayışı) ile bir çelişkisi yoktur.

4 - Ahkam Felsefesinin Beyanı:

Birçok fıkıhsal hükmün felsefesi ve hikmeti insanların gözünden saklıdır. Fıkhi  kuralların birçoğunun hikmeti, akıl ağına düşmemekte ve insan aklının kavrama sınırını aşmaktadır. Ancak, Kur’an’ın ilahi hükümler ile ilgili yaklaşım tarzı göstermektedir ki; bu hükümler metafziksel oldukları halde, tümüyle insanın düşünce düzeyini aşan sırlardan sayılmazlar zira Kur’an, kendisi bu hükümlerin bir kısmının felsefesini beyan etmektedir ve bu yolla insan aklını bunun hakkında düşünmeye çağırmaktadır. Örneğin; kısas hükmünün, toplumsal yaşamın garantisi olduğunu açıklamaktadır ve namaz hakkında şöyle buyurmaktadır:".Ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar..."( Ankebut  45)

DÜŞÜNCENİN HATAYA DÜŞTÜĞÜ YERLER

İnsan zihni, bazen öncülleri doğru dizemediğinden, bazen de kanıta kesinlik kazandıran verileri seçerken kusur yaptığı için, hataya düşerek yanlış sonuca varmaktadır. Düşüncenin hataya saplandığı yerleri insana hatırlatarak uyaran Kur’an-ı Kerim, aslında arka kapıdan akla dayalı düşünceyi onaylamaktadır. Çünkü; eğer akli kanıt temelden dayanaksız olsaydı, akılın hataya düştüğü kaygan yerleri hatırlatmaya çalışmanın, o yerlerden sakınmayı tavsiye etmenin bir anlamı olmazdı. Kur’an’ın işaret buyurduğu kaygan yerlerin birkaçını ele alalım:

1 - Tahmin Ve Zanna Uymak:

Bilindiği gibi, yaşamın günlük tüm işlerinde yakini ve kesinliği yakalamak ya çok zordur, ya da mümkün değildir. Bundan dolayı insanların geneli, yaşamlarını zan temeli üzerinde kurarlar; ona dayanarak hayatlarını sürdürürler. Düşüncenin hataya kaydığı yerlerden biri şudur ki; insan bu huyunu ve alışkanlığını aklı ve ilmi tefekkür sahasına bulaştırsın ve yakine uyma yerine zan ve tahminle yetinsin.

Bu durum; özellikle dini inançlar gibi, insan düşüncesinin alt yapısını ve temelini oluşturan konularda, giderilmesi mümkün olmayan ziyanlara, zararlara yol açmaktadır. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim, şiddetle bu duruma karşı çıkmıştır ve muhataplarının, tahmin ve zanna tabi olmalarını yasaklamıştır. Nitekim Kur’an, asılsız düşüncelerine göre şirk koşmalarını Allah’ın dileğine bağlayan müşrikleri cevaplandırırken şöyle buyurmaktadır:"De ki: Yanlarınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz". (Enam 148)

Kur’an’ın bakışına göre bütün amellerin, tüm inançların bilgiden ve yakinden doğmaları gerekir; yani eğer bireyin kendisinin yakin bilgiye ulaşma gücü yoksa; tabi olmaya layık şahsiyetleri izleyerek, dolaylı da olsa, bilgiden ileri gelen yakine sarılması gerekir. Ta ki; bu şekilde sanının, vehmin tehlikeli sonuçlarından kurtulabilsin ve idrak etme aracı olan aklından uygun bir şekilde istifade edebilsin. (3)

"Bilmediğin şeyin ardına düşme çünkü kulak, göz ve gönül, bunların tümü ondan sorumludur". (İsra 36)    

2 – Taklit

Doğru düşüncenin engellerinden bir diğeri de, düşünme becerisini başkalarına bırakmaktır. Toplumsal ve yaygın inançları kolaylıkla, düşünmeksizin kabullenmek, birçok insanın özelliğidir. Mevlana’nın deyişiyle; ‘’Taklitleri de, kanıtları da zan ile ayakta / tüyleri de, kanatları da.’’

Kur’an-ı Kerim, atalarına uymayı davranışlarının temeli kılan kimselere şöyle seslenmektedir: "Onlara ( müşriklere): Allah’ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar; hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamışidiyseler?"  ( Bakara 170 )

Yani; eğer atalar akıllarını kullanmayıp doğru yolu bulamamışlarsa, yine de onlar gibi akılsızlığı mı meslek edineceksiniz?!

Taklidin çirkinliği, sadece öncekilere uymakla özetlenemez; belki toplumun ünlü şahsiyetlerine uymak dahil, körükörüne olan her türlü uymayı ve taklit etmeyi kapsamaktadır. İslam, toplumun her bireyinin bağımsız bir kişiliğe ve karaktere sahip olduğunu belirterek, bireyi sorumlu kılmıştır. Ve körükörüne toplumun ileri gelenlerine uymayı, bazı insanların sapmasının nedeni olduğunu şöyle beyan etmektedir:

"Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da, onlar bizi yoldan saptırdılar, derler".  ( Ahzab 67 )

3 - Acelecilik

İnsanoğlu bazen, akli hükümler verirken acele davranır ve bir konu hakkında az da olsa, bazı bilgileri edindiği için sonuç almaya çalışır ve sanar ki, konunun tüm yönlerine hakimdir ve ibham perdesinin gerisinde hiçbir nükte kalmamıştır. Bu tür sürat ile görüş belirtmeler, düşüncenin hataya kaydığı yerlerdendir. Kur’an, insanın ilmi sermayesinin az olduğuna ve bazı hükümlere ulaşmak için insan bilgisinin yetersizliğine işaret ederek, şöyle buyurmaktadır: ".Ve size ancak az bir bilgi verilmiştir".  ( İsra  85 )

4 - Nefsani Eğilimler

Akli kanıtı aramaktan gaye, hakikati bulmaktır. Ancak düşüncenin gözleri, hakikatın aklı besleyen ve süslendiren güzelliğini o zaman görebilir ve onunla aydınlanır ki; bencil duyguların, nefsani eğilimlerin tozu ve dumanı düşüncenin çehresine konmamış olsun.

 ‘’Hakikat, süslü bir saraydır; / Heva ve heves, kalkan tozdur.

Görmüyor musun, nerde toz kalksa, / Bakan görmez, kör bile olmasa.’’(Mevlana)

Taassuba dayalı sevgi ve kinler, tutucu yönelimler, tefekkürün yolunu saptırmakta ve doğru hareket etmesine engel olmaktadır.

‘’Garaz geldiği için, hüner görünmez oldu; / Yüzlerce perde gönülden oldu, göze doğru.’’  (Mevlana)

Belagat ve fesahat sultanı İmam Ali (as)’ın şu sözü ne güzeldir: "Hırs kılıcı düşünce ortamında kıvılcımlarını saçtığı zaman, aklın en çok yere çakıldığı zamandır".  (Nehcül-balaga  219.  hikmet)

‘’Berrak göz, akıl, kulak, istiyorsan eğer / Hırs perdelerini yırt sen birer birer

Her kimde olursa hırs, kekeler / Hırs bırakır mı, göz ve gönül olsun münevver.’’

Bunun için, İslam dini takvayı, bakışı ve basireti güçlendiren, geliştiren bir etken olarak açıklamaktadır. ‘’Takva, fazileti rezaletten ayıran vesiledir;"..Eğer Allah’tan  korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış verir.."  ( Enfal  29)

İlahi takva, heva ve hevesin azgınlığını önler; gönül gözüne konan tozları yıkar. Kur’an, insan düşüncesinin hataya düştüğü yerleri açıklarken, nefse tabi olmaya değinir ve putperestleri kınarken şöyle buyurur: ".Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar.." (Necm 23)

AKLIN YÖNLENDİRİLMESİNDE VAHYİN ROLÜ

Tarih buyunca, evrendeki varlıklar da dahil olmak üzere, kendilerini nereden gelip nereye gittikleriyle ilgili düşünen, akıl yürütmeye çalışanlar; sonunda ilahi vahyin öğretileri karşısında diz çökmekten başka çare bulamamışlardır. Şimdi, dinin akıla yaptığı bazı hizmetleri ve katkıları, birkaç eksende ele almaya çalışalım:

1- Aklın Yetersizliğini Açıklamak

Dinin önemli katkılarından biri, aklın yetersizliğini, sınırlı oluşunu açıklamaktır. Din, beşeri düşüncenin içeriğine, barındırdığı yeteneklerin ve becerilerin sınırlarına hakim olması nedeniyle, insana sürekli aklın yetersizliğini hatırlatır, ta ki; aklının dizginlerini bırakmasın ve sahasından çıkmasını önleyebilsin. Bu nedenle din öğreticileri, Allah’ın zatı ve özü üzerinde düşünmekten sakındırmışlardır ve insanları yaratılış hakkında düşünmeye davet etmişlerdir. Zira akıl, Allah’ın zatını kavrayacak güçte değildir. Dolayısıyla, Allah’ın zatıkonusu, aklın sahasının dışındadır.

Varlıklar içerisinde hakkın sırrı ve zatından / anlamak ve kavramak kadar uzak olan var mı?  (Mevlana.)

2 - Yararlı Konular Ortaya Atmak

Sadece akıl nimetine sahip olmak yapıcı, yararlı düşünceyi bulmak için kafi değildir. Çünkü birçokları, bu ilahi hediyeyi uygun olmayan yolda kullanarak, meleklerin makamından üstün bir makama çıkmak yerine, hayvanlardan daha aşağı bir konuma düşmekteler.

Vahy; bedavadan bir takım konuları, amaçlı ve faydalı düşünceye varmak için insanların iradesine sunarak, akla katkı sağlamıştır. Peygamberler geldiler, ta ki; insanda uyuyan yetenekleri, gömülü defineleri uyandırarak açığa çıkartsınlar. Kuşkusuz, eğer peygamberlerin zincirvari başkaldırıları olmasaydı, beşeri felsefeler belirleyici olamaz ve hayati konuları ele alamazlardı. İlahi dinler; Allah’ın varlığı, tevhid, nübüvvet, ruhun ölümsüzlüğü, muhtar irade gibi onlarca meseleyi öne çekerek, insan fikrine yön vermiştir. Bundan dolayı, bir din seçerken hata yapılırsa, ya da dinde tahrifat meydana gelirse, bunun ilk kurbanı insan düşüncesi olur. Örneğin, eğer Hıristiyan düşünürler teslis, hulul, ve tecessüd gibi konuların vahiyden türediğine inanmasalardı, bunların çözümü için iki bin yıllık fikirsel zahmetlere ve çilelere tahammül etmezlerdi; hatta bir an bile ömürlerini, bu düşünce yakan konulara harcamazlardı.

3 - Saadet Yolunun Furuatını Açıklamak

Akıl; insana, yaratılışın anlamsız ve abes olmadığını; mutlak kemale, sonsuz kurtuluşa ermek için bu dünyaya geldiğini hatırlatır. Aynı şekilde akıl, sonsuz hayata ulaşmak için, Allah’ın rızasına uygun olanı yerine getirmek ve rızasına uygun olmayandan sakınmak gerektiğini kavrayabilir; ancak mutluluk yolunun tüm cüz’iyatını, detaylarını bilmek, aklı aşan bir meseledir. Fakat akıl, dinin yol göstericiliği sayesinde, kurtuluşa giden yolun özeliklerine ve füruatına vakıf olabilir. Vahyin hidayeti olmadan akıl, bu dünyadaki ameller ile ahiretteki sonuçları arasında bulunan ilişkiyi keşfedemez.

4 – Aklın Hataya Düştüğü Yerlerin Açıklaması

Vahyin önemli katkılarından biri; aklın hataya düştüğü güzergahları hatırlatmasıdır ki; daha önce bu konu incelendi. Ancak şu noktayı unutmamak gerekir ki; dinin yaptığı katkıları sıralamamız bu anlama gelmez. Din, kendine inanlara düşüncenin has bir çeşidini dayatarak, fikirlerini taabbudileştirmek niyetindedir. Çünkü, böyle bir durumda düşüncenin içinde başka bir şey kalmaz. Belki, kasdedilen odur ki; din yapmak istediği katkıları aklın hizmetine sunarak, onun gözünden saklı kalan gerçeklerin çehresinden perdeyi kaldırmaktadır.

(Yazar-Hasan Yusufiyan, Ahmad Hüseyin Şerifi)

Kaynaklar

( 1 )Faslu-l Makal  fi-ma  beyne’l-Hikmet-i  ve  eş-Şeriat-i  mine’l- İttisal.  s. 17.  İbn-i  Rüşd

(2)-Mecmüat’ul-Fetava c.9. s. 60.  İbn-i Teymiye  / Bkn. El-Kuran ve l-nazarul-akli s.135 – 153.  Fatıma İsmail- Muhammed İsmail

(3)-El-Mizan fi Tefsir’il-Kur’an c.13. s. 92 – 93.  Muhammed Hüseyn Tabatabai

Velayet

http://caferider.com.tr/islami-dusuncede-aklin-yeri-_h10856.html