Ana Sayfa İç Gündem Ülke Gündemi Dünya Gündemi Kütüphane Etkinlik Kültür -Sanat- Bilim Haber - Analiz Caferider
Özgündüz: “Allah ile Arası Olmayanın Hüseyin İle Arası Olamaz”
Muharrem ayının ilk gününde Zeynebiye'de buluşan Ehlibeyt dostları Türkiye Caferileri Lideri Selahattin Özgündüz'ün hutbesiyle feyzlendi, Azerbaycanlı ünlü mersiyehan Seyyid Talih Boradigahi'nin mersiyeleriyle gözyaşlarına boğuldu.
Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
01-09-2019 16:39 - 1068 Okunma
Türkiye Caferileri Lideri Selahattin Özgündüz'ün temel inançlarımız üzerine sohbeti ilgiyle dinlenirken, Özgündüz şunları söyledi; “Bugün Muharrem’in birinci günüdür. Dünya’nın neresinde Ehl-i Beyt dostu varsa Resul-ü Ekrem’in buyurduğu gibi tertip edip Zehra’nın azizine yas tutup göz yaşı dökecekler ve bizim de Allah’tan arzumuz bizi de Hüseyin’e hakkıyla yas tutanlardan etmesidir. 
 Allah, Zehra’nın mahzun kalbini bütün müminlerden ve bu camiadan hoşnut etsin. Camiamızın fedakarlığı onun o mübarek mahzun kalbine ve Sahib-i Zaman’ın mahzun kalbine teselli olsun.
 Yaklaşık beş ay önce İmam Hüseyin (a.s) Medine’yi terk etmiştir. Yani o gün itibariyle yine yaklaşık olarak daha Hz. Aliasker on sekiz günlüktü vatanlarından ayrıldıklarında. Yakıcı güneş altında Arabistan’ın çöllerinde ve toz fırtınalarında yollara düştüklerinde on sekiz günlüktü.
 Mekke’ye gitti. Zilhicce’nin sekizine kadar yani yaklaşık bugünden yirmi iki gün önceye kadar Mekke’de kaldılar. Şaban’ın başında gitmişlerdi Mekke’ye. Zilhicce’nin sekizinde Mekke’yi terk ettiler.
 Mekke’ye gelişleri Şaban’ın başındaydı. Recep’in sonuna iki gün kala Medine’den çıktılar, Şaban’ın üçünde Mekke’deydiler. Çıktıkları günü ve vardıkları günü yarımşar gün sayarsak dört gün bu yol sürmüştür. Bildiğim kadarıyla Mekke Medine arası dört yüz elli kilometredir. Bu da demektir ki günde yüz kilometrenin üzerinde yol almışlardır; bu iyi bir ölçü veriyor bize Erbain’e yetişip yetişmeyecekleri konusunda. 
 Kûfe ile Şam arası mesafe yaklaşık bin yüz kilometre civarındadır. Ve de askeri bir seferdir. Yezid’in desturu üzerine bu sefer başlamış, olabilecek en kısa zamanda ulaşmak zorundadır çünkü bu askeri bir seferdir. O zaman yüz kilometreden daha fazla yol almaları gerekir ki o halde on günde Kûfe’den Şam’a ulaşırlar. Yine de kırkına, yirmi gün alacağımız var. Bunun da beş gününü mektubun gitmesi, gelmesine sayarsak on beş gün kalıyor. Onu da iki hafta da Şam’da kalmış olmalarına sayarız. O halde “gidemez” dememiz yanlıştır. 
 Bir de enteresandır ki İmam Hüseyin (a.s)’ın doğumu Şaban’ın üçüdür ve Mekke’ye girişi de Şaban’ın üçüdür. Muaviye, Recep’in ortasında cehenneme vasıl olmuştur. O zaman bu ne demek oluyor? İmam Hüseyin Muaviye’nin ölümünden on üç gün sonra Medine’den ayrılmıştır. 
 Muaviye ölecek, Yezid destur yazacak Şam’dan Medine’ye. Kaçıncı günü geldiğinden de çok emin değiliz. 
 Velid; Hz. Hüseyin (a.s)’ı, Abdullah ibni Zübeyr’i, Abdullah ibni Ömer’i, Abdurrahman ibni Ebubekir’i gece vakti çağırıyor konağa. Bu Mervan’ın da meşveretiyle oluyor. 
 Mervan kimdir? Hakem’in oğludur. Ben-i Ümeyye’dendir. Bu Hakem, Peygamberimizle maskara ediyordu. Peygamberimizin davranışlarını taklit ediyordu. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v) onu idam etmek yerine onu lanetleyip Medine’den sürgün etmişti. Peygamberimizin irtihalinden sonra Ben-i Ümeyye’nin ileri gelenleri geldiler birinci halife Ebubekir’in yanına ve dediler ki: 
 “Peygamberimiz onu sürgün ettiğinde sesimizi çıkarmadık. Ama peygamberimiz artık vefat ettiğine göre onu yani Hakem’i geri çağır, yani sürgünü kaldır” 
  Ebubekir dedi ki: “ben Peygamber’in lanetleyip sürgün ettiği adamı geri getirmem” beklediler, Ebubekir iki sene sonra öldü. İkinci halife Ömer oldu. Bu sefer ona geldiler ve dediler ki yine: “Hakem’i geri getir, sürgünü kaldır.” 
Ömer de dedi ki: “Resulullah’ın lanetlediği ve sürgün ettiği birisini ben geri getiremem.” Hafızam beni yanıltmıyorsa on bir sene de Ömer’in hilafeti sürdü. Ardından Osman’ın hilafeti başladı. Osman’ın kendisi de Ben-i Ümeyye’den olduğu için Hakem’i geri getirdi. O arada Hakem’in Mervan denilen bu melun oğlu dünyaya gelmişti. Genç denilecek yaşta Osman bu Mervan’ı siyasetçi olarak görüp sarayında tabiri caizse özel kalem müdürü yaptı. Yani halifenin mührü de onun elindeydi. Muhammed ibni Ebubekir’in ölümüne ferman yazan da oydu. Osman’ın mührüyle. Ve Osman’ın ölümüne sebep olan da oydu. Ebubekir’in sürgün kararını kaldırmadığı için onun da gönlünde Ebubekir ailesine karşı bir kin kalmıştır. Aişe bu konu da diyor ki: “O da bir köylü olur, ondan başka ne beklenir ki? O babasının sulbünde Allah Resulü’nün lanetini almıştır” 
 Şimdi yine Mervan başroldedir. Bu Mervan, Velid’in danışmanıdır. Velid kimin oğludur? Utbe’nin oğludur. Utbe, Ebu Süfyan’ın oğludur. Yani Muaviye’nin kardeşidir. Muaviye onu Medine’nin valisi yapmıştır.  
 Şimdi çağırdı meclise, kim geldi bunların peşine, kimin vasıtasıyla çağırdı Velid? Osman’ın iki oğlundan birisidir. Kimileri Ömer diyor, kimileri Amr diyor. İkisi de Arapça’da çok benzer yazılır. Ama sonuç olarak Osman’ın oğullarından bir tanesi bu işin habercisi olmuştur.
 Hz. Hüseyin ve yanındakiler Resul-ü Ekrem’in mescidi Mescidi Nebevi’dedirler. Haberci geldi dedi ki: “Sizi vali çağırıyor konağa.” sanıyorum bu yatsı namazı sonrasıdır. Bunlar tedirgin oldular. İmam Hüseyin (a.s) buyurdu ki: “Sanırım, zalim tâğut ölmüştür. Milletin haberi olmadan bizden biatı almak üzere bizi davet ediyor.” bana enteresan geldi burası çünkü “kesinlikle böyledir.” demiyor, “sanırım” ifadesini kullanıyor. 
 Bunun üzerine bu üçü de Hz. Hüseyin’in “sanırım” sözüne herhangi bir insanın “kesinlikle” dediği bir sözden daha fazla itibar ettiler. Bu da dikkat çekici değil midir? Ebubekir’in oğlu, Ömer’in oğlu, Zübeyr’in oğlu İmam Hüseyin’in bir “sanırım” demesini bizim bir başkasının “bilirim” demesinden daha üstün kabul ettiler. Bunun üzerine strateji geliştirdiler. Abdurrahman ile Abdullah ibni Ömer dediler ki “Biz evimize kapanıp milleti izleyeceğiz. Millet ne yaparsa biz de ona uyacağız. Millet Yezid’e uyarsa biz de uyup biat edeceğiz, eğer uymazlarsa biz de uymayacağız.” 
 Abdullah ibni Zübeyr dedi ki: “Ben paramparça da olsam ben Yezid’e biat etmem.” Tabiri caizse oracıktan firar etti, kaçtı. Mekke’ye farklı bir yoldan gitti, peşine adam da takmışlardı ama taktıkları adam onu bulamadı. Sonra Abdullah ibni Ömer’de gitti Mekke’ye. Onun üzerinde çok durmuyorlardı. “Gel biat et.” dediklerinde “Tamam millet biat etsin ben de edeceğim.” diyordu. Bunların hiçbirisi konağa gitmedi. Ama İmam Hüseyin oracıkta buyurdu ki: “Ama ben mecburen gideceğim.” cümlesinden bu anlaşılıyor ki gitmesini lüzumlu gördü. Ailesinden ve yakın dostlarından otuz kişiyi kuşandırdı ve öyle gitti. Neden o da baştan çekip gitmedi? Vali konağına gecenin o saatinde gitmek tehlikeliydi ki hazırlıklı gitti. Neden Abullah ibni Zübeyr gibi çıkıp gitseydi? bu kişisel tahlilimdir ki; İmam Hüseyin gitmesinin gerekli olduğu düşüncesine şu sebepten gördü: Gitmeseydi bugün İmam Hüseyin’i hukuk anlamında savunanların malzemesi az olabilirdi. İmam Hüseyin’e muhalif olanlar “Neden gitmedi yanına?” diye hesap sorabilirlerdi. Yezid’e bile sahabe diyen insanlar bile varken ki Yezid, Hz. Muhammed (s.a.v) vefat ettikten sonra doğmuştur böyle saçmalıklar olacaktır.
 İmam Hüseyin (a.s) gitmekle artık hayatının finalinin başladığını, destanın başladığını biliyordu. Ne amaçla çağrıldığını tarihin kaynaklarına geçirdi. Velid, Yezid’in mektubunu koydu ortaya. Bu mektup bütün valiliklere gönderilmişti “Herkesten bana biat alın, biat etmeyenleri öldürün” anlamındaydı. Ama Medine’ye gelen bu mektuba özel bir not iliştirilmişti. O notta bu dört kişinin adını sayarak ısrarla bu insanlardan vazgeçme, onların biatını kesinlikle al diyordu. Özellikle İmam Hüseyin’in biatına çok önem veriyordu. Çünkü İmam Hüseyin biat ederse Yezid’in tahtı sarsılmaz olacaktı. İmam Hüseyin biat ederse kim karşı çıkabilirdi ki Yezid’e? Mektupta son olarak da “Eğer biat etmezse kafasını kes bana gönder.” diyordu. O notta yazıyordu her şey, her şey yazıldığı gibi okundu. Böylece o nottakiler tarihin kaydına düştü. İmam Hüseyin onu tarihin kaydına geçirdi.
 Zeynebiye tarihinde hatırlayacaksınız, saniyesi iki yüz dolardan Aşura’nın altyazı haberi geçsin diye verdiğimizde ne devlet televizyonu ne de özel televizyonlar kabul etmemişti. “Biz yaparız.” diyen o günün en büyük televizyonu bile bir daha ki gün “Üzgünüz, biz de yapamayız.” dediler. O günlerden yine hatırlayacaksınız o günün Diyanet İşleri Başkanı bir sohbetinde dedi ki: “Bundan bin dört yüz sene öncesinde bir kan akmış, acı bir olay yaşanmış bunu her sene kaşıyıp kanatmaya gerek yok. Bırakın yara iyileşsin. Neticede Hüseyin asiydi, isyan çıkardı, devlet de gereğini yaptı. Yani silahlı bir isyan varsa o ülkede devletin de görevi o isyanı bastırmaktır.” sözü Hz. Hüseyin isyan etti, devlet de gereğini yaptı ya getirdiler. Bunu da her yıl hatırlatmayın dediler. Ben de merhum şeyhe dedim ki bizim bildiğimiz bütün tarihlerde sonuç şudur ve tek cümleyle açıklanabilir. O da cümle de “Yezid ölüm fermanını verdiğinde İmam Hüseyin namaz üzerindeydi.” Cümlesiydi. İsyan da kıyam da çıkarmamıştı. Eğer siz de başka bir bilgi varsa bizim cehaletimizi giderin, buyurun hangi kaynak “Hüseyin isyan çıkardı.” diyor? Bu olayın sabahı Diyanet İşleri Başkanı’nın cevabı elime ulaştı. Cevapta özür dilediğini ve benim haklı olduğumu yazıyordu. O da Hüseyin’in isyan çıkarmadığını kabul etti.
 Ondan sonra ne oldu, bütün mescitlere tamim gönderildi Hüseyin’in Aşura’sına mukarin cumalarda İmam Hüseyin’den bahsedilsin diye.
 Azizlerim, biz Hüseyniyiz. Bu iddiadayız. Bu arzudayız, Hüseyni olma arzusundayız. Hüseyni olmak bir hayali Hüseyin yaratıp ona göre şekillenmek değildir. Hüseyin gerçekte nedir? Onu tespit edip gerçek Hüseyin’e uymaktır. Kur’an’ın başına getirdiğimiz oyunu Hüseyin’in de başına getiriyoruz ne yazık ki. Allah’ın bizlere gönderdiği kitabı tahrif edip kendimize göre bir din oluşturuyoruz, Kur’an’ı kendimize uyduruyoruz. Aynı oyunu Hüseyin’e de yapıyoruz. Kendi arzularımızı Hüseyin’e uyduruyoruz. Biz Hüseyin’e uymuyoruz. Meselem budur benim. 
 Desteler, önemli göre ifa ediyorsunuz çünkü yas merasimin önemli bir parçasını siz teşkil ediyorsunuz. Meddah kardeşlerim siz önemli bir görev üstlenmişsiniz çünkü yasın trajedik boyutunu halka siz aktarıyorsunuz. Siz ve alimlerim, meslektaşlarım meramlarınıza göre Hüseyin yaratmayı bırakın. Halkı ağlatmak için yalan uydurmaya da gerek yoktur. Kendi duygularınızı ifade edebilirsiniz, ama dediğiniz sözlerde iki şeye dikkat etmelisiniz: 
1. Akla uygun olsun.
2. İslam’a uygun olsun.
 Kerbela vakasını Hüseynilere doğru anlatmalıyız. Hüseyin’i yanlış anlatmakla, Kur’an’ı yanlış tefsir etmek vebal bakımından aynı şeylerdir. Kur’an ve Ehl-i Beyt bizim kılavuzumuz ve önderimizdir, rehberimizdir. Onları kendimize uydurmaya çalıştığımızda onları arkamıza almış oluyoruz. Onlar o zaman bizi süre süre cehenneme götürürler. Ama biz onları rehber edinip, kendimiz onları örnek alırsak onlar bizi çeke çeke cennete götürürler. Bunun aksini kim size söylerse yalan söylüyor demektir.
 İddialı konuştuğum az olur benim. Ama bunu iddia ediyorum. Bizi bedbaht eden, bizi bugün küffarın önünde el pençe eden; emperyalizmi, siyonizmi bize hakim eden tam da budur. İmamlarımızı, önderlerimizi, Allah’ın tayin ettiklerini biz kılavuz edinmedik onların kılavuzu olmaya çalıştık. Buna devam edersek sonuçlar daha kötü olacak. Bu büyük yanlıştan, bu terslikten biz vazgeçmedikçe kaderimiz de değişmeyecek. Küffar hep bizim başımıza musallat olacak. Hüseyin’i, İslam’ı, Kur’an’ı doğru anlayıp ona uymak zorundayız. Bunu ilke edinirsek dünya da, ahiret de bizim olur; zilletten kurtuluruz.
 Azizlerim, namazı ihmal ediyorsanız Hüseyin ile aranıza mesafe koyarsınız. Buradan Kerbela’ya sürüne sürüne, sine vura vura gitseniz, gözleriniz iki çeşme olup aksa da Hüseyin sizi kovar. Namazı ihmal ederek Allah’ı ihmal edip “Hüseyin beni kurtaracak.” diyorsanız bilin ki Allah’la arası açık olanın Hüseyin ile arası olmaz. Siz önemli bir görev üsleniyorsunuz. Bir seyirci değil programın parçası oluyorsunuz, benim orada sıkıntım yoktur. Sözlerinize dikkat edin, bestelerinize dikkat edin. Yas havasını muhafaza edin.
 Allah yanan kalplerin yanındadır. Zaten Hüseyin’in şehadeti bizlerin kalplerini ahirete kadar yakmaya yetmiştir, Allah milletimize başka acı yaşatmasın. Allah; dünya ve ahirette bizi har etmesin. 
Paylaşım :
Mail Yazdır Yorum Yaz 0 Yorum
01-09-2019 16:39 - 1068 Okunma
Caferider Web TV
Video Galeri
Foto Galeri
Yazarlar Tümü
Şirali Bayat
ŞİA-CAFERİ AZERİ MİLLETİNİN YÜCELİŞ SERÜVENİ
Av. Sinan Kılıç
Selahattin Özgündüz’e neden saldırıyorlar?
İbrahim ŞEREN
ALLAH PEYGAMBERİNİ MUHATAP ALARAK YÜCE KURAN’DA ŞÖYLE BUYURUYOR
Mehdi AKSU
İRAN’DA SÜNNİLER!
Hamit Turan
ŞÎR-İ FIZZA
Çayan Uludağ
Mekteb-i Kerbela
Abdullah Turan
İmam Mehdi'nin Dünyaya Geldiğini İtiraf Eden Ehl-i Sünnet Âlimleri
Kasım Alcan
Hiç olmazsa dünyanızda özgür kişiler olun
Namık Kemal Zeybek
Osmanlı'da Alevi Katliamı
Orhan Kiverlioğlu
Biz büyük devlet iken
Seyyid Ahmedi Safi
Tüm Müslümanları ilgilendiren önemli sorun
Hüseyin Çaça
Kerbela Hadisesi-1-
Musa Ayaztekin
Muta Nikahı Nedir, Ne Değildir?
19-04-2024 | Ana Sayfa | Ana Sayfam Yap | Sitenize Ekleyin | Künye | Foto Galeri | Video Galeri | Yazarlar | İletişim | RSS
CaferiDer ® 2012  
Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir Tasarım & Yazılım : Network Yazılım